Pages

Subscribe:

CEVŞEN DUASI

B

28 Şubat 2014 Cuma

Sen ki suskun gönüllerde saklı kalanları bilirsin, ne arzu ediyorsak ver bize RABBİM…. AMİN…

  


                  Çırpınış….            

ŞU KÜÇÜCÜK KUŞ gibi çırpınıyor yüreklerimiz… bir dakika bile durmadan göğüs kafesimizde pıt pıt atıp, can suyunu pompalıyor duruyor..

kalp bir yanda çırpınıp dururken, ruh da beden mahpusluğunda çırpınıyor olmalı…yaşadığımız şu kaotik süreçte, hiç çırpınmaz mı ruh?..hiç çarpışmazlı benlikler?..hiç uçuşmaz mı hayaller, ümitler?…
çırpınan yüreğim "an"ı yaşamaktan geriye dönüp bakamaz oldu..çünkü geçmişe ya da geleceğe bakabilmek, durup düşünmek ister, tahayyül ister, ve en önemlisi vakit ister.
Vakit nimetini çok iyi kullanamadığımız bu dönemde, tüm bu muhasebelerden de uzak kaldım sanırım..
geriye dönüp bu bir ayı düşünmek istiyorum..
öyle çok şey gelip geçti ki gözlerimizin önünden..öyle çok hayat..öyle çok acı…öyle çok ibret…
her nöbet ayrı bir alemdi muhakkak..her insan ve her olay bambaşka kapılara açılıyordu..hangi kapıyı anlatsam..
yakın geçmişten başlayarak sıralasam…80 yaş üstü hastalar mesela..bir asıra yakın yaşamlarına neler sığdırdılar kim bilir..
en acısı, ömür nihayete erecekken, kimsenin kendilerine sahip çıkmaması olmalı..80li yaşlarda bir beyefendi, uzman nörolog ve uzman psikiyatrist, bir bakımevinden getirildi üstülelik çocukları olmasına rağmen…ne acı..
bir başka beyefendi, 1 ay önce sağlıklıyken birden geçirdiği felç ile yatağa mahkum kalınca, ve bir lokma ekmek verecek bir kişi bile yanında olmayınca, 1 ay hiç beslenmemişti hiçbir yere kıpırdayamamıştı..ve bir ayda sırtında 20x30cm’lik bir yatak yarası açılmıştı..tüm organları görünüyordu.."su" diye inlediğini seçebiliyordum yalnızca…ve ertesi gün vefat etti..Allah rahmet eylesin..
bir başka 80 yaş üstü hanımefendinin ise beni görmeden kendisiyle ilgilenen kızı, gayet kırıcı ve kaba davranırken, beni gördüğünde annesine tatlı dille güler yüzle bir şeyler söylüyordu…utandım..o insan adına o insanın annesinden utandım…
gencecik kızlar gördüm, bir sürü ilaç içip canına kıymaya teşebbüs eden..ve bir tarafta 80 yaşında yaşamaya direnenleri de..
genç olan yaşlı olanı, yaşlı olan genç olanı anlamıyordu..
hayatı bir film izler gibi izliyoruz bir aydır…acılara şahit oluyoruz ve bazen mutluluklara…
kan değerlerine bakıyoruz bütün gün..pek çoğu nizam içinde olması gereken değerler arasında seyrediyor..sağlık ne müthiş şey diyoruz..ne büyük nimet..
çok şükür diyoruz..bedenimize, ailemize, konumumuza..her şeye..
tüm bunlara dil ile şükretmek kafi olur mu hiç?….
Rabbim çırpınışlarımızı şükreylesin..Bize merhamet eylesin..
Ve tüm gafletimiz için bizi affetsin…
Dün tefe’ülde çıkan satırlardan bazıları sanırım buraya uygun düşecek..Mevlana diyor ki: "Dünya nedir? Tanrı’dan gafil olmaktır..Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret etmek ve kadın; dünya değildir." 1/983
ardından kitap diyor : Ölçü harika dedim kendi kendime. Zenginlik, çok para, çok altın, servet, kadın Dünya ya da zindan değilmiş meğerse. Sadece bunların insanı sahibinden gafil etmesi, habersiz bırakmasıymış. Vay canına asıl işi anladım şimdi. Ne olduğumuz neye sahip olduğumuz değil mesele. Kiminle olduğumuz. Asıl iş O’nunla olmak. Bu servetle de mümkün. Parasız da. Yapılması gereken O’nun verdiğini onun için harcamak sadece. Paraysa para. Sağlıksa sağlık. Bilgiyse bilgi. Ömürse ömür. ”**
işte böyle dedi tefe’ül…ve etkiledi hepimizi derinden…
bi çırpınış da böyle bitti…
O’nunla kalın inşallah efendim…
Rabia Nazik Kaya


