Pages

Subscribe:

CEVŞEN DUASI

B

25 Nisan 2014 Cuma

oyy o kucakta ben olsam keşke :) yerim yerim ben bu şekeri...

İnşa'Allah ♥ amin ecmain..

  
Anahtarı Bismillah olanın, işi yarım kalmaz.
Anahtarı İnşallah olanın, planı bozulmaz.
Anahtarı Maşallah olanın, içi kararmaz.
Anahtarı Sübhanallah olanın, eksiği olmaz.
Anahtarı Elhamdülillah olanın, rızkı azalmaz.
Anahtarı İman olanın, açamayacağı kapı olmaz.

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân, Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma, bir küçük tevbe ayı Cemaziyelahir, ömür ve şahsiyetlerimiz, âhir ve âkibet, zâhir ve bâtınlarımız hayrola..

Nasıl başlayacağını bilene,
 Oysa ki sizi de yaptığınız şeyleri de Allah yaratmıştır. [Sâffât:96]

Başlayâlum söze Bismillâh ile
Bir niyâz eyleyelüm Allâh ile
 



Allah adın zikredelim evvelâ
Vacip oldur cümle işte her kula

Allah adın her kim ol evvel ana
Her işi âsan ede Allah ona



Besmele, her kitabın anahtarıdır. [Hadis-i Şerif]

Kuran-ı Kerim'de ilk ayet oluşundan maâda, Adem aleyhisselam'a inen ilk ayetin de, Mühr-i Süleyman aleyhisselam'da ilk satırın da "Bismillahirrahmanirrahim" olduğunu okumuştuk vaktiyle...
Allah adı olsa her işin önüHergiz ebter olmaya anın sonu
Her nefeste Allah adın de müdâm
Allah adıyla olur her iş tamam

Rabbiyle yola çıkan kimse yolda kalmaz, işi aksamaz; nefsiyle yola çıkanın ise işi zor ve yolu sarp olur. Nihayette başarılı olmanın alameti, başlangıçta Allah'a yönelmektir. [İbn Atâullah el-İskenderî]
Madem Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi bu Cuma sayfamıza  Bismillah ile başlayalım. Hem zaten başlamalarımın hepsi senin isminle Ey Allahım! Senin adına buyur edildim varlık evine... Adını anışım bile senin izninle… Kimseler adımı anmazken, adımı Sen andığın için, dudağım şimdi seni anmanın eşiğinde... Hatırım sorulmazken, hatırımı bilip kendi şerefli muhatabın olarak seçtiğin için beni, Seni anabiliyorum şimdi… İşte şimdi, burada bana verdiğin hayatla, bana lutfettiğin nefesle, bana bahşettiğin dil, damak, dudakla, bana ihsan ettiğin hidayetle Sana sesleniyorum: Bismillahirrahmanirrahim 

Hani Habibi Kibriya Efendimiz'in besmele ile ilgili "Kâinatın bir dili varsa o da besmeledir" hadis-i şerifinin hattatları aynen çok kuvvetli bir ışığın kelebekleri kendisine çekmesi gibi besmeleye çekmiştir ya işte öylece adınla başladığımız satırları Sana doğru çeksin diye çektik can özümüzden besmeleyi:Bismillahirrahmanirrahim
Allah'a hamd ederek başlarız Besmele'yle
Rabb'im, Sen bu fakîri ihvâna feyyâz eyle!

