Pages

Subscribe:

CEVŞEN DUASI

B

21 Nisan 2012 Cumartesi

AŞK KALEME DEĞİNCE - XI



AŞK KALEME DEĞİNCE - XI

İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Günlerdir sadece beni ayakta tutacak kadar yani düşmeyecek kadar yiyor ve sadece birkaç saat uyuyabiliyorum. Bunu yapmak için zorlamıyorum kendimi. Dedim ya.. İçimden gelmiyor ne yemek, ne uyumak. O uzun hava geliyor hatırıma: “Uykular geldi de kovdu mu gözüm?”

Zaten gecenin bir demi var.. bir sınırı.. O sınırı geçince uyku ihtiyacı hissetmiyorum. Uyusam da bir uyumasam da.. Hem en kötüsü uyuyup uykusuz uyanmak değil mi?

Açlıkta öyle. Belirli bir saatten sonra hatırıma bile gelmiyor. Yesem de bir, yemesem de.

Sevgide, aşkta öyle diyerek devam etmeyi ve bu cümleyi sevsen de bir, sevmesen de diye bitirebilmeyi çok isterdim. Ama öyle değil biliyorum. Yaşayarak, özümseyerek, hazmederek anlıyorum öyle olmadığını.

Erkenden uyandım bu sabah. Henüz alacakaranlık. Kaybolmamış yürek sızım. Sol yanım hala ağrıyor. Bir hançer saplanmış sanki yüreğime ve görünmeyen bir el sürekli oynatıyor onu. Canım çok acıyor, içim yanıyor. Bunu anlatmaya kelimeler kifayet eder mi bilmiyorum. Bir gülün kokusunu yazıya nasıl dökebilir ki insan… Ne kadar anlatsam da, hücrelere kadar sirayet eden o hoş kokunun bıraktığı etkiyi bırakmaz.

“Yürek acısıyla gülün ne benzerliği var?” dediğini duyar gibiyim. Öyle deme sevdiğim var.. Hem de çok var. Ben derdimi gül eyledim. O yüzden yüzümü gözyaşlarımla yıkıyorum.

Hüzünler geceye tül olsun...
Damlaya damlaya “gül” olsun...

Düşünmemeye çalışarak hızla giyinip çıkıyorum. Güneş olanca sıcaklığıyla gülümsüyor. Ama ne çare. Hasret değmiş yüreği, hiçbir güneş ısıtmıyor.

Kuşlar çoktan uyanmış. Bahçemdeki ayva, erik ve diğer ağaçlar, üzerlerindeki beyaz çiçeklerle gelinlik giymiş gibiler. Kıpır kıpır…

Ben yürüyorum. Çiğ taneleri ayakkabılarımın üzerinde tomurcuklanıyor, paçalarımı ıslatıyor. Umursamıyorum. Yürüyorum umarsız.. Tuhaf bir şekilde hızlanıyorum. Sanki hızlı yürürsem, düşüncelerim, sızılarım bir bir dökülecek üzerimden ya da ardımda kalacak. Oysa biliyorum ki, değil yürümek uçsam bile benimle var olacak acılar..

“Ezelden gam turabıyla yoğrulmuş bir bedendir bu…” diyen Yavuz Sultan Selim geliyor hatırıma. Cihan padişahı bile “gam turabıyla” yoğrulmuş, sen de kim oluyorsun ey garip diye kızıyorum kendime, hayıflanıyorum.

Düşüncelerin girdabında kıvranırken yüreğim, son anda atıyorum kendimi Üsküdar otobüsüne. Bu biraz olsun rahatlatıyor beni. Yani yolun sonunun Üsküdar olması.

Vatan içinde vatan, İstanbul…
İstanbul içinde İstanbul, Üsküdar…
Hüzzam sevdaların sığınağı Üsküdar…
Yitik yüreklerin yığınağı Üsküdar…

Seslensem yüreğimle, beni duyar mı?
Gölgesinde acep, bana da yer var mı?

Masmavi deniz ve yol boyu çiçeklenmiş ağaçlar rengarenk. Ama bu bile gülümsetmiyor beni. Anlıyorum, idrak ediyorum. Renk, ahenk, güzellik, çirkinlik, iyilik, kötülük.. Ne varsa bakanın gözünde gizli..

Ve şimdi yüreğimin aynası gözlerim. Buz gibi soğuk katrandan kara. Bu mevsimde sensiz geçecek. Vuslat hangi bahara?

Yol bitiyor
Üsküdar’ dayım...
Sızım bitmiyor…
Dardayım…

Bir çift çelik pençenin
Mengenesinde yüreğim.
Yine sığındım içime…
Biraz huzur tek dileğim
Ama bu kez,
İçim bile kabul etmiyor beni..
Öyle ya..
Gönül uçarı..
Ne yapsın köhnemiş bedeni…

Bahar gelmiş… Çiçek açmış...

Bana ne?

Leyla ile yoldaşım şimdi..

Karakoç’ la haykırıyorum çığlık çığlık…

Ellerin yurdunda çiçek açarken
Bizim ile kar geliyor sevdiğim..
Bu ufku kimler çizmiş gönlüme
Dar geliyor… dar geliyor sevdiğim…

...