27 Şubat 2014 Perşembe

Gözlerini kapat ve bana bak…Ben diye ne varsa gördüğün; işte o senin yokluğundur…

  

Allah’ı hatırlamak sermayedir
Akıl ve sağduyu varlığımın kökleridir.
Aşk varlığımın temelidir.
Şevk hayatımın aracıdır.
Allah düşüncesine dalmak yoldaşımdır.
İnanç gücümün kaynağıdır.
Hüzün arkadaşımdır.
Bilgi silahımdır.
Sabır elbisem ve erdemimdir.
İlahi İRADE’ye boyun eğmek vekarımdır.
Hakikat kurtuluşumdur.
İbadet alışkanlığımdır.
Ve namaz gözümün serinliğinde, zihnimin sükunetinde yer alır.

Hz. Ali  




Bir insan sahip olduğu şeyden ne isterse, efendisi kölesinden nasıl bir itaat beklerse, Allah’da kulundan bunu bekler. 
İnsan makine alır, kendisi için çalıştırır, araba alır gideceği yere ulaşmak için; Allah da kullarını yaratmış, kendisine itaat etsin diye…
Kâinattaki her şey Allah’a itaat eder. 
Toprak zerre zerre Allah’ın emrindeki, toprak gibi bir şeyden her şey yaratılıyor. 
Yıldızlar ve gezegenler Allah’ın emrindeki, o çok büyük şeyler, hızla hareket ettikleri hâlde çarpışmıyor! 
Gökte yıldızlara, toprakta köklere, suda balıklara, vücudumuzda hücrelere hükmeden Allah’tır. Her şey Allah’ın emrindedir! 
Her ağacın yaprağı farklı, her yaprak topladığı enerjiyi köke veriyor. Kök, yapraklara su gönderiyor. Ağaç bütünüyle seferber olup, meyvesini veriyor… O meyveler de şifa kaynağı depolanmış insan için… 
Güneşten gelen ışıklar, bulutlardan gelen sular, dağlardan gelen rüzgârlar insan için… 
Kocaman kâinatı insanın hizmetine sokan Allah, insandan da kendisine “İTAAT” etmesini istemektedir. 
İnsan vücudu bir çiftliğe benzer. Organlarımız o çiftlikte çalışan makinelerdir. 
Allah diyor ki: “O çiftliği benim adıma çalıştırın. Çiftlikteki aletleri benim adıma işletin; size cennet gibi bir ücret vereceğim!” 
Bunun tersini düşünelim. 
Adam Müslüman… Eğer içki içiyorsa, kadeh tutan eli, gayrimüslim elidir. 
Adam Müslüman… Haram lokma yiyorsa, ağzı gayrimüslim ağzı gibidir. Bu sebepten ‘Müslüman’ım’ diyenler, organlarını tek tek İslâm’a uydurmak zorundadır.
Aksi halde çiftlik Müslüman’dır, çalışanlar gayrimüslim… 
Almanya’ya gittiğimde dediler ki: 
“Sen de bir şeyler söyle…” Dedim ki: “Ey Müslümanlar! Mister Huk’a itaat ettiğiniz kadar, Allah’a itaat edin, evliya olursunuz!” 
Camiden çıkarken, bir adam ağlaya ağlaya yanıma geldi. 
“Ben…” dedi: “Amerikalı patronuma itaat ettiğim kadar, Allah’a itaat etmiyorum. Allah beni affeder mi?” 
“Allah Rahman ve Rahim’dir. Tövbe et. Haramları terk et, sünnet-i seniyyeye ittiba et; çok muhterem insan olursun.” 
Sahabenin geçmiş hayatını düşünün. Onlar bir tövbeyle her türlü haramı terk etmişler, her türlü helale ittiba etmişler. Ve mükemmel insan olmuşlar. Bu yol, herkes için açıktır…
Sen âmirine, kumandanına, patronuna, babana ve ustana itaat eder gibi Allah’a itaat etmeyi öğrenmelisin! 
Sen, evini, barkını düşündüğün gibi, dinini imanını düşünmelisin! 
Sen, parçalanan bir gemiden, okyanusa düşmüş kazazede de olsan, intihara hakkın yok, çırpınmalısın! 
Sen, uzun yolların yolcusu değil, camiyi sokağa bağlamaya memursun! 
“Rabb’im, nihayet Sana itaat edeceğiz…
artık ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı,
Belki bir sabah vakti, belki gece yarısı,
Artık nefes almayı bırakıp gideceğiz…” 
Hekimoğlu İsmail