Mecbur değildin ama bana, mektuba, okuyana hayat verdin. Bensiz de edebilirdin ama beni yanında tutmayı diledin, insan olmamı dilemiş olmasaydın kimse hesap sormazdı Sana Ama Sen, bir tek Sen vazgeçmedin benden ey Rahman! Hak etmediğim bu varlığıma, bir de sonsuzluk vaad ettin Ey Rahim! Hiç ummadığım bu insanlığımı, bir de cennet ümidiyle sevindirdin, sonsuz yakınlığınla onurlandırdın: Ey Allah ey Rahman ey Rahim, İyiliğine nasıl karşılık veririm: Bismillahirramanirrahim
[NEV-NİYÂZ ve DEDESİ]
Demek bu hafta da Besmele'den açtık kapıyı dedem…Öyle ya… Bu açılış Besmele'nin kuvvet ve kudretinin nihayetsizliğindendir. Besmele, her şeyi teshire, her şeyi tesire kadirdir. Elverir ki can özünden besmeleyi çekince, sıdk û ihlâs ile kendini aradan çıkararak söyleyebilesin!
Yemeğe başlarken Bismillah deyip lokmaya uzanırız işte sultanım, nasıl çıkalım kendimizi aradan hem o halde işkembe-i kübrâmız nasıl nasiplenir nimetten!?Malûmdur ki, her işin başında Besmele, o işe gafletle başlanmayıp Allah'ı bilerek ve düşünerek başlandığına işarettir. Yemeğe başlarken evvela "Besmele" çekilmesi, sonunda "Elhamdülillah" denilmesi İnsanı doyuranın yemek değil, Allah'ın "Rezzâk" sıfatı olduğunu anlatmak içindir.
Şimdi işin bir de madde tarafı yok mudur? Ortada bir sofra var, yumuluyorsun ve doyuyorsun afiyetle, besmeleye ne hacet diye sual edilemez mi? Yani diyeceğimiz o ki işin başında can özünden çekilen bir besmele olmazsa ya işler Allah adıyla başlamazsa ne olur?
Besmele ile başlamayan her mühim iş sonuçsuz kalır. [Hadis-i Şerif]
Ne olacak o işin ortağı şeytan olur. Hadisi şerifte geçer Habib-i Kibriya Efendimiz: "Kişi evine girerken ve yemek yerken besmele çekerse, şeytan, askerlerine; «Burada ne geceleyebilir ne de yemek yiyebilirsiniz.» der. Eğer o kimse eve girerken besmele çekmezse, şeytan onlara; «Geceyi geçirecek bir yer buldunuz.» der. O şahıs yemek yerken besmele çekmezse şeytan yine askerlerine; «Hem barınacak yer hem de yiyecek yemek buldunuz.» der." buyuruyor.
Sade bir Besmele şeytandan uzak durmaya yeter mi?Ah bu besmele cümle kapıları açar. Besmele açar. O Besmele ki içerisindeki Allah, Rahman ve Rahim esmalarıyla derin manalar ihtiva eder. Bizleri maddeden manaya geçiriverir…
Bizim için de açsanız kapıları…Bizim her işe başlarken Besmele çekmeyi âdet edinmemiz, şiâr edinmemiz lâzım... Yapıyor muyuz, yapmıyor muyuz? Bilmiyorum! Yalnız böyle can korkusu olduğu zaman, böyle ihtiyar teyzeler filan arabaya binerlerken "Bisssmillaaahirrahmanirrahim" diye biniyorlar çünkü korkuyla gidiyorlar. Tayyareye binerken çok besmele çeken duyuyorum, inerken besmele çeken yok! 
"İndik tamam" diyor...Tabi bu hal de Allah-ı Zülcelel'in yüceliğinin işaretlerinden, göstergelerinden biridir. O'ndan başka sığınacak yer olmadığının kafamıza dank etmiş olması halidir. Ama normalde kalkarken, otururken, eve girerken, evden çıkarken, bir şey yerken, içerken, giyinirken, arabaya binerken hep "besmele" değil mi? Ne diyoruz Besmele ile biz? 
Bismillahirrahmanirrahim... Yani Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismi ile...Peki.. biz bunu söylerken Allah'ı kendimize yardımcı ve uşak mı tayin ediyoruz! 
Aman efendim, Sümme hâşa!Dikkat edin! Çünkü hep sıkıştığımız zaman Besmele çekiyoruz. Demek ki öyle yapıyoruz... Haşa diyoruz ama farkında değiliz, hep yardımcı tayin etmek için yapıyoruz, elbette yardım isteyeceğiz o başka mesele ama Halifetullah olduğumuzu unutuyoruz: "Ya Rabbi ben senin yeryüzünde halifenim, senin nâmına bu işi yapıyorum!" demek olduğunu aklımıza bile getirmiyoruz. Besmele çekmek hakikatte buna denir, yaptığın işini Allah nâmına yapıyorsun, ona göre ne yapacaksan yap hadi, buyur ona göre yap! Öyleyse Besmeleyi çekerken "Ben yeryüzünde Allah'ın halifesiyim, yaptığım her işi O'nun halifesi sıfatı ile yapıyorum" diyerek yaparsak o zaman hem Rabbimizi yardımcı tayin etme, O'nu şahsi hizmetimizde kullanma gibi küstahlıktan vazgeçmiş oluruz, hem de yaptığımız iş daha başka türlü olur, bereketlenir…
Rahman ve Rahim olan Allah'ın tecellisiyle bereketleniyor işimiz, günümüz, ömrümüz…Kur'ân'ın ilk cümlesi olan "Besmele"de "Rahman" ve "Rahîm" isimleriyle sıfatlanan "Allah" ismi, fiili tecellîdir. İnsân başladığı her işe "Besmele" ile başlar ve Rahman ve Rahîm olan Allah'tan başka fâil, yâni yapan ve işleyen olmadığını düşünür, aynı zamanda kendisini en küçük işlediği işlerden tamamıyle fânî (kendisinin işlediği bu işlerde en küçük bir katkısının olmadığını) bilirse, işbu tecellî Allah'ın insâna olan fiili tecellîsinden ibârettir. Bu tecellî Hakîkat yoluna girmenin başlangıcıdır.
Yani bu tecelli ile Besmele, âlemin ve Kur'anî hakikatlerin kapılarını açan bir anahtar oluyor…Hem nasıl anahtar… Her can için, "Bismillahirahmanirrahim" sevgili Rabbimizle olan sonsuz irtibatı, ruhumuzun gerçek yuvasını, cennetteki ebedi saadete açılan kapının anahtarını temsil eder… Her hayırlı işe başlarken okunan "Besmele", "Ben bir 'hiç' hükmündeyim. Bu işi de kendim için değil, Allah rızası ve O'nun izni ve adına yapıyorum" demektir. O'nun "rızası, izni ve adı" ile yapınca kötü bir şey yapmak söz konusu olamaz. Kâinat her zerresi ile "besmele" ile hareket ettiğinden, "besmeleyi" tanır, besmeleli kulları varlık âlemi sever…
Dikkatle etrafına bakarsan görürsün ki Allah ganîdir, yani çok zengindir. Herkes ona nazaran fakir, herkes kederli, dertli, herkesin suratı asık. Hayat şartları herkesi perişan etmiş, didinmeler, çırpınmalar, çekişmeler, boş yere kavgalar hayatı zehir etmiş; zengin ve neşeli gördüğün insanların yüzleri gülüyor ama hırslarından içleri kan ağlıyor. Dilenciden bir şey dilenmek akıl karı değildir. Dünya bir dilencidir. Sen de asıl padişahı unutuyor, dünyadan bir şeyler istiyorsun. Zavallı dünya! O da yüksek bir şarap içmiş de mest olmuş bir yerde duramıyor, dönüp duruyor. Bülbül gülün kulağına eğildi de bir şeyler söyledi. Gizlice ona; "İşe Besmeleyle başla, şükranı nimet ile sırla da Allah'ın lütfu, ihsanı asla bizden eksilmesin." dedi. [Hz. Pir Mevlana]
Ey Gâni Mevlam, bizleri BESMELE SIRRI ile mükerrem kıl, o büyük sırra etmekliğimize tevfikini esirgeme, Besmele'nin ruhaniyetinizi bizlere izhar eyleyiver… Bismillahirrahmanirrahim kelime-i tayyibesinin fazileti hürmetine, cemâli hürmetine, celâli hürmetine, bekâsı hürmetine, heybeti hürmetine, ceberut ve melekûtu hürmetine, izzet, kuvvet ve kudreti hürmetine kadrimizi yücelt, işlerimizi kolaylaştır, fakirliğimizi zenginliğe çevir, üzerimizdeki tembelliği ve uyuşukluğu gider, hayırlı ömürlerimizi uzat, fazlın, keremin ve ihsanın iktizası olarak dünya ve ahrette kendileri için korku ve hüzün olmayan huzur ehli kullarından eyleyiver Ya Rabbi!
Bi ismi zâtike, Ya Allah huu
Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân, Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma, bir küçük tevbe ayı Cemaziyelahir, ömür ve şahsiyetlerimiz, âhir ve âkibet, zâhir ve bâtınlarımız hayrola,

Aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah,
Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler
Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .

 
Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim :)

Allahım aç aşk kapılarını ♥

Dert sahibine,
Şöyle derler: "Bizden gam ve kederi gideren Allah'a hamd olsun. Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve şükrün karşılığını vericidir." 
[Fâtır:34]  
Bir kimse aceb yok mu ki bu sînemi yara,
Şerh ede ona hâlimi, sinemdeki yara!...

... Meğer hevâdan bir damla, sâfâdan bir denizi bulandırırmış...
"Yiğidi aşk ağlatır, dert öldürür" derler... Fakirin derdi aşk ise ya nice söylesin... Hali pür melalimizi  ketmedip sözü sahibine emanet etmek dileriz.
Bilemiyoruz yukarıdaki levhayı okumayı denediniz mi? Mustafa Râkım Efendi'nin (v. 1826) aşk ettiği bir hadis-i şerif metnidir.

ألا أعلمك يا أبا أيوب كلمة من كنز الجنة، أكثر من قول لا حول ولا قوة إلا بالله

Râvisi şehr-i asitane'nin manevi sultanı Ebu Eyyûb Halid bin Zeyd hazretleri... Bakın ne buyuruyor: "Hz. Peygamber(sav) bana şöyle tavsiye etti: “La havle ve la kuvvete illa billah” sözünü çokça söyle! Çünkü o, cennetin hazinelerinden bir hazinedir."
ve ekledi: "Cenâb-ı Hak bir kimseye ni'met ihsan eder de o kimse de ni'metin bekâsını dilerse, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi) zikrine çokça devam etsin"
"La havle"nin şerhini bilirsen, gücünün yetmediği şey, aydınlanır sana, daimî diri olan Allah'ın yardımıyla, onunla savaşabilirsin. Bu söz, sana aydınlanırsa, onun eteğinden başka birşeye sarılmazsın, ondan başkasına güvenmezsin, gücü, kuvveti bırakır, ağlayıp sızlarsın; gururdan, cebbarlıktan vazgeçersin. Gece  gündüz, Allâh'a kulluk edersin; boyuna yalvarıp yakarmaktan, yanıp yakılmaktan başka bir çâre aramazsın; kulluktan başka birşeyin ardından koşmazsın, varlığı, benliği ancak kulluk defeder; varlığın, benliğin kafasına yüzlerce muşta vurur da senden uzaklaştırır. Onu çarpınıp çırpınmak değil, kulluk defeder; sakınıp çekinme yayını ger de oka tut onu... Nefsin dilediğini yapma; ibâdeti çoğalt, benlik, onunla eksilir. Çünkü zıt, zıddıyla yok olur; kışın âfeti, temmuz değil midir? [Hz.Pir Mevlana]
Bir hazine değerindeki bu cümle yeis ve ucub gibi manevî hastalıkların da ilacı... Şöyle ki: olup biten hâdiselerin ve şeytan gibi aldatıcı varlıkların serbest ve sahipsiz olduğunu zanneden veya ülfetten dolayı hâdiselerin gerçek failini göremeyen insanın ümidi kırılır, bazen hayatını zehir eder. Diğer taraftan, yapılan bazı hayr û hasenata vesile veya aracı olduğunu gören insan, bunları kendi güç ve kuvvetiyle yaptığını zanneder, hakikî failin kendisi olduğunu düşünür. Oysa mahiyeti itibarıyla unutkan, aceleci, bencil, korkak, muhtaç olan insan daha çok kusurlu, hatalı ve noksan işler yapar. Öyleyse insanın kendini beğenip övünme hakkı yoktur. İşbu cümle der ki:
"Ey insan, isyan, belâ ve musibetlere maruz kaldığında ümitsiz olma, Allah’tan güç ve kuvvet iste. Diğer taraftan mehâsin ve kemâlata karşı malikiyet davasından da vazgeç!" 