Arife sormuşlar. Sevmek mi güzeldir sevilmek mi? "Sevmek" diye cevaplamış.. "Zira sevdiğinden emin olursun bu seni mutlu eder. Ama sevildiğinden emin olamazsan acı çekersin."

Madem bir "hayır"la başladı/bitti her şey..
Ve madem her işte bir hayır var..
Şahidim olsun Üsküdar...
Ben ağlarken gülüyorum
Acı çekiyorum ben..
Gül yüzünde
Gülücükler doğsun
Bu da benim "hayrım" olsun..
Şimdi...
Ne ağla, ne dövün..
Güneşten yana olsun yönün
Eserinle övün
Ve hep gül sen...

"Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa
İkisi de cana sefa
Kahrında hoş, lûtfunda..

La Tahzen..
La Tahzen..
La Tahzen..


20 Nisan 2012 Cuma

KIYAMET

KIYAMET



Kıyamet nedir?


Kıyamet sözlükte geçen anlamıyla  yalnız kalkmak, dirilmek anlamında değildir. Bu tabir canlı ve cansız bütün yaratıklara şamil umumi bir imha ve yeniden dirilme gibi iki safhalı bir olay bildirmektedir. Yani bütün canlıların helak oldukları güne Kıyamet dendiği gibi, bütün ölülerin tekrar diriltikleri günede Kıyamet denir.

Kıyâmet, Allah inancından sonra İslâm'ın ikinci temel inancı olan Âhiret hayatının ilk aşamasını oluşturur. Genel bir yok oluş ve yeniden dirilişle birlikte gelişecek Haşr, Hesap, Mizan, Cennet ve Cehennem gibi olaylar hep Kıyâmet gününün gündem içindedir. Bu nedenle Âhiret inancı, Kıyâmet ve onunla birlikte gelecek olaylara inançtan başka birşey değildir.

Kıyamet, Kur'an-ı Kerim'de hangi isimlerle anılıyor?

Kıyamet, kelimesi Kur'an-ı Kerim'de 70  kez geçer. Bu olay Kur'an'da çok çeşitli isimlerle anılır. Bunların başlıcaları:
Yevmü'l-Kıyâme (Kalkış, Diriliş Günü), el-Saa (Saat), Yevmü'l-Âhir (Son Gün), el-Âhire (Gelecek Hayat), Yevmü'd-Din (Ceza Günü), Yevmü'l-Hesap (Hesap Günü), Yevmü'l-Fası (Karar Günü),Yevmü'l-Cem (Toplanma Günü), Yevmü'l-Hulud (Sonsuzluk, Sonsuzlaşma Günü), Yevmü'l-Ba's (Diriliş Günü), Yevmü'l-Haşre (Pişmanlık Günü), Yevmü't-Teğabün (Kusurların Ortaya Çıktığı Gün), el-Karia (Şaşırtan Felâket), en-Naşiye (İnsanı Dehşete Düşüren Felâket), et-Tamme (Herşeyi Kuşatan Felâket),  el-Hakka (Büyük Hakikat) ve el-Vakıa (Büyük Olay)'dır.

Kur'an-ı Kerim'de Kıyamet Olayı
Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir! (Hacc,1)
... Kıyamet  vakti de gelecektir; bunda şüphe yoktur. Ve Allah kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır. (Hac,7)
İnkâr edenler, kendilerine o saat ansızın gelinceye, kadar hep şüphe içindedirler. (Hac,55)
... O saat (kıyamet), mutlaka gelecektir. Şimdilik onlara güzel  muamele et.  (Hicr,85)
...Kıyametin kopması ise, göz açıp kapama gibi veya daha az bir  zamandan ibarettir. (Nahl, 77)
Onlar üstelik kıyameti de yalan saydılar. Biz ise, kıyameti inkâr edenler için alevli bir ateş hazırladık. (Furkan,11)
Bilakis kıyamet onlara vâdedilen asıl saattir ve o saat daha belâlı ve daha acıdır.  (Kamer, 46)

Kıyamet Ne Zaman Kopacak?

Kur'an, Kıyâmet olayının kesinliğini, yakınlığını bildirdiği, hatta oluş biçimine ilişkin tasvirler verdiği halde zamanı konusunda bir açıklama yapmaz. Kıyâmet doğrudan doğruya Allah'ın dilemesine bağlı bir olaydır ve O'ndan başka hiç kimsenin bu konuda bir bilgisi yoktur. Kur'an,

    "Kıyâmet saatinin bilgisi şüphesiz Allah katındadır" (Lokman, 34)..
    gibi âyetlerle Kıyâmet'in zamanının hiç kimse tarafından bilinemeyeceğini belirttikten sonra, bu konuda sorulan soruları şöyle cevaplar:
    "De ki: 'Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini kendisinden başkası açıklayamaz" (A'raf, 187)
    "Kıyâmet'in ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. Senin neyine gerek onun zamanını bildirmek. Onun nihayeti ancak Rabbine aittir" (Nâziât, 42-44). Cibril Hadisi olarak ünlü hadiste, Hz. Peygamber (s.a.s) Hz. Cebrâil'in bu konudaki sorusunu "Soruları sorandan daha bilgili değildir." diye cevaplayarak kendisinin de kıyâmet'in zamanına ilişkin bir bilgiye sahip olmadığını açıklamıştır (Buhârî, İmân, 37).

Kıyametin Oluş Biçimi

Kur'an kıyâmet'in oluş biçimine ilişkin ayrıntılı ve dehşet verici tablolar çizer.

    "Sura üflenince, Allah'ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür." (Zümer, 68)
    "Kıyamet vaktinin depremi müthiş bir  şeydir! Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın   çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir..." (Hac,1-2)
    "O gün gökyüzü, erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış yüne döner. Dost, dostu sormaz." (Meâric,8-10)
    "Gökyüzü yarıldığı zaman,Yıldızlar döküldüğü zaman,Denizler birbirine  katıldığı zaman,Kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman,"  (İnfitâr, 1-5)
    "Güneş katlanıp dürüldüğünde, Yıldızlar döküldüğünde, Dağlar yürütüldüğünde,Gebe develer salıverildiğinde,Vahşî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde,Denizler kaynatıldığında, Ruhlar birleştirildiğinde, Diri diri toprağa gömülen kıza, sorulduğunda, "Hangi günah sebebiyle öldürüldü?diye.Defterler açıldığında,Gökyüzü sıyrılıp alındığında, Cehennem tutuşturulduğunda ve cennet yaklaştırıldığında," (Tekvir, 1-13).

Küçük Kıyamet

Kur'an ve Sünnet'ten kesin bir delile dayanmamakla birlikte müslümanlar arasında ölüme küçük Kıyâmet (kıyâmet-i suğra) denilmesi gelenekleşmiştir. Bazı bilginlere göre bu tanımlama, ölümün âhiret hayatına bir geçiş olmasına dayanılarak yapılmıştır. Kimi bilginler ise bu tanımlamanın Kur'an'a dayandığını öne sürmektedir. Bu bilginlere göre:

"Allah'a kavuş(up huzura çık)mayı yalan sayanlar, gerçekten ziyana uğradı(lar). Nihayet kendilerine ansızın Saat gelince, onlar (günah) yüklerini sırtlarına yüklenerek (gelirler ve): "Orada (hayatta iken), işlediğimiz büyük kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize! " derler..." (En'am, 31) ayetinde "Kıyâmet" anlamındaki "Saat" aynı zamanda ölümü de dile getirmektedir. Bu geleneğe göre gerçek kıyâmet, Kıyâmet-i Kübra (Büyük Kıyâmet) olarak anılır.

Küçük kıyâmet (ölüm) ile başlayan ve büyük kıyâmet'e kadar süren dönem Kabir Hayatı ya da Berzah olarak adlandırılır. Kabir Hayatı içinde Münker ve Nekir adlı meleklerin sorgusu ve ölünün mü'min ya da kâfir oluşuna göre mutluluk ya da azab vardır. Kabir Hayatı'na ilişkin bir hadisinde Hz. Peygamber (s.a.s) kabri  ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da Cehennem çukurlarından bir çukur olarak nitelemiştir (Tirmizî, Kıyâmet, 26). Bir başka hadiste de Münker ve Nekir'in sorgusundan sonra ölünün nimetlendirildiği yadaazaba uğratıldığı anlatılır. Buna göre Mü'minin mezarı yetmiş arşın genişletilir, aydınlatılır ve ona "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi Mahşer gününe kadar uyumana devam et" denilir. Münafık kişinin mezarına da "Bu adamı alabildiğine sıkıştır" emri verilir. Yer, cendere gibi adamı, kemikleri hurdahaş oluncaya kadar sıkıştırır ve ölü yeniden dirilene kadar böyle işkence görür (Tirmizi, Cenaiz; 70).

KIYÂMET ALAMETLERİ

  Küçük Alâmetler

   Kıyamet gününün yaklaşmakta olduğunu haber veren belirtiler.

- İnsanların bina yapmakta birbiriyle yarışmaları

- İnsanların ölümü temenni etmeleri

- Câriyenin efendisini doğurması

- Fırat nehrinin sularının çekilerek, nehir yatağından altın çıkması

- İkisi de hak iddiasında bulunan iki büyük İslâm ordusunun birbiriyle savaşması

- İslâmî ilimlerin ortadan kalkması, cehaletin artması

- Depremlerin çoğalması

- Cinâyetlerin çoğalması, fitnelerin zuhur etmesi

- Yahudilerle Müslümanların savaşmaları, Müslümanların Yahudileri öldürmesi

- Zinanın açıkça işlenmesi, içki tüketiminin artması, kadınların çoğalıp erkeklerin azalması

- Namaz büyük bir yük  ve külfet sayılacak
- Kadınların saltanat devri başlayacak

Büyük Alâmetler

 Kıyametin kopacağına dair son belirtilerdir.

- Deccal'in ortaya çıkışı

- Duhan'ın çıkışı: Duman anlamına gelir. Kıyamet kopmadan önce bütün dünyayı saracak.
" O halde, semanın apaşikar bir duman  getireceği günü gözetle" (Duhan Suresi : 10)

- Dabbetü'l-arz'ın çıkışı

- Güneşin Batıdan doğması

- Hazreti İsa (a.s)'ın inmesi

- Ye'cûc ve Me'cûc'ün çıkışı

- Çöküntü

- Ateş: Yemen'den çıkacak olan büyük bir ateşin insanları önüne katarak sürmesi.
- Mehdî'nin çıkması

YANLIZLIĞIN USTASI



Onu kırmış olmalı yaşamında birisi.

Dinledikçe susması,düşündükçe susması..
Tek başına iki kişi olmuş kendisiyle gölgesi,
Heykelini yontuyor yalnızlığın ustası..

* Özdemir Asaf *

18 Nisan 2012 Çarşamba

TEK SENDE KALAYIM...!!!

Hicret Eden Kalemim …






Hicret Eden Kalemim …





Bir kâğıt ve titrek bir kalem… Neden titriyorsun ki kalemim? Bugüne kadar kâğıdın önünde eğilmeyen başın nerede? Kendinden emin, o her şeyi bilen ve tartan terazine ne oldu? Seni bu kadar mahzunlaştıran, terazinin kaldıramadığı güllerin ağırlığı mı? Öznesiz kurduğun, sevgiden ve muhabbetten uzak, bencil cümlelerin nerede şimdi? Tükenmez zannettiğimiz kalemler, bitmez dediğimiz sevgiler çoktan göçüp gitmedi mi? Gel, sahip olduğumuz her şey tükenmeden, kokusu bugünlere ulaşan gül çağına seyahat edelim. Artık yüzleşme zamanı geldi sevdiğimizi zannettiklerimizle…
Yer Mekke… Yer Medine… Haneleri, hanedanları güle boyanan beldeler. Hissediyorsun değil mi kalemim bu eşsiz kokuyu? Hayatımız boyunca görmüş müydük böylesine mütebessim, böylesine pak sîmâları? Üzerimizdeki bu pamuk elbise, sâde bir sevginin kaftanı olmalı. Nasıl unuturum? Bu kıyafetleri ne gurur, ne kibir giymişti. Ayaklarım yanıyor kalemim! Aşktan kızgın, kirden arınmış bu çöl kumlarında. Kopmuş takvimlere inat yürüyorum sonsuzluğa. Ben hiç yalınayak toprağa basmamıştım ki…
Burası felekleri tutuşturan aşkın merkezi, burası rahmet vadisinden âb-ı hayat dökülen belde. Ey güneşi bağrında taşıyan şehir! Ey kıskançlık ve muhabbetin birbirine küs olduğu şehir! Gül’e hasret olan beni ve mahcup kalemimi misafir eder misin bağrında? Biz ki günaşırı sevmeler şehrinden, her zerresini sevginin inşa ettiği muhabbet şehrine hicret etmek isteyen âşıklarız.
Bu, yanımızdan geçen, ömrünü biricik Sevgili’ye (sas) adayan Hz. Ebu Bekir (ra) değil mi? Bedeni, kuvveti, canı, malı ve dostluğuyla Peygamber’e (sas) siper olan, dünya malı adına neyi varsa bir an bile düşünmeden Sevgili uğruna infak eden Ebu Bekir! İslâm’ın davet yılında eza ve cefalarla karşılaşmış, Utbe bin Rebia’nın çivili ayakkabılarının darbesiyle, mübarek yüzü tanınmayacak hâle gelmişti. Kendine gelir gelmez ilk sözü; “Allah’ın peygamberi nasıl?” olmuştu ve yemin etmişti Efendimiz’in (sas) durumunu öğrenmeden yemek yemeyip, su içmeyeceğine. O, yaşadığı müddetçe her dâim Efendimiz’in (sas) dostu ve yoldaşı olmuştu. Hicret esnasında Resulullah’ın (sas) parçalanan, kanayan ayaklarını gözyaşlarıyla temizlemiş, Sevr Mağarası’nın boşluklarını kapattığı ayaklarını (ihtimal Kâinatın Efendisi’ni bir kez görebilmek uğruna) ısıran yılanın acısına, Kâinatın Sevgilisi (sas) uyanmasın diye tebessümle sabretmişti. O’nu (sas) öyle seviyordu ki, Sevgili’nin amcası Ebu Talib’in imanını, kendi öz babası Ebu Kuhafe’nin imanından daha çok arzu ediyordu. Ebu Bekir demek sevmek, Sevgili’yi (sas) kendine tercih etmek demekmiş kalemim! Şu hüzünlü bakışlardaki mânâyı çözebildin mi? İnanmışlık ve adanmışlık süzülüyor bu gözlerden…
Sevmek, huzur bulmakmış kalemim. Huzursuzluk nedir bilinmeyen bu şehirde, Sevgili’nin (sas) bütün güzelliğinin yansıdığı bu şehirde, ben de huzurluyum şimdi. Ayakkabıya alışmış ayaklarım acımıyor artık!
Şu küçük, kimsesiz çocuğun başını okşayan Hazreti Ömer (ra) değil mi? Hak ile bâtılı birbirinden ayıran Ömerü’l-Faruk. Adalete asıl mânâsını veren, adaletin en büyük temsilcisi… Neden korktun, neden ürktün ki kalemim? Aşka ihanet etmemişsek neden korkalım ki, doğunun ve batının kendisinden çekindiği Ömer’den. Gerçi sen de haklısın. O hep sâdık kaldı aşkına, riyasız bir sevgiyle bağlıydı Resulullah’a (sas). Zaten onun adaletinin kaynağı da, Sevgili’ye (sas) duyduğu bu aşktı. O aşk sayesinde, mâşûkunu örnek almıştı. “Kızım Fatıma bile hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim!” diyen Sevgili’nin (sas) izinden, oğlu Abdurrahman’ı bile cezalandırmaktan çekinmeden gitmişti.
Korkusundan çoçuğunu düşüren kadına diyet ödemiş, zımmîlerden bir ihtiyara maaş bağlamış, hattâ ölümüne sebep olduğu bir kuş için bile müşaverede bulunmuştu. Sevmek, canından vazgeçmekmiş kalemim. Sevgili’ye (sas) o kadar müştak idi ki Ömer (ra), kılıcını kuşanıp bütün Kureyş’e meydan okuyarak hicret etti Medine’ye. Can endişesi taşımadan… Sadece Cânân’a (sas) kavuşmayı düşünerek… Ey yüce Ömer! Buğulu bakışların yıktı bütün dayanaklarımı. Sevda lügatımdaki kelimeler silindi gitti. Ellerime kar yağıyor çöl sıcağında; üşüyorum, titriyorum. Sevgili’ye (sas) aşkından bir nebze istesem, görebilir miyim yıldızlara ışık veren yüzünü? Yalnızlığım bana bir zindan gibi bakarken, seninle hükümlü olsam güle, kelepçemiz gülden olsa…
Ne görsem aşk bu şehirde, rüzgâr bile seviyor, okşuyor insanı… Ve Mescid-i Nebevî karşımda… Sağ köşede, hasırın üzerinde uzanan biri var. Üzerinde eski bir örtü… Hz. Osman (ra) bu… Bir defa olsun Peygamber’in (sas) yüzüne dikkatlice bakamayan, hayâ sahibi insan. O’nun (sas) huzurunda, başındaki kuşu kaçırmak istemez gibi kıpırdamadan oturan, meleklerin kendisinden hayâ ettiği kahraman. Peygamber aşkıyla, öfkesini yok eden hilm sahibi Osman (ra). Neden utandın ki kalemim? Bugüne kadar yazdıklarından mı? Yoksa yazmadıklarından mı? Sevmek, sevdiğinin ahlâkıyla terbiye olmakmış kalemim. Ah, hayâ âbidesi Osman (ra)! Seni böylesi yakan, gözyaşlarının söndüremediği aşkından bir kıvılcım da bana versen. Ben de yansam senin gibi… Küllerimden çiçekler açsa, yüzü, Sevgili’ye (sas) bakan…
Şu kılıcı gördün mü kalemim? O kılıç ki Sevgili’nin sımsıcak aydınlığıyla büyüyen Hazreti Ali’nin (ra) kılıcı. O kılıç ki küfrün karşısında keskin, Peygamber (sas) huzurunda bir hurma dalı kadar narin… Ey aşkın fermanını yazan gül kokulu kılıcın sahibi! Kalemimi kılıcınla bilesem, ben de -Peygamber’in (sas) hicret ettiği gece yatağına yattığın gibi- canımı hiçe sayabilir miyim? Allah’ın rahmet soluğundan ibaret bu cana, aşkından bir tutam versen, korkulardan emin olarak feda edebilir miyim kendimi?
Bir bir seyreyle kalemim. Edep, tevazu, fazilet, muhabbet âbidesi, peygamber âşığı sahabe efendilerimizi. Hz. Bilâl’i (ra) meselâ. Demirden gömlekler giydirilerek güneşte kavrulduktan sonra Mekkeli çocukların elinde sokaklarda dolaştırılan, bütün işkencelere “Ehad, ehad!” haykırışlarıyla mukabele eden, taşınamaz taşları bağrında Sevgili’nin (sas) hayaliyle taşıyan Bilâl’i (ra). Her gün beş vakit, asırlara meydan okuyan sesiyle Sevgili’yi zamana müjdeleyen, muhtaç olan her sineye Sevgili’yi (sas) duyuran Bilâl’i (ra).
Anne ve babasının makamını Rasulullah’a (sas) veren, bu kutlu tercihle Peygamber ailesinden olan Zeyd bin Hârise’yi. “Sen, bizim kardeşimiz ve arkadaşımızsın.” dediğinde Sevgili, mescitten sevinç gözyaşlarıyla, uçarak çıkan Zeyd’i (ra). Sığınacak bir mecra ararken Taif’te Sevgili (sas), ona âdeta bir zırh olan Zeyd (ra) Hazretleri’ni. Taiflilerin attığı taşlar, toprak olmayı dilerken Hakk’tan, Taif halkına; “Bana atın taşları, incitmeyin Kâinatın Sevgilisi’ni!” diye yalvaran Zeyd’i (ra). Mute’de şehit olana kadar peygamber aşkıyla yanıp tutuşan, onu canından özge can bilen Zeyd’i.
Kalemim! Zikrini nefesinde taşıyan ağaçlardan yapılan kalemim! O’nun (sas) sevgisini dilesem, Nebi sevdasını dilensem ben de böyle yanabilir miyim aşkla? O’nu (sas) bilmek, sevmeye yeter mi? Bir el uzanışı kadar yakınken O’na (sas), canımdan yakınken, sinemde incim aynı zamanda çilemken, sürgün düştüğüm beldeden aşk şehrine gelmişken yıldızlar kadar uzak düşer miyim O’ndan? Ah, kalemim! Kalın dallı hurma korkulukları evim olsa. Hiçbir şeyim olmasa ama, O’nu (sas) bir kez görsem ve gömülsem mübarek ayaklarının dokunduğu bu mukaddes topraklara…
Bak kalemim! Sevginin öğretmenine bak! Peygamberin Medine elçisi Mus’ab bin Umeyr’e (ra)… Peygamber aşkıyla coşan yüreği, yerinde duramayan kalbi, ancak yine Sevgili’nin (sas) mübarek elleri dokununca okyanus derinliğine dönüşen Mus’ab’a… Uhud’da düşmanın dikkatini Efendisi’nin üzerinden çekmek için, şehadet şerbetini düşünmeden içen Mus’ab’a… Sancağı eline alıp, “Allahuekber” nidalarıyla meydana atılan ve önce sağ elini sonra da sol elini kaybedip sancağı pazularıyla tutan Mus’ab’a… Sancağı şehit olmadan bırakmayan ve en sonunda sancakla birlikte toprağa düşen Mus’ab’a…
Gör kalemim! Hepsini gör! Halid bin Velid’i, Abdullah ibn-i Mesud’u, Hz. Sümeyye’yi ve her biri bir yıldız olan sahabe efendilerimizi gör! Hazreti Sevban’ı gör, meselâ. Bir gün Peygamber’e gelip, “Ey Allah’ın Resulü! Sen bana nefsimden daha sevimlisin. Sen’i (sas) çocuğumdan daha fazla severim. Evimde otururken hatırlayıp da gelip Sen’i (sas) göremezsem rahat edemiyorum. Sen’in (sas) ölümünü ve kendi ölümümü düşününce hâlimden endişe ediyorum. Biliyorum ki, Sen (sas) Cennet’e dâhil olduğunda peygamberlerle olacaksın. Benimse Cennet’e girmem şüpheli. Girsem bile, Sen’inle (sas) beraber olamamaktan korkuyorum.” diyen Sevban’ı. Sevgisinin tertemiz gözyaşları Rahmân’ın kapısına düşer düşmez, “Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, işte o Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaşlardır.” müjdesine mazhar olan Sevban’ı.
“Sevmek, Allah’a ve Resulüne itaat etmekmiş” diyorsun kalemim, bildim. “Kır artık belimi sahibim, yazmak bana ağır geliyor!” diyorsun. “Göm beni gül kokan, aşk tüten bu topraklara… At beni sahabe yüreklerinde yanan ateşlere, at ki hakiki sahibime kavuşayım, yanıp kül olayım!” diyorsun. Yakarışın son bulsun artık kalemim! Seni buz gibi, asfalt yollu, gri renkli betondan şehirlere götürmeyeceğim. Cehaletle sırçalanmış, sevmeyi bir yük sayan, aşk fakirlerinin masalarına koymayacağım. Kim bilir belki nurdan bir kalem olur, na’tlar yazarsın Sevgili’ye. Sevgiler şehrine, Sevgili’nin şehrine göçen kalemim, hicretin kabul olsun. Atıyorum seni Mekke çöllerine, fısıldıyorum kulağına, “Anam, babam sana feda olsun ya Resulallah!” diye. Yakıyorum, gün aşırı sevmelere alışmış benliğimi ve dönüyorum yüzümü sadece Sevgili’ye… En Sevgili’ye…
Yasemin Açıkgöz

17 Nisan 2012 Salı

Mimlendim okuyanı mimledim:)))




1) Kendini nasıl hissediyorsun ?


Çok yorgun...


2)Reenkarnasyon gerçek olsa, bu dünyaya ne olarak geri dönmek isterdin ?

Kurbanlık Koç olmak..:)


3) Vurulduğun dizelerden aklına ilk geleni?

Cemal SAFİ'nin Tek Hece şiirini çok sevdiğim dizeleri;

Kimsesizim, hısmımda yok hasmımda, 
Görünmezim, cismimde yok resmimde, 
Dil üzmezim, tek hece var ismimde, 
Barınağım gönül denen yer benim... 

Benim adım aşk. 

4) Son zamanlarda izlediğin hangi filmi çok beğendin (ve favori repliği) ?

Pazar günü izlediğim 3d TİTANİC'den ; 
  rose:
  -O büyük gemiden atlamak üzeredir...
  jace:
 - Atlarsan atlarım...



ikisi de denizde ve donmak üzereler.
JACK:Sen sıcak yatağında yaşlı bir kadın olarak ölüceksin Rose,şimdi değil,bu gece değil,burda değil !!! Bana söz ver!!! 

5) En sevdiğin "The Smiths" şarkısı hangisi?

The Smiths grubunu tanımıyorum şarkısınıda tesadüf dinledimmi onuda hatırlamıyorum:))))
Son zamanlarda Türk sanatçıların şarkıları çok hoş. Dilime takılan Rafet El 

Roman yanımda kal,Sezen Aksu Unuttunmu beni ,,,daha çok varda bukadarı yeterlidir sanırım.


Nursalkımım teşekkürler arkadaşım,yazılarında süper ellerine yüreğine sağlık....

Arkadaşlar beni mimlediyseniz ve ben hala yapmadıysam ya görmemişimdir yada tembelliğimdendir....mimleyen arkadaşlarım şimdiden sizlerden özür diliyorum sevgiler♥


OKUYAN HERKES MİMLENDİ:)))ONA GÖRE ARTIK

MİM-İ MANİ :))



NURSALKIMIM SAYFANA ZİYARETİMDE MİM-İ MANİYİ GÖRDÜM OKUYANLARDA MİMLENİYORMUŞ:))))ALLAH SANA VE BU MİMİ ÇIKARANLARA UZUN HAYIRLI ÖMÜRLER VERSİN....BEN BİRAZ MİM KONUSUNDA TEMBEL OLDUĞUM İÇİN HEP GEC YAPIYORUM HALA BEKLEYEN MİM VAR YAPMADIĞIM....


İŞTE BENİMDE SAÇMALADIĞIM MİM-İ MANİLER SAKIN GÜLMEYİN ....








1.Sevdiğiniz bir kişiye olan duygularınızı maniyle ifade ediniz.(İlla erkek arkadaşınız olması gerekmez.Sevgi çok genel bir kavramdır.Arkadaş,dost,anne,kardeş vb)

AKLIM HEP SENDE ZALİM

SENİN ELİNDEN ECELİM
İSTERSEN GELDE BERABER ÖLELİM..:)

♥♥♥

ANILAR BİRİKMİŞ HER YERDE
VEFASIZ OLAN O YAR NEREDE?
GEÇER BELKİ DEDİM
SABAH AKŞAM BEKLEDİM PENCEREDE

♥♥♥

BU YÜREK KAN AĞLAR
GECELERİ HEP ÜZÜNTÜDEN SABAHLAR
ETME ZULUM ZALİM SEVGİLİ
AKLIMDADIR HEP HATIRALAR



2.Sizi gıcık eden ya da  sinir eden bir olayı ya da kişiyi konu ederek yazınız.

BİLMEM NEDEN OYUN BOZARSIN
SEN HEP BANA KIZARSIN
HALA ÖĞREMEDİN SEN BU OYUNU
HEP SAÇMA SAPAN YAZARSIN...:)

♥♥♥
DELİMİSİN NESİN
HERŞEYE SİNİRLENİRSİN 
BİLMEZMİSİN Kİ SEN
BU GÖNÜL SENDEN SEVGİ İSTESİN

3.Sizin için olmazsa olmaz bir eşya, program vb. için yazınız.

BENİM SEVGİLİ DOSTLARIM
SİZ SİLERSİNİZ GÖZYAŞLARIM
İYİKİ VARSINIZ
HEP YANIMDA OLUN CANDAŞLARIM...:)

4.İstediğiniz bir konu hakkında yazınız.

SENİ SEVSEMMİKİ SEVİMLİCE
BAKMA YÜZÜME GARİPCE
HADİ GEL BERABER  BU YOLDA
OLSUN BİZDEN SEVGİCE


5.Bir blogger seçiniz ona atışma tarzı bir mani yazınız.

AH  GÜZEL ŞAİRİN BAHÇESİ ÇİÇEK
ÜZERİNDE GEZER YARAMAZ BÖCEK
BEN SANA DEDİM HEP
YAPMA BÖYLE BAK ÜZÜLECEK


BENDE OKUYANLARI MİMLİYORUM KOLAY GELSİN:))

NE GÜL,NE YARIN..



Ne gül 
Ne yarın! 

Gül, 
Küle karılmış günlerin tortusunda 
Yarın, 
Vurulmuş yatıyor bugünün avlusunda 
Sakla yamalarını kalbim. 

İnsanlar büyüdükçe günler kısalır 
Günlerimiz gibi aşklarımız da 
Yittikleri duraklarda kalırlar 
Sakla yamalarını kalbim. 

Kendini bıçak gibi ışıyan yeni güne bağışla 
Yürü, arkana bakma, ama umursa 
Bazen anılara en çok yakışan elbise 
Birkaç damla gözyaşıdır unutma. 

YILMAZ ODABAŞI

BELKİ

BİR YAPRAK DÜŞER...



Şimdi anlatır yağmurlar
vurdukça taşa damla damla
süzülür herbiri yaş misali
karışır gider toprağa
taş yine o taş
anlasa da yağmurun halini
tek bir söz etmez
uzatmaz ki elini...


bir yaprak düşer yanına
koca bir mevsim yaşamış
yeşilden sarıya dönene kadar
düşmemek için inatlaşmış


bir yaprak düşer
dışı çürümüş
içi taşlaşmış....

 


HaZaN

ANLAMIYORSUN....

OTURUP AĞLADIM




 Yorgun masayla, kırık sandalye
 solgun bekleyişte kır kahvesi.
 Ezilir sonbahar renginden
 bastığım yapraklar kahve telvesi


 Sinsi bir rüzgar, öten tek ,tük serçe,
 fısıldıyor kulağımda hüzzam nağmesi.
 Gül soldu, bülbül gitti -har'ın kavgası bitti-derken
 içimde bir tütsü kokar ki
 Bilmem bu neyin nesi
 Kimbilir daralan zamanların
koşarken ürperen nefesi.


 Hissediyorum
ensemde titriyor yapraklarla hazan


 Küsmek olmaz talihe
 vermediğini almayacak kadar adil yine
 Öylesine ıssız bu sonsuzluğun yolu
 bir hücre tümüyle canlıyı belirliyen.
 Tüm canlı ki bu yolda hücreye giden...
 O yorgun masada pazıldan bir oyuncak
 yaşamın sarışın parçaları hazan


 Bir varmış bir yokmuş 
son parça da yerine konulunca olacak.
 Gözlerimle asıp aklımı ufuklara
sözleri rüzgara bağladım.


 Öte ucunda ben o sözlerin
oturup salya sümük ağladım...


sırrı sarıışık

TUZ-BUZ

6 Nisan 2012 Cuma

HAYIRLI VE BEREKETLİ CUMALAR








Bir Besmele Güneşiyle güne doğulur Cumaya bismillah bereketi yayılır Kalbe gönle dile ruha ve bedene abdest aldırılır Namazla adam kılınmaya Huzurda huzurlanmaya koşulur Her bir yürek Kocaman bir Kalbe dönüşür ve Allah-u ekber ler duyulur Secdelerde durulur yüreklerin tüm telaşları arınırlır her dertten kederden O'na en yakın olunan oanda Secdelerce dirilir diriltilir Sadece eller değil yürekler de açılır avuç avuç duaya dua dua Rabbe Ve arşa yükselinir her bir duanın o tanımsız gücüyle ve işte tam o an Allah Allah diye kalbin atışları duyulur aminlerce kez aminler sonsuzca aminnnler yankılanır her nefesle Salat ve selam kokar her bir gül yürek O'na (s.a.s) giden yollara salavat kokulu güller serilir Ve Kuranın kalbi Yasinler dile gelmeye başlar kalplere nur olur akar her bir ayet O'na adanmış O'nunla tamamlanmış nurlanmış huzurlanmış bir Cuma tadını alır Varlığımız Huzurunda huzurlandığımız Dua Dua Ona ilerlediğimiz Salavat salavat en Sevgiliyi (sas) andığımız Tevbeler kokan nurlar saçan bir Cumayı daha işleriz ömrümüze Hayırlı Cumalar Selam ve Dua ile

5 Nisan 2012 Perşembe

Ey Yalnızlıqım !!


Ey Yalnızlıqım !!
Seni Çok İhmal Ettim, Ve İnan Deqerini Gecte Olsa Anladım. . .
Varmısın Kaldımız Yerden Devam Etmeye?
:)

“ Günah hastalığı…”


Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri ilâç yaparken rastladığı bir hekime:

“– Ey tabib! Sende benim hastalığıma da ilâç var mı?” dedi.

Hekim sordu:

“– Hastalığın nedir?”

Bâyezîd Hazretleri:

“– Günah hastalığı…” cevabını verdi.

Hekim ellerini iki yana açarak:

“– Ben günah hastalığının ilâcını bilmem.” dedi.

O esnâda orada bulunmakta olan meczûb bir genç söze karışıp:

“– Baba, senin hastalığının ilâcını ben biliyorum.” dedi.

Bâyezîd Hazretleri de sevinçle:

“– Söyle ey delikanlı!” dedi.

Halkın meczûb gördüğü, ancak hakîkatte bir ârif olan genç, günah ilâcını şöyle tarif etti:

“– On dirhem tevbe kökü ile on dirhem istiğfâr yaprağı al! Bunları kalb havanına koy! Tevhîd tokmağı ile döv! İnsâf eleğinden geçir! Gözyaşlarıyla yoğur! Aşk fırınında pişir! Böylece oluşacak olan macundan her gün beş kaşık al; hastalığından eser kalmaz!..”

Bunları dinleyen Bâyezîd-i Bistâmî, içini çekti ve:

“– Senin gibi âriflere mecnûn diyerek kendilerini akıllı sananlara eyvahlar olsun!..” dedi.


VE SABIR....





Ve Sabır..

.
Sessiz sessiz çığlıklarla yakarmaktır Rabb'e, ondan 


gelenin nasıl taşınacağını bilmektir... İnanmaktır 

geçmeyecek sanılan en derin sancıların geçeceğine,

 tebessümlerle dualarla karşılamaktır bu değerli 

konuğu, sevdalar diyarından geleni sevdalara 

katmaktır bir nevi... Sarmaktır rahmet pınarının 

umudunu yüreğe, emanetleri teslim ederken sahibine 

hissedilen tarifsiz huzurdur ...