25 Şubat 2014 Salı

Her pişmanlık, yeni başlangıçlara gebedir. Sus ki, yeni başlangıçlara yürüyelim birlikte. Suskunluğun, umutlarımızın adı olsun. Sus yüreğim…



Kalbi olanlarin çok az oldugu bu yitik çagda hüzünlenmek bir ayrıcalıktır… Hüznü tasımak ta…



Allah (c.c) Razı İse, Dünya Küsse Ehemmiyeti Yok..

Bismillahirrahmanirrahim

Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı.
 
Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti
 yok.
 
Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.
 
O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve 
hikmeti iktiza ederse,
 sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara
 da kabul ettirir, onları da razı eder.

Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya,
yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak
 gerektir.
 (Lem’alar, İhlas Risalesi)

Bediüzzaman Said Nursi







Yağmur Yolcusu…


Seher vakti yağan yağmur toprağa düşerken, yüreğime de düşüyor damla damla. Pencere kenarındayım. Toprağa düşen rahmet damlalarını seyrediyorum. Gökyüzünden yollar geçiyor kalbime doğru. Yağmuru bekleyen toprak olmak geliyor içimden. Toprak; Rabbin 'e muhtaç, yağmuru bekliyor hasretle… Sonunda Arş-ı Âlâ’ya yükseliyor toprağın duası ve meleklerin kanatlarında damla damla rahmet iniyor yeryüzüne.
Hasretin sancısı dalga dalga vuruyor kalbimin limanına. İnsan iken, Rabbime olan muhtaçlığımı unutup beyhûde geçirdiğim zamanlarıma ağlıyorum. Yağmuru bekleyen toprak olmak istiyorum.
Ağlıyorum… Ağladıkça yangınlarım sönüyor. Meğer yana yana kül olmuşum. Gafletin acımasız soğuğunda, acıyı hissetmeyecek kadar üşümüş yüreğim. Karaya vurmuş bütün gemilerim…
Ağlıyorum… Pişmanlık acıtıyor içimi. Unuttuklarım, kıymetini bilmediklerim, önemsiz gördüklerim tek tek düşüyor yüreğime. Gözümün önünden perdeler kalkıyor ve hayalî bir yolculuğa çıkıyorum. Önce bir hastaneye düşüyor yolum. Nefes almak için oksijen tüpüne bağlı ve bir defa rahat nefes alabilmeyi dünyalara değişmeyecek insanlar görüyorum. Ne zaman nefesi daralsa astım spreyine sarılan insanlar acıtıyor yüreğimi. Aldığım her rahat nefes kadar utanıyorum. Tekerlekli sandalye ile hayata tutunan insanlar takılıyor gözlerime. Acılarını birlikte yaşıyorum sanki. Mıhlanıyorum olduğum yere. Yürüyemiyorum… Attığım adımlar kadar utanıyorum.
Haykırmaktan sesi kesiliyor yüreğimin. Dört bir yanda inşirah çiçekleri arıyorum. Unuttuklarım yıkılmış üzerime. Enkaz altındayım… Nefes alamıyorum…
Ağlıyorum… Özgürlük nedir diye soruyorum kendi kendime. Hayalen çıktığım yolculukta, yolum bir hapishaneye düşüyor. Bu dört duvar arasındakilere ‘kader mahkûmu’ derler. Kader, mahkûm eder mi ki insanı? Kadere teslimiyet, mahkûmiyet olur mu? Kendi elleriyle yıktığının suçunu neden kadere yükler ki insan? Kalbim, içinden çıkamadığı soruların ardında feryat ediyor. Susturamıyorum… Asıl mahkûmiyeti ben yaşamışım meğer. Anlatamadıkları varmış yüreğimin. Yüreğim, demir parmaklıklar ardında, söyleyemediklerinin acısıyla yapayalnız kalmış.
Yüreğim yetimliğine ağlıyor şimdi… Ne olur ağlama yüreğim. Ağlayıp da körükleme pişmanlığımın ateşini. Kanayan yaralarıma bir de sen tuz basma, ne olur.
Her pişmanlık, yeni başlangıçlara gebedir. Sus ki, yeni başlangıçlara yürüyelim birlikte. Suskunluğun, umutlarımızın adı olsun.
Sus yüreğim…
Sus ki, çığlıkların duyman gerekenleri engellemesin. İsyanın kör kuyusunda çaresizliğine ağlayan zavallı rolü yapmak yerine, hayata dönebilesin. Sus ki, bir kez daha kırılmasın kanatların. Bırak dilinin söyleyemediğini gözlerin anlatsın. Sana da sessizliğinle övünmek kalsın.
Avun yüreğim…
Yaşamak için, yüzü ebediyete dönük sebeplerinle avun. Ölümü de götür gittiğin yere. Giderken, şairin mısralarını da al yanına.
‘Öleceğiz,öleceğiz müjdeler olsun,
Ölümü öldüren Rabbe secdeler olsun’ (N.Fazıl Kısakürek)
Bırak mısralar aydınlatsın en sevgiliye giden yolları. Ölümün adı olsun vuslat…
Gülümse yüreğim…
Komik şeyler arama gülmek için. Yaşadıkça, acılar içinde gülümsemeyi de öğreneceksin. Bin sevincin öğretemediğini bir acı öğretecek sana. Acılarla olgunlaşacaksın.
Öğreneceksin yüreğim…
Dünyanın hasret, ölümün vuslat olduğunu öğreneceksin. Zamanla sığamaz olacaksın bu hasret diyarına ve duaların yetişecek imdadına. Bir gün, heybendeki dualarla Hakk’a yürüyeceksin…
Kübra Günaltun

24 Şubat 2014 Pazartesi

Yalnızlık… Senden eski, benden biri !....



Yalnız hüznü vardır kalbi olanın

Belki de sıradan genellemeler gerçeğin ta kendisi!
Belki de birçok şey bu kadar basit aslında!
Mesela…
Galiba…
İnsanlar ikiye ayrılıyor temelde…
Yalnız kalamayanlar ve yalnız kalabilenler.
Hep yalnızlıktan kaçanlar ve hep yalnızlığa kaçanlar.
Yalnızlığından gizliden gizliye nefret edenler ve gizli gizli yalnızlığı özleyenler.
Şu ömrümde hem yaşayarak hem de okuyup kavrayarak öğrendiğim o ki…
Bu ayrım aynı insanda zaman zaman görülen iki ayrı ruh hali falan değil.
İki farklı kişilik bu.
Ya öylesin, ya böyle!

****

Nereden geldim buraya?
Bir perşembe günü, Vatan’ın bir sayfasında, neden birdenbire yalnızlık konusuna girdin, diyeceksiniz…
Son zamanlarda yazılarımda ve televizyondaki bir iki programda yalnızlığın tatlarından ve yalnızken ki halimden hoşnut oluşumdan sanırım çok söz ettim.
Şimdi nereye gitsem, bana gönderilmiş hangi e-mektubu okusam “yalnızlık”tan söz açılıyor.
Ama yavaş yavaş fark ediyorum ki, herkes başka bir tarafından tutuyor yalnızlığı. Galiba hepimiz hayat karşısında o kadar körüz ki yalnızlığı da tuttuğumuz yerinden tanıyor, öyle tarif ediyoruz.
Bu bakımdan, yani yalnızlığı yüceltenlerden biri olarak birkaç şey daha söylemem, bazı yanlış anlamaları önlemem gerek diye düşünüyorum.

***

Bir… Yalnızlığa mahkûm olmak ya da mahkûm bırakılmak “yalnız olmak” değildir. Asla karıştırılmamalı.
İki… Başkalarıyla birlikte olmayı sevmiyorsan yalnızlığının değerini bilemezsin.
Üç… İncinmiş, çizik yemiş hassas ruhların nekahet için kuytulara kaçmaları başkadır, insanın kendi yalnızlığıyla dost olması başkadır.
Dört… Penceresi açık olmayan, içeri güneş sızmayan bir oda “hücre”dir; yalnızlığın sarayı değil. Hayat korkusuna yenilenleri yalnızlık düşkünleri sanmayın!
Beş… Yalnızlığın saltanatı sokaklarda, kalabalık meydanlarda sürülür. Ha… Bir de sessiz taraçalarda, alçakgönüllü balkonlarda ve (Nietzsche’ye selam olsun) soğuk, ıssız tepelerde yaşanır.

***

Bunları düşündüğüm bir gece…
Saat tam 01.03’te…
E-mektuplarımı da okuyabildiğim cep telefonum birdenbire titremeye başladı.
Baktım. Beni tatlı yalnızlığımdan çıkartıp başka güzelliklere taşıyıveren bir mektup…
İçinde Pinhani’nin son albümünde yer alan “Yalnızlık” şarkısının sözleri var.
Muhteşem sözler!
Sorun hiç entelektüelleştirmeden, laf kalabalığına getirmeden, tümüyle gündelik hayattan kalkarak nasıl bu kadar iyi anlatılır!
Şarkının sadece iki “dörtlüğü” nü buraya alıyorum. Demek istediğimi anlıyacaksınız.
“Çocukken ben oynardım kendimle
Yalnızlıkla hayaller peşinde
Simdi senle beraber olsak da
Ben yalnızım yalnızlık özümde
Bu yalnızlık içime işlemiş
Çıkartamazsın çünkü o senden eski
Bu yalnızlık içime işlemiş
Çıkartamazsın çünkü o benden biri…”

Haşmet Babaoğlu




Tesadüfen tanıştık seninle 
Uzun zamanda alıştık birbirimize 
Beni benden alırsın istersen 
Ama yanlızlığım sürer hep derinden 

Bu yanlızlık içime işlemiş çıkartamassın 
çünkü o senden eski 
Bu yanlızlık içime işlemiş çıkartamassın 
Çünkü o benden biri

Çocukken ben oynardım kendimle
Yanlızlıkla hayaller peşinde
Şimdi senle beraber olsakta
Ben yanlızım yanlızlık özümde

Bu yanlızlık içime işlemiş
Çıkartamassın çünkü o senden eski
Bu yanlızlık içime işlemiş
Çıkartamassın çünkü o benden biri

Yalan..Candan Erçetin


Yalan - Candan Erçetin (Dünyada ölümden başkası... 



Geri döndüren gördünmü geçmişi
Boşa soldurdun o nazlı gençliği
Bir avuç toprak için yor kendini
Dünyada ölümden başkası yalan
Yalan başkası yalan
Zaman kendine benzetmez herşeyi
Hesapsız açar baharlar pembeyi
Açmadığın dalda sözün geçermi
Dünyada ölümden başkası yalan
Yalan başkası yalan
Sitem etme haberi yok dağların
Gözlerini ellerinle bağladın
Faydası yok geç kalınmış figanın
Dünyada ölümden başkası yalan
Yalan başkası yalan

Gönül Bir Sevdaya Düşmüş...


Ahmet Öztürk -Vahap Kirmizibayrak - Gönül bir...



Ahmet Öztürk
Vahap Kirmizibayrak
Gönül bir sevdaya düşmüş
Adına muhabbet derler
Aramış dostunu bulmuş
Can cana sohbet ederler
Muhabbetimiz var bizim
Kaynar coşar durmaz özüm
Cahile sor edepsizim
Adıma gaybet ederler
Arar bulur can dostunu
Doldurur gönül destini
Erenler sermiş postunu
O dosta hürmet ederler
Muhabbetimiz var bizim
Kaynar coşar durmaz özüm
Cahile sor edepsizim
Adıma gaybet ederler
Gönül şehri nehir gibi
Akar durmaz derin dibi
Misali gönül sahibi
Varmaya gayret ederler
Sözler: Adem Aslandoğan

20 Şubat 2014 Perşembe

Ey insanoğlu neden abes düşünürsün? Sen dal isen gövde “Tek”dir..Sen kul isen, gövde “Bir” dir.

 



SEN VE BEN....


Ellerimden tutsan…

Yeniden “bekle” desen ve bekleyecek kadar yüreğime su serpsen..

Susuzluğumu da sende fark ederim, suyu da… Nedir bu “ben”liğimdeki “ben” sevdası bana yol göster.

Terk etme beni, lâyık olmasam da, aç bana yüreğini ve denizlerini…

Yüzüm yok! Bu çırpınışlarda daralır yüreğim.

Yüzüm yok! Yine de sevmeni beklerim.

Yüzüm yok! Ben umudu senden öğrendim.

Sanmayın yüreğim durgun deniz, içimde bir Mûsa ve bir Firavun yaşar, benden çok ev sahibi…

Damarlarımdaki kan kadar kırmızıdır sevdam ve yüreğim bu sevdaya yanar.

Çelişkili ömrün son demlerinde koysam da bu savaşın adını, yine de ararım yalnızlığımda dostun kapısını…

Bir sır mıdır bu insanın içine akıtılan? Ve bu sırrın doğum sancısı mıdır bendeki başlayan?

Doğrulmak ve yeniden Mevlâ’ya ulaşmak için mi bu buram buram hüzün?

Ve sen..

Ellerimden tutsan….

Yeniden “sabret” desen ve sabredecek kadar sadrıma huzur versen…

Sonra ağlasam… Bu çaresiz ateşlenmelerimin ilacını sende bulsam… Bir yangın makamı bu kadar mı öfkeli eritir içimi? Bir sevda bu kadar mı özlenir?

Tövbeler ve tövbeler… Bu dönüşler korkarım kolay olmayacaktır… Puslu yılların ardından ölsem ve yeniden senin yolunda dirilsem…

Söyleme, lâyık olmadığımı n’olur söyleme…

Yokluğunda çok yandı, belki adam olur bu yürek şimdi seninle …

Ardından attığım adımlar kadar yol gitmişim hayatta… Senin ismini duyduğum kadar sesler kıymetlenmiş… Ve seni andığım kadar zaman günahlara “dur” demiş…

Karanlıklar vadisisinde kalbim, bir kibrit yakmanı beklerim.

Neresindeyim bu hayatın ve senin kalbinde miyim?

Alır beni bu esen düşünce rüzgarı ve iklimlerim yokluğunda acıtır ve üşütür içimi…

Yalnız sende var yüreğimin nefesi…

Bil ki, ben âcizim; bil ki hatalarımla dolu yüreğim ve çaresizim…

Sen…

Tutsan ellerimden…

Yine içime baksan ve titrese tüm benliğim taa ki son nefesime kadar…

Sonra değişse tebessümlerim… Bir hikayesi olsa çilelerimin..

Seni anlatsam… Anlatsam… Anlatsam..

Yer-gök beni arasına alsa… Kâinatı okusam…

Açsan ellerinle perdelerimi ve şereflensem dost cemali ile…

Bir yangın bu kadar mı güzel olur şimdi?

Ruhlar hapishânesiymiş ya dünya, sen beni kurtarsan…

Kalbimin kilidini tek bakışınla kırsan!..

Sevginin derinlerinde yalnız seninle kaybolsam…

Bir ömür bu, bitmeye adanan… Bir insanım ben, kendini tanımayan!

N’olur… Söyleme layık olmadığımı!. Sen de beni bırakıp gitme…



Sevgim, tek gerçeğim!..

Bu yolda imanımın derdindeyim 
ve yine tek senin izindeyim, 
tek senin kapında dizüstü çökmekteyim 
ve yalnızca “gel” demeni beklerim…

Hazan...

  

HAZAN

Gülşene çökünce sükût-u hazan
Bülbülün diner mi çeşm-i giryanı
Dökülür yapraklar solar nâgehan
Cihanı tutsa da sessiz figânı

Melanî

7 Şubat 2014 Cuma

Sakiya mey sun ki bir gün lalezar elden gider

 


Sakiya mey sun ki bir gün lalezar elden gider


Sakiya mey sun ki bir gün lalezar elden gider 
Erişir fasl-ı hazan bağ-u bahar elden gider. 

Her nice Zühd-ü salaha mail olur hatırım 
Gördüğümce ol nigarı ihtiyar elden gider. 

Şöyle hak oldum ki, ah etmeye havf eyler gönül 
Lacerem bad-ı saba ile gubar elden gider. 

Gırre olma dilbera hüsnü cemale kıl vefa 
Baki kalmaz kimseye nakşünigar elden gider. 

Yar içün ağyar ile merdane ceng etsem gerek 
İt gibi murdar rakib ölmezse yar elden gider.

Avnî (Fatih Sultan Mehmet)

Kimsesiz Hiç Kimse Yok

    


Kimsesiz Hiç Kimse Yok
Hiç kimse yok kimsesiz 
Herkesin var bir kimsesi 
Ben bugün kimsesiz kaldım 
Ey kimsesizler kimsesi 
******* 
Kimse aradığım yollarda 
Kimsesizlik kimsem oldu 
Dinsin artık hicranın cana 
Kimse aradığım yollar 
Kimsesiz kimselerle doldu
 
Avnî (Fatih Sultan Mehmet)

Bâde-i nâb ile buldu rûh-ı cânân revnak

  

Bâde-i nâb ile buldu rûh-ı cânân revnak
Gazel 

Bâde-i nâb ile buldu rûh-ı cânân revnak 
Gûyiyâ güller ile buldu gülistân revnak 

Zülf-i miskîn ki rûh-ı yâr ile tâbende durur 
Şem'-i pürnûr ile san buldu şebistân revnak 

Göricek yaşımı naz ile salınır ol yâr 
Cûyibar ile bulur serv-i hırâmân revnak 

İşidip nâlemi handân olur ol yâr bulur 
Na'ra-i bülbül ile gonca-i handân revnak 

Eşk-i çeşmimle olur lâ'l-i leb-i yâr ferah 
Tâb-ı kevkeble bulur lâ'l-i Bedahşân revnak 

Hatt u hâl ile bulur Avnî rûh-ı yâr şeref 
Bâblarla nitekim buldu Gülistân revnak
 
Avnî (Fatih Sultan Mehmet)

Eyleme gönlün gözün cevr ile Avnî'nin harâb Dürr ü gevherler verir bu bahr ile kânım sana ...

   


Ağlasa derd-i derûnum çeşm-i giryânım sana

Ağlasa derd-i derûnum çeşm-i giryânım sana 
Âşikâr olurdu gâlib râz-ı pinhânım sana 

(Sevgili!) İçimdeki dertler ile, yaş dolu gözlerim senin için ağlayacak olsa, (gönlümdeki) gizli sırlarım (gözyaşlarıma) gâlip gelir ve (sırlar) sana aşikâr olurdu. 

Mesned-i hüsn üzre sen ben hâk-i rehde pâymâl 
Mûr hâlin nice arz ede Süleyman'ım sana 

Sen güzellik tahtında (oturuyorsun): bense yolunun toprağında pâymâl (ayaklar altında) kalmışım. Hâl bu iken a Süleyman'ım, sana bir karınca (denli âciz olan) durumumu nasıl arz edeyim? ' Divân edebiyatında Süleyman ihtişâmı; karınca da acziyet ve zayıflığı temsil ettiği için şair de kendini karınca; sevgilisini Süleyman olarak nitelendirmiştir.' 

Şem'i gör kim meclisinde ağlayıp başdan çıkar 
Hoş yanar yıkılır ey şem'-i şebistânım sana 

Muma da bak! Senin (bulunduğun) meclisinde ağlayıp baştan çıkmakta. Ey odamı aydınlatan! O mum senin için ne de hoş yanıp yıkılıyor. 'Mum yanarken, baştaki fitilin kenarlarından ağlıyormuş gibi akar. Şair buna gıpta ediyor ve onu sevgilinin aşkı ile baştan çıkmış veya o uğurda başını vermiş olarak gösteriyor.' 

Subh gibi sâdık olduğum gam-ı aşkında ben 
Gün gibi rûşen durur ey mâh-ı tâbânım sana 

Ey ay gibi parlayan sevgilim! Benin sana karşı, aşkının yolunda sabah kadar sâdık olduğum, (doğrusu) gün gibi âşikârdır. 

Dün rakîbin cevrini men' eyledin ben hastadan 
Eyledi te'sir gûyâ âh u efgânım sana 

Dün rakiplerimin, aşkının hastası olan bana yaptıkları eziyetleri meneyledin. Galiba âh ve feryatlarım sana tesir etmiş! 

Zahm-ı hicrân şerhi çün mümkün değildir dostum 
Sîne-çâkinden haber versin girîbânım sana 

Dostum! Anlaşılan o ki (bağrımdaki) ayrılık yarasının şerh etmek mümkün görünmüyor. (Bari) açık duran şu yakam, (aşkından dolayı) göğsümdeki (şerha şerha olmuş) yarıkları sana göstersin (de insafa gel!) 

Eyleme gönlün gözün cevr ile Avnî'nin harâb 
Dürr ü gevherler verir bu bahr ile kânım sana 

(Sevgilim!) Eziyetlerinle Avnî'nin gözlerini ve gönlünü harap etme! Zira bu deniz (gibi coşkun gözlerim) , sana inciler; bu maden ocağı (gibi gönlüm) de mücevherler sunar.



Avnî (Fatih Sultan Mehmet)

Bugüne kadar hiç aç kalmadıysan, hep aç kalanların ekmeğini yemiş olabilirsin. Birilerini aşırı doyuran, birilerini de aç bırakan bu zalim paylaşımın aşırı doyanları arasında kalma. Dağıt! Nasılsa dağılacaksın! Senai Demirci




Bugüne kadar hiç aç kalmadıysan, 
hep aç kalanların ekmeğini yemiş olabilirsin.
Birilerini aşırı doyuran, birilerini de aç bırakan 
bu zalim paylaşımın aşırı doyanları arasında kalma. 
Dağıt! Nasılsa dağılacaksın!
Senai Demirci