 Bu günden tezi yok gönlünde tesbih, yüzler ile cennetin hazinesini vird edinene selam olsun, kendisine aşk û muhabbet kapıları feth û küşâd olunsun ya huu ♥

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim

Gam yeme...



Şu internet deryasında doğru bilgiye ulaşmanın yoluna geçerli bir anahtar kelime "key-word" derler ya
öylesi bir anahtar oldu mektubun.

Aziz dost, buyurmuşsun ki:
 
- Mevlana, Tebrizî ile baş başa kaldığında kim kime hangi alemden hangi yeni bilgileri sundu acep. Hasretimiz o dur ki  baş başa kalıp fakiri eğitecek bir dost olsa.
Savrulmaların dalgası daha da büyümekte eskiden kısa dalga sallanırdık gün içinde toparlanırdık. Artık dalga boyu daha derin ve daha etkili. Her seferinde etki gücü artıyor.
bilmem ne eylemek lazım dost-u azizî men selam ve hürmetlerimle

Sevgili, sen Kelîmsin, ben de âsânım senin; gah halk dayanır bana, gah ejderhân olurum senin.
Senin lûtuf, merhamet elinde dostum sopayım, fakat beni bir başka hale soktun mu da yılan kesilirim.

Ey ölümsüz ve sonsuz olan; el-Bâki Allahım, 
Varlığına ne gün sığar, ne zaman; gönlüm de senin sevdana düşmüş, ömrüm de...
Bana yüzlerce gün, yüzlerce zaman bağışlasan hepsi de aşkına, muhabbetine fedâ olsun.

Gözüm, dilsiz-dudaksız senin görülmemiş, eşsiz vâsıflarını gönle söyledi; gönül baştan başa göz oldu gitti.
Gözlerim senden gönle haber götüreli, gönül iki gözüme dua edip durmada, gözlerine sağlık diye sana yalvarıp yakarmada.
Gökyüzü, yüzlerce mumla gece gündüz senin gönüller alan o güzel gözlerini aramada, dönüp durmada.

Kâsede nimet kalmadıysa, kese boşaldıysa ne çıkar? Cana canlar katan yüzün, yüzlerce can veriyor, yüzlerce gönül bağışlıyor bize.
Ocağına düştüm de bu yüzdene evim barkım, dükkânım, işim yıkılıp gittiyse ko yıkılsın; bu yıkık yere senin ışığın vurdu, harabemi sen aydınlattın ya!

A benim canım, razılığın gönlümün gam yemesindeyse, razı olasın diye gama yüzlerce gönül veririm ben.
Senin gam havanında bir güzelce döv, ez beni; senin tûtiyân (sürme) olur, bu ezişinle gözlere çekilirim, gözleri aydınlatırım ben.
Can da nedir? Güzelliğinin gül bahçesinden bir yarım yaprak; gönül dediğin ne? Senin bağında bahçende açılmış bir çiçek ancak.

Ayrılıktan, dünya zindanından gam yeme gene de sen
Emin, neşeli bir halde uç sen gene de
Meğer Harem'deki güvercinin canı eminliğe yoldaş olmuştur
Hapsedilmiş kuş gibiysen de O'nun haremindesin; bir bilsen...

Hâsılı biz hakikatin bilgisine vakıf olmadığımızdan "ne isteyeceğimizi" bilemeyiz
O da "mutlak hakikat" olduğundan bildiğinden vazgeçmez
Söyleyen ben değilim amma gene de susayım; söz senindir, halkın sözleri, senin sesindir ancak
Lillahi teala el-fatiha


Satır içi resim 1

Yumuşaklık adama bir örtüdür; akılsa keskin bir kılıç. Huylarının kötülerini yumuşaklığınla ört, nefsine uyuşunu da aklınla... [Hz. Ali(kv) El-Murtazâ]

Yumuşaklık adama bir örtüdür; akılsa keskin bir kılıç. Huylarının kötülerini yumuşaklığınla ört, nefsine uyuşunu da aklınla... [Hz. Ali(kv) El-Murtazâ]

Murtezâ: Hak Rızasını kazanmış manasına gelen bu söz Hz. Ali (kv)'nin lakaplarındandır. Risaletpenah Efendimiz Tebük muharebesine gidilirken Hz. Ali'yi Medine'de vekil bırakmış, O da "Ya Resulallah, beni kadınlarla çocuklara mı halife tayin ediyorsun?" deyince  Efendimiz, "Ya Ali! Razı değil misin ki sen bana  Mûsâ'ya göre Harun ne rütbede ise o rütbedesin.  Şu farkla ki benden sonra peygamber gelmeyecektir." buyurunca Hz Ali de bu söze pek sevinip "Razı oldum, razı oldum" buyurmuş bundan sonra kendisine "razı edilmiş"  manasına "murtazâ" denilmiştir.

Sırr-ı Haydar’dan göründü nûr-i Rabbi’l-Alemîn
Lâ fetâ illâ Alî lâ seyfe illâ Zü’l-fikar

yaali
Olursa kal’a-ı Hayber hicâb-ı gaflet eğer
Ede şikeste anı pençesiyle Hayder-i Aşk
ÇOCUKLUĞUMUZ
Annemin bana öğrettiği ilk kelime
Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde
Annem bana gülü şöyle öğretti
Gül, O'nun, o sonsuz iyilik güneşinin teriydi
Annem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus
Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus
Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde
Binmiş gelirdi Ali bir kırata
Ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından
Asya'da, Afrika'da, geçmişte gelecekte
Biz o atın tozuna kapanır ağlardık
Güneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdü
Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü
Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman
Ali olmaktan bir sedef her çocukta
Babam lambanın ışığında okurdu
Kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık
Fetihlerde bayram yapardık
İslam bir sevinçti kaplardı içimizi
Peygamberin günümüzde küçük sahabileri biz çocuklardık
Bedir'i, Hayber'i, Mekke'yi özlerdik, sabaha kadar uyumazdık
Mekke'nin derin kuyulardan iniltisi gelirdi
Kediler mangalın altında uyurdu
Biz küllenmiş ekmekler yerdik râzı
İnanmış adamların övüncüyle
Sabırla beklerdik geceleri
Şimdi hiçbirinden eser yok
Gitti o geceler o cenk kitapları
Dağıldı kalelerin önündeki askerler
Çocukluk, güzün dökülen yapraklar gibi

HZ. ALİ'YE MEKTUP

la_feta  
HZ. ALİ'YE MEKTUP
Sen belki tanımazsın ama ben senin için ölürüm!
Sen beni tanımazsan ben zaten ölüyüm!
Bir Allah’a, bir anneme sonsuz itimâdım var
Herkes beni yarı yolda bırakıyor Ya Ali
Herkes beni yarı yolda bırakıyor bu çok zor!
Sana bu mektubu pişirilmiş çamurun içerisinden yazıyorum
Ağaçların otların ortasında yaşıyorum
Cayır cayır yanan bir orman ne kadar uzun yaşar?
Allah’ım benim yanmayan yerlerimden yangın çıkar
Yanan öd ağacının külü olmak istiyorum
Yanan bir öd ağacı gibi yanmak istiyorum
Çakmağın varsa çak tutuştur kalbimi
Kılıcın varsa çek yatıştır nefsimi
Sebebin varsa çık karıştır derdimi
Bir kez yüzün görmeye bu can kurban Ya Ali
Yürüdün kınında kılıç yüreğinde aşk
Dünya atlıların hışmına uğramış gibi toz ve duman
Ortalık putlarla dolu İbrahim yorgun düşmüş olmalı
Ve bu açıdan bakınca Yakup
Kör olmakta son derece haklı
Yusuf doğuran bir kuyum yok
Davudî bir sesim yok Zebur söylemek için
İsa’nın yakışıklı alnından
Kilise duvarlarına çakılan
Grotesk bir çarmıh kaldı geriye
Ve onca hikmetinden Musa’nın
Kekemelik, İsrail’e…
Musa kekelerken oysa
Söze şarkılar bahşeden bir sesi vardı
Bunlar kekelerken
Havada kurşun sesleri ve çocuk çığlıkları…
Demem o ki Zülfikar’a davranan elin
Eksikliği hissediliyor şu an dünyada
Seni sırtından hançerlediler çünkü başka şansları yoktu!
Risk almayı gerektirir seninle göz göze gelmek
Seni sevmek bir insanı sevmenin iskelesidir
Bugün ne dünden bir sonraki gündür ne yarından bir önceki…
Bugün hem dünkü gündür hem yarın ve sonraki
Yani mütemâdiyen seninle yaşıyor olabilmek gibi bir bahtım var
Mesela bir akşam Resul’ün evine giderken beni de uykumdan al
İnsan önce annesini sever, sen önce O’nu sevdin
O’nu sen kırıp çıkardın, insanın kendini seyrettiği aksinden
Şimdi bazıları mübalağalı buluyor beni
Bazıları gülüp geçiyor ki
Senin vurduğunu cehenneme postalayan bir kılıcın vardı
Ama onları görsen, ağlardın merhametten
Sen onlar için kendini ve evladını feda ettin
Onlar kendileri için senin evladının her gün başını vuruyorlar
Ben senden öğrendim ki oysa inanmak
Mesela dost için ölüme yatıp orada
Teslimiyet doğuran bir uykuya dalmaktır
Dünyaya senin gözlerinle bakmak isterdim Ya Ali
Şurasında biraz vicdan olan herkesin seni sevmek borcu var
Bir puta dahi inanmanın varsa inanmakla bir alakası ki var
İnsan senin Resul’e teslim oluşunla inanmayı tamamlar
Sen bana dil oldun Rahman o dile ağız
Sen bana göz oldun Mustafa göze yürek
Sen bana söz oldun Kuran o söze ayet
Bir kez yüzün görmeye bu can kurban ya Ali
Seninle en sevdiğim müştereğimiz
İkimiz de en çok hep, hep O’nu seveceğiz
Zannımca sonumuz tam da şöyle olacak
Sen Hüseyn’in başını koyacaksın ortaya
Paramparça olacak gönül zembereğimiz
Sen Hasan’ın ağusundan taslarla sunacaksın
Musallat olmayacak nefis en-gereğimiz
Sen Fatma’nın gözlerini bizle paylaşacaksın
Hakikat söyleyecek aşk ile yüreğimiz
Senin kalbin bir abanın altında korunmuştur
Benim kalbime de yer var mı orda ya Ali?
Sen belki tanımazsın ama ben senin için ölürüm
Sen beni tanımazsan ben zaten ölüyüm
İşte gözyuvarlarımı boşalttım Zülfikâr’ınla
Bunca okudum senin gözlerinle bakmak için dünyaya
Hep senin gözlerinle bakmak için Ya Ali
Resul’e
ve Allah’a!
alialmis
Canlar dinleyin, canan burada
 
Ferman sahibi Sultan burada
 
Dediler Kuşçuoğlu’na ; "bîkesdir..."
 
Nice bîkesdir ki, Ali kimi yari var...

illa Huu

22 Nisan 2014 Salı

Yağmur da aşık kul da [Hicâz ilahi]

Zevk ehline,
Biz sabah akşam kendisiyle zikir ve ibadet etmeleri için dağları, toplu haldeki kuşları onun hizmetine vermiştik. Her biri onun âhengine katılır, beraber zikrederlerdi.  [Sâd:18-19]  

Biz Mekke’de Peygamber Efendimiz ile beraber bir gün yürürken rast geldiğimiz her ağaç, her taş peygambere sesleniyor: "Ey Allah’ın Resulü, sana selâm olsun!" diyordu. Şâhı Merdân Hz. Ali (kv)


1970li yıllardan eski bir 45lik'ten odaya dolan melankolik hava, ızdırabın sonuna ha vardı ha varacak, zihnimde dolaşan aynı cümle, mana çeperini ha yırttı ha yırtacak...“Yağmurun sesine bak, aşka davet ediyor…”
Ne vakit “davetine uyup” pencereyi açmaya niyetlensek ; yüzümüze çarpan da neyin nesi…
Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere;
Bakıldıkça vahşet çöker yerlere

“Yağmurun sesine bak, aşka davet ediyor…”

Kendisi aşkı tatmamışsa nasıl çağırır başkasını aşka. Belli ki yağmur da aşkta ıslanmış olmalı, ona bakanları ıslattığı yerden yakalanmış olmalı sevdaya… Fırtınaya yakalanmamıza ramak kalmıştı ki Şefik Can Dedemin niyâzı geçiyor geceden, geçti yerleri pür nur eyleyerek…

"Allah'ım, Yarattığın bütün mahlûklarına vuran kudretinin nuru, onları canlandırmada ve aşkın ile döndürüp durmada, seni tesbih ettirmektedir..."

Yani “yağmura bakmakla kalma, sesindeki aşka daveti dinle de sırılsıklam ol ey can” diyor Mânâ sultanının izinden giderek…

Cansız gibi görünen varlıklar, biz derler, duyarız, işitiriz, görürüz, bakarız. Fakat sizin gibi nâmahremlere, yabancılara, anlayışsızlara karşı susup durmaktayız. Hz. Pir Mevlana

Canlı kim cansız kim ya can bahşedip Hayy kılan? Tamam bir hayvan, bir bitki canlıdır. Çünkü hayvan hareket ediyor, yiyor, içiyor, yavruluyor. Bitki de büyüyor, çiçek açıyor, meyve veriyor. Bunların canlı olduklarını görüyoruz, anlıyoruz ama, bir taş parçasının, toprağın, kesilmiş, kurumuş ağaçların, içtiğimiz suların, giydiğimiz elbisenin, kullandığımız eşyanın canlı olduğuna pek aklımız ermiyor.

Büyütenin bir damla pıhtıyı insan diye,
Gücü etmez olur mu? Ölüyü diriltmeye!.

Allah seni bir avuç toprak iken nasıl insan yaptı? Bütün cemadat ve cansız sandığın şeyleri de böyle bilmek ve tanımak gerek…

Şimdi yazının başındaki serlevhâ ayet-i kerimeyi bir daha okumalı... ve daha nicelerini: "... Hiç bir varlık yoktur ki Allah'ı(cc) hamd ile tesbih etmesin. Fakat, siz onların tesbihini anlayamazsınız. [İsrâ:44] Mevcudatın zikri var! Eşyanın Allah'ı (cc) tesbih etmesi için canlı olması gerekmez mi?

Aziz Peygamber efendimiz (SAV) bazı hadislerinde eşyanın canlı olduklarını bildirmiş, mesela "Eşyayı lüzumsuz yere rahatsız etmeyiniz. Çünkü onlar tesbihdedirler." diye haber vermişlerdir. İbni Mes'ud Hazretleri de Rasulullah Efendimiz'in (sav) önünde yemekte olduğu yemeğin tesbih ettiğini duyardık  diye rivayette bulunmuştur.  Bir de  Ebuzer Hazretlerinden işitelim: "Allah'ın Rasulü'nün eline çakıl taşlan aldığı zaman, arının vızıltısı gibi onların tesbih ettiklerini, Hz. Ebu Bekir'in, Hz. Ömer'in elinde de taşların bu şekilde zikrettiklerini duyardık"

Yine Peygamber Efendimiz (S.A.V.) saadetle buyurmuşlardır ki: "Hayvanları yükleri yüklü olarak bırakmayınız. Hayvanlara binin ama yollarda, sokaklarda onları kendi konuşmalarınızda kürsü gibi kullanmayın. Çünkü onlar tespihtedir. Nice hayvan vardır ki üstüne binenden hayırlıdır.

Risaletpenâh Hazretleri kurbağaları öldürmeyi de yasaklamıştı. Çünkü onların seslerinin tesbih olduğunu söylemişti. Kurbağa da tesbih eder, ağaç da tesbih eder, suyun şırıltısı da tesbih eder, kapının gıcırtısı bile tespihtedir. Çünkü Allah'ı (cc) tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur.

Bir gün Ebu Cehil, Peygamber Efendimizi denemek için eline ufak taş parçaları almış, onları avucunda gizleyerek: "Ey Ahmed (sav) çabuk söyle bu nedir?" demişti. "Eğer sen gerçek peygamber isen, eğer göklerin sırrından haberin varsa bil bakalım şu avucumda gizlediğim nedir? Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki: "Elindekilerin ne olduğunu ben mi söyleyeyim? Yoksa benim gerçek peygamber olduğumu onlar mı söylesin?" Ebu Cehil: "Bu ikincisi daha nadirdir, olamaz" dedi. Rasulullah (sav) Efendimiz evet diye buyurdu. Fakat, Allah'ın (cc) gücü, kuvveti bundan da üstündür. Bunun üzerine Ebu Cehil'in avucundaki kırık taş parçalarının her biri durmaksızın kelime-i şahadet getirmeye koyuldular.

-Taşlardan herbiri "Lâ ilahe illallah, Muhammedün Rasulullah" dedi.

-Ebu Cehil taşlardan bu sözleri duyunca öfke ile onları yere çarptı. Dedi ki: "Senin gibi usta bir sihirbaz olamaz. Onların başı da baş tacı da sensin."

Taş parçalarının Aziz Peygamber Efendimize, Asa'nın Hz. Musa'ya itaat etmeleri, emirlerine uymaları ve diğer cansız sandığımız bütün varlıkların Hakkın emrine nasıl boyun eğdiklerini haber verirler. Onlar der ki: Biz Allah'ı (cc) biliyoruz ve O'na itaat ediyoruz. Biz rast gele yaratılmış boş şeyler değiliz.

Muhyiddin ibn-i Arabi Hazretleri  de Futuhat-ı Mekkiye'sinde, bütün varlıkların tespihlerini kulaklarımla duyuyorum diye yazmıştı. Mevcut varlıklardan Allah'ı (cc) en çok zikredenlerin, bizim "cemad" diye adlandırdığımız taşlar, topraklar gibi varlıklardır. Sonra bitkiler, sonra hayvanlar, en son insanlar geliyor. Şaşılacak şeydir ki Allah'ın severek yarattığı eşref-i mahluk olan insan diğer mahluklara göre Allah'ı en az zikreder, çünki dünyaya diğer varlıklardan daha çok gönül vermiş, daha çok bağlanmıştır.

Aşk olmayınca neşe ve sevinç artmaz. Aşksız olursa en güzel vücut bile salınamaz. Buluttan denize yüz damla düşer ama aşk harekete gelmedikçe hiçbiri sedefte inci olamaz. Dünyanın her parçası aşktır. Dünyanın her parçası aşıktır, her parçası bir buluşmanın sarhoşudur. Fakat sırlarını söylemezler sana. Sır lâyık olandan başkasına söylenmez ya…Onlar da evin sahibinin tatlı mı tatlı sofrasından, kâsesinden yerler, gıda alırlar. Şu gökyüzü aşık olmasaydı göğsü gönlü böyle saf böyle temiz olmazdı. Güneş de aşık olmasaydı yüzünde böyle ışık bulunmazdı.Yeryüzü ile dağ da aşık olmasalardı gönüllerinden bit ot bile bitmezdi. . Eğer deniz aşktan habersiz olsaydı böyle dalgalanabilir miydi? Elbet bir yerde donar kalırdı. Sen de aşık ol da aşıkı tanı, vefa et de vefa bul! Hz. Pir Mevlana

Burada Efendimizin mucizesi çakılların "La ilahe illallah Muhammedun Resulullah" demesi  midir? Yoksa Ebu Cehil'in kulağından gaflet pamuğunu çıkarmasıdır? Orasını siz güzelim canların irfanlarına bırakıyoruz. Eğer bizimde kulaklarımızdaki gaflet pamukları çıkarılıverse neler duyarız neler...

Mesela arif bir zat diyor ki:

Gel meclise sofi hele bir dinle bu râzı
Fehm et ki bu sazın nedir Allah’a niyâzı
Hak Hak çağırır telleri burdukça kulağı
Ârif olan anlar bu rümûzâtı bu râzı

Senin bağlama, kanun, tanbur, rebap diye dinlediğini bak ârifler nasıl dinliyor! O teller de Allah'a niyaz ediyor. Yeterki onu işitecek kulak olsun, gözümüzden gaflet perdesi kulağımızdan gaflet pamuğu çıksın da kainatın ahengine uyup "her dem lisanı hu demek isteyen canlar" zümresine ilhâk olalım.

Bu cümleler bir hayal mahsulü değildir. Bu bir gerçektir. îşte Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğü, kudreti, yaratma gücü hakkında bir fikir edinmek için bu aşka davet eden yağmuru, sevdiğinin adını anan mevcudatı, sonsuz gökleri düşünelim, şaşırıp kalalım da Cenab-ı Peygamber (S.A.V.) gibi, "Allah'ım hayranlığımı arttır" diye Cenab-ı Hakk'a yalvaralım. "Allah büyüktür" dediğimiz zaman da bunu, sadece hiç heyecan duymadan, dudaklarımız söylemesin. Bu büyüklüğü, bu sonsuzluğu, gönül de, iz’an da, vicdan da hissetsin.

Şimdi sırası gelen nutk-u şerifi döne döne okuyup dili damağında, dilsiz dudaksız yükselen feryadımıza hemdem olan canlara aşk olsun, safâ bulsun ya huu..♥

Mest ü hayrânım, zâr u giryânım
Her dem lisânım Hû dimek ister
Pendimi tut gel, bir ere vir el
Ölmezden evvel Hû dimek ister
Gezme yabanda, bul Hakkı sende
Olmağa bende Hû dimek ister
Gayriyi koyan, kalbini yuyan
Aşıkım diyen Hû dimek ister
İrfân isteyen, ihsân isteyen
Cânân isteyen Hû dimek ister
İns cin melekler, yirler felekler
Suda semekler Hû dimek ister
Gözümden yaşlar, akmağa başlar
Cümle kurt kuşlar Hû dimek ister
Gice ol kâ'im, gündüzin sâ'im
Ehl-i Hak dâ'im Hû dimek ister
Oda yak cânı, iste cânânı
İsteyen anı Hû dimek ister
Terk it sivâyı, olma hevâî
Seven Hudâyı Hû dimek ister
Ol nefse mâlik, olmagıl hâlik
Sıdk-ıla sâlik Hû dimek ister
Anın ışkıyla, Leyl ü nehârâ
Sâ'at dakîka Hû dimek ister
Hû ism-i a'zam, Hû Hû di hocam
Kuddûsî her dem Hû dimek ister

Bilgili olmak gerekir ama bilgiyi vakti ve zamanında kullanmak gerekir.

21 Nisan 2014 Pazartesi

Değil mi?

Seviyor Sevmiyorrr .... aman ne halı varsa görsun :D

Elif diye diye senden seni isterim..♥



Ey yolcu (biraz dur, dinle beni),
Yola çıkmalı, yolda olmalı, yol almalıyız, yolu bulmalı, yol almalıyız


Kendi içimize bir yolculuk...
İnsan kendinden, kendine yol almayı bildiği, becerdiği müddetçe cehilden kurtulur.

Dünya kadar zengin olun, “siz sizin” olmadıkça kıymeti yoktur.
Bir çok ilimlere vukufunuz olabilir,
“siz sizi” bilmedikçe cehilden kurtulmuş değilsiniz.
Bir teleskop ile en ufak bir yıldızı dahi ötelerden görebilirsiniz, