Pages

Subscribe:

CEVŞEN DUASI

B

19 Aralık 2013 Perşembe

14 Aralık 2013 Cumartesi

Kendini nerede, ne hissedersen ona göre işler nasibin.

  


Allah'ın sana layık gördüğü konumun; senin kendini layık 

gördüğün konum olduğunu biliyor muydun?..


Kendini nerede, ne hissedersen ona göre işler nasibin. 

Köle mi gördün? Köle muamelesi yapar hayat sana.

Kral mı gördün? Krala göre dizayn edilir çevren.

Allah'ın sana layık gördüğü konumun; senin kendini layık

 gördüğün konum olduğuna bir iman edebilsen! AH iman

 edebilsen, gör neler olur o zaman!

Vuslata ereceğinden şüphe etme gülüm!...

  


Irmakların karşılarına çıkan sarp dağlardan, derin ve ıssız 


vadilerden sızlanıp akmaktan vazgeçtiklerini gördün mü?!


Mutlak surette ne yapar eder denize kavuşur ırmaklar...


Razı mısın?!

Akışta, seyirde misin?!


Vuslata ereceğinden şüphe etme gülüm!...


Zor diye bir şey yoktur. İmkansız görünenler de azıcık vakit

 alır, o kadar.






Sevgiliye mektup yazdım secdelerde!..beni en çok sevdiğin anda yanına al diye....♥ amin...




Sevgiliye mektup yazdım secdelerde!..beni en çok sevdiğin anda yanına al diye....♥ amin...

Önce istemek gerek almak için,sonra elinden tutmak gerek kaçmaması için..♥

“O halde sen beraberindeki tevbe edenlerle beraber EMROLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL...".Hud 112

   


“O halde sen beraberindeki tevbe edenlerle beraber

 EMROLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL...."Hud 112

Biz dedik; “ Herşey olacağına varır! ” ALLAH c.c dedi ki; “ İnsan için ancak, çalıştığı vardır! ” Necm suresi- 39

  


Biz dedik;

 “ Herşey olacağına varır! ”

ALLAH c.c dedi ki;

 “ İnsan için ancak, çalıştığı vardır! ”

Necm suresi- 39


12 Aralık 2013 Perşembe

KAZANMAYA GİDERKEN KAYBEDİLENLER


 KAZANMAYA GİDERKEN KAYBEDİLENLER

Minareye kılıf hazırdı!
“Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz Müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.” (Âl-i İmran; 102)
Bir eksiklik var bir yerlerde, bir kopuşun hikâyesi bu. Sımsıkı tutunmamız gereken bir ipin, bilerek ve isteyerek bırakılışı gibi. Uçurumların eşiğine gelmek ve oradan düşeceğini bile bile geriye dönmemek gibi. Hep uyumak ve hiç uyanmamak gibi…
İki yol vardı önümüzde
iyi ve kötü...
Bir gün, üçüncü bir yol daha eklendi hayatımıza. Nasıl olduğunu anlamadan beliriverdi yanı başımızda; bizim sandığımız fakat bizden olmayan, olmaması gereken hayatlar.
Sorgusuzca kabullendik, sanki bize uyar gibi, düşünmeden, telaşlanmadan kabullendik ve başladık o yeni hayatları yaşamaya…
Öyle hayatlar ki; ne çok iyi nede kötü.
İyilikle kötülüğün çarpıştığı, iradenin şaştığı, aklın karıştığı bir yol uzandı önümüzde. Ne garip, değişti her şey aniden. Küçük sandığımız dünyamız büyüdü birden bire. Yeni simalar, yeni dimağlar ve yeni kazançlar.
Yavaş yavaş özünü kaybetti, dünümüzde yaşanan ne varsa. Dünyaya ait yeni şeyler eklendikçe heybemize, daha çok kabarır oldu iştahımız.
İştahımız kabardıkça biz küçüldük. Yeni şeyler kazanma derdine düşerken, tahrip ettiğimiz manevi değerlerimiz, dinimiz, diyanetimiz, yeni yaralar açtı durdu gönül âlemimiz de…
Gören gözler görmüyor artık, yapılan nasihatler faydasız.
Biz “Her şeyin en doğrusunu yapıyoruz ya!” öyle diyor nefsimiz. Oysa gözlerimizde devleşen isteklerimiz, Hak katında değeri olmayan küçücük şeyler.
Biz küçük şeylere takıldık kaldık yok yere.
Çelişkiler aldı gitti başını hayatımızda, iç başka dış başka. Dilimiz başka halimiz başka.
Her şeyi yıktık, yeniden inşa etmeye kalktık, sabit ve değişmez olan dinimizin kurallarını…
Nefsimiz can atıyor diye, dünyalık eşyaya, kendimizce fetva bulmaya başladık. Minareyi çalan kılıfını hazırlar ya, o misal. Biz de çoktan çaldık minareyi. Kılıf mı? O hazırdı bile!
Nefsimiz ne derse yaptık
Birilerinin başı örtülü ama etekleri kısa veya pantolonlu. Örtü ayetine tepeden tırnağa ters düşen, Yaradan’ın emriyle alakasız bir şekilcilik zuhur etti. Rengârenk giysiler donattı sokakları, fetva hazırdı; “Olsun, moda bu, ne yapalım şimdi devir böyle” dedi, içini rahatlatmak isteyenler…
Birilerinin komşusu aç ama kendisi tok, komşusunun fukaralığından haberi bile yok. “Benim daha çok ihtiyacım var. Hele şu evi, şu arabayı bir yenileyeyim, daha sonra” dedi vicdanını susturmak isteyenler…
Birileri faizin haram olduğunu çoktan unutmuş, “Ne çıkar, artık kazanmanın usulü böyle. Ticaret bu, olmazlar da olmalı bazen” dedi gözü doymak bilmeyenler…
Yanıyor sokaklar, yanıyor evler, yanıyor yürekler!...
Yok mu gören? Yok mu bu yangınları söndürmek isteyen?
Biz kendi isteklerimize göre hareket eder olduk. Hakka karşı vefasızlık baş gösterdi, başkalarının doğrudan sapması bizi kendimize getirmesi gerekirken, biz de onların peşinden gittik. İzlerini takip ettikçe izimizi kaybettik. Yol saptı, akıl şaştı.
Karıştı her şey, hal diliyle örnek olması gereken biz Müslümanlar; hal dilini unuttuk, bir Müslüman’ı andırmaktan bile uzağız şimdi. Dışımız yıkılmaya yüz tutmuş, harabe evleri anımsatır hale geldik.
Haram dediğimiz şeylere el uzatırken yanmıyor elimiz, dil uzatırken yanmıyor dilimiz, meylederken gönlümüz yasaklara; ıstırap duymuyor yüreğimiz. Bizi dünyaya bağlayan metalar çoğaldıkça hayatımız da irademiz de üçüncü yola takıldı kaldı, gönlümüz o yola kapıldı.
Akıllıca olanı yaptık, karlı olanı tercih ediyoruz, sandık.
Oysa yanıldık çok yanıldık.
Uyanmalı artık…
Haramlar mubahlaştı, helaller rafa kaldırıldı. Çünkü helal olan, nefsin sınır tanımaz arzularına yetmedi. Yetmeyince de “Bu da olsun, şu da olsun, ne olacak ki, kime ne zararı var ki…” tarzında cümleler kol gezdi dört bir yanda. Hakkın hoşuna gitmeyen hayatlar şekillendi yavaş yavaş…
Maddi boşluklar doldu dolmasına ya, manevi boşluklar ne olacak? Umursamaz tavırlarımız nereye kadar, nereye kadar dinimizden bir haber yaşayışlarımız?
Kurallar, çiğnenmek içinmiş öyle mi?
Hayır, öyle değildir. Allah’ın ayetleri kural değil mi? Kanunlar ve yasalar hayatı düzenlemek içindir. Kuranı Kerim, Allah’ın kanun ve hükümleridir.
Doğrular bunlarken, neden sırt çevirdik bunlara?
Başımıza gelen dertlerin, yaşadığımız problemlerin sebebi, özümüzden kopuşumuz, dinimizi unutuşumuz değil mi?
İslam’ın anlamı teslim olmak değil midir, biz nasıl bir teslimiyet noktasındayız ki dışımızı kendi istediğimize göre şekillendiriyoruz?
Biz Müslümanlığın neresindeyiz ki cebimiz para görünce Allah’ı unutuyoruz?
Biz nasıl Müslümanız ki gösterişli evlerde, saraylarda O’nu arıyoruz. Saray dediğimiz, ha yıkıldı ha yıkılacak dört duvar değil midir? O’nsuzken...
Galiba teslimiyetimizi yanlış yerlere yaptık.
Allah bizim yaratıcımız, halimiz ne olursa olsun, kazancımız ne olursa olsun, O hep bizim Rabbimiz değil mi? Öyleyse neden zaman, mekân ve hayatlarımız değişince unutuyoruz O’nu?
Ya da neden, O’nu unutturan şeylere bu kadar meylediyoruz?
O’nun verdikleriyle idame ettirmiyor muyuz hayatımızı?
O’na muhtaç değil miyiz, her an her saniye?
Kazandıklarımız O’nun emanetleri değil mi?
Ve O’nun istemesi halinde, bir ömür harcayarak elde ettiğimiz kazançlarımız bir anda çıkıp gidemez mi ellerimizden?
“Benim” demeye hakkımız yok, hep “O’nun” dememiz lazım. Nankörlüğün lüzumu yok, olmamalı. Nankörlük çıkmaz sokak gibi değil midir?
Kazandığımız dünyalıklar bize vazifelerimizi unutturmamalı, lakin unutunca, kendimizi soyutlayınca, Allah’ın koyduğu kanunlardan ve kurallardan manevi kayıplarımız çoğalıyor.
Cennete senedimiz varmış gibi rahatça gülebiliyor, rahatça uyuyabiliyoruz. Yarın geç kalabiliriz, telafi etmek için hatalarımızı ve ayıplarımızı.
Şimdi uyanmalı ve hatalardan dönmenin yollarını aramalıyız. Ve bir köşeye oturmalı tepeden tırnağa, içten dışa süzmeliyiz kendimizi.
Allah’ın isteklerine uymayan görüntümüzü, halimizi, tavırlarımızı bir bir elemeliyiz.
Biz, Allah’ın sevgisinden elenmeden…
ZEYNEP YETER ASLAN 



İnsanı ateş değil, kendi gafleti yakar; herkeste kusur görür, kendisine kör bakar. Neye nasıl bakarsan, o da sana öyle bakar... (Hz. Mevlana)









 "DİLDİR İNSANI MUAZZEZ EDEN,DİLDİR İNSANI MUAZZEB EDEN.."


Yüce Allah insanı yarattı. Sonra ona beyanı öğretti. Yani dil verdi. Kişinin ilmi ve aklı dilinin altında gizlidir. Allah rahmetini böyle gösterdi. Rahman, insanı yaratan, okumayı ve Kur’anı öğreten ve beyanı öğretendir. (Rahman, 55:1-5) insanın aklına, zekasına ve bilgisine tercüman olan dilidir. “Dildir insanı muazzez eden. Dildir insanı muazzeb eden…” İnsan dil ile değer kazanır ve yine dil ile değerini kaybeder. Hz. Ali (ra) “İnsan dilinin altında saklıdır. Konuşturunuz ne olduğunu anlarsınız” der. Kişinin aklını gösteren dilidir. Dil bir başka anlamı ile gönül ve kalp demektir. Kalbin tercümanı dil olduğu için her ikisine de dil denilmiştir. Kişi kalbinde olanı dile getirir ve kalbinden geçeni ifade eder. Bu nedenle kişi ne konuşuyor ve dilinden ne dökülüyorsa o odur.
İnsanın başını belaya sokan dilidir. Dil bazen bir aslan gibidir, bazen de yılan gibidir. Başının belaya girmesini istemeyen kişi dilini tutmasını bilmelidir. Konuşmak faydasız değildir; ama çok sözün de faydası yoktur. Söylemeyene dilsiz, çok söyleyene de geveze derler. Sözü az ve öz söyleyenin ömrü uzun ve bereketli olur. Konuşmasını bilmeyenin de başına gelmedik iş kalmaz.
Bilgisiz insan kör, sağır ve akılsız sayılır. Kişi bilgisini dili ile ifade eder; bilgisizliğini de… Bunun için atalarımız demişlerdir ki “Söz bilirsen söz söyle ki, sözünden ibret alsınlar. Bilmiyorsan sükût eyle seni insan sansınlar.” Her doğan insan ölür; ama söz bakî kalır. Sözünü söylemesini bilirsen ölümsüz olmayı da bilirsin.
Allah insana sermaye olarak hayatı vermiştir. Hayat sermayesinin kârı ise iyiliktir.Her canlı ölür. Nitekim nice insanlar öldü. Onlardan geriye sadece yaptıkları iyilikleri kaldı. Yaptıkları iyi şeyler onların iyi insan olarak anılmasını sağladı. Kötülerin de hepsi öldü, geriye kötülükleri kaldı. İyiler ve iyilikleri övülür, kötüye ise sövülür. Övgü kazanmak isteyen iyilik yapmayı kendisine adet edinsin ve iyilerle beraber olsun…
M. Ali KAYA

|Kardelen|“...LAİLAHEİLLALLAH MUHAMMEDEN RASULULLAH...



''ALLAH'ım Senden hidayet, takva,

iffet ve gönül zenginliği dilerim.''(Hadis-i Şerif)
AMİN ECMAİN

sübhânallah!...Elhamdülillah!...AllahûEkber!..♥

   

Tesbih, "dost"u anmanın / hatırlamanın komprime hapı...
Bir "et parçası" yüreği,
"nur yumağı"na çeviren nedir?
O'nun ismini demek, söylemek değil mi?

Öyleyse...

sübhânallah!

sübhânallah!

sübhânallah!


Kalbini rahat bırak. . .♥

   

Hani dua ediyordun, “hayırlısı olsun Rabbim” diye.
“Hayırlısı değilse olmasın” diye geceleri kalkıp yalvarıyordun O’na.
Bak, olmadı işte. Niye teslim olmuyorsun.
Yaratıcın duanı kabul etti işte.
Hayırlısı değilmiş ki, olmadı.
Fuzuli şekilde neden O’nun işine karışıyorsun.

Kalbini rahat bırak. . .

  Mustafa Ulusoy

Sen kendini nasıl övdüysen öylesin.Amin ecmain ♥

    


Allah’ım! Senin iznin ve yardımınla sabahladık ve akşamladık.
Yine senin izin ve yardımınla yasar ve ölürüz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.
Allah'ım! Öfkenden rızana; cezandan affına sığınırım. Senden yine sana sığınırım.
Sana övgüyü saymakla bitiremem. Sen kendini nasıl övdüysen öylesin.Amin

Yâ Rab, ihlâs ile yalvarıyorum..♥

  

"Yâ Rab, ihlâs ile yalvarıyorum,
Şuursuz, sabırsız “kul” etme beni.
Verdiğin nimetler saymakla bitmez,
Ne olur şükürsüz “dil” etme beni."
Hızır İrfan Önder

Şimdiye kadar senden ne umduysam buldum, şimdi Sen benden ne umduysan bende bulundur ey Rahman. . Senai Demirci

  


Şimdiye kadar senden ne umduysam buldum, şimdi
Sen benden ne umduysan bende bulundur ey Rahman. . .

  Senai Demirci

5 Aralık 2013 Perşembe

SENSİN BENİM AŞKIM ♥






Tükeniyorum Rabbim


Tükeniyorum Rabbim! Yalnız kaldığımı düşünüp, varlığının her an, her noktada tezâhür ettiğini, beni devamlı koruyup gözettiğini, gönlümden geçenlere dahî cevap verdiğini unuttuğum zaman, “Rabbim” demeyi unuttuğum an tükeniyorum!


Diriliyorum Rabbim! Sana yaslandığım, Sana güvendiğim, Sen’inle başlayıp, Sen’inle devam ettiğim, tüm işlerimi Sana havâle ettiğim an!


“Ne güzel Dost’sun” dediğim zaman diriliyorum.


Tükeniyorum Rabbim! Tüm sevdiklerimden; anne-babamdan, cânandan, ten kafesindeki cândan daha yakın olduğunu bilerek, ellerimi Sana açmayı, Sen’den netice, Sen’den çâre beklemeyi unuttuğum zaman!


“Bu dertler neden bana?” dediğim an tükeniyorum.


Diriliyorum Rabbim! Havayı soluyup Sen’inle dolduğum, gözümü açtığımda Sen’i bulduğum, en sağlıklı irtibatı Sen’inle kurduğum, tüm dünya bana küsse de Sen’in dostluğunu ümid ettiğim an! “Kahrın da hoş , lütfun da hoş” dediğim zaman diriliyorum.


Tükeniyorum Rabbim! Hayat enkâzı altında kaldığımda, çekiç misâli zaman beynime vurduğunda... Hayal, ideal diye, küçük hedefler peşinde koştuğumda... Dünya meşgalesine dalıp, bir cenneti, bir azabı, bir de ölümü unuttuğumda...


“Beni affet” demeyi azalttığımda tükeniyorum.


Diriliyorum Rabbim! Yandığımda Sen’inle söndüğüm, Seni hatırlayıp rûhumu güldürdüğüm, O sırlı gücünden kuvvet aldığım, Sen’inle yürüdüğüm, dua ederek Sen’inle konuştuğumda... İçimdeki tüm ırmaklar sana kavuştuğunda... Ruhum kitabın ve secdenle buluştuğunda… “Ya Rab, bırakma ellerimi” dediğimde diriliyorum. Yeniden cânlanıyor, cânıma cân katıyorum! Cânımda Sen’i buluyorum! Sen’inle huzur doluyorum!


Dirilişlerim, dostluğunun tercümesidir. Sen’i yâr bilişimin, yoluna serdâr oluşumun, sözlerinle hemhâl oluşumun işâretidir. Dirilişlerim, sana açılan tüm kapıların anahtarıdır... O kapılar önünde gösterebileceğim en güzel beraattır. Dirilişlerim, tüm yangınlardan firar edişim, sonu olmayan bir tebessümdür! Ruhumun ebedî dosta, yegâne vuslata ilerleyişidir. “La ilâhe illallâh”, Sen’den başka yok ilâh diyerek, kendimi Sana emânet edişimdir.


Durdur tükenişimi. Kabul buyur dostluğuna. Dirilt beni Rabbim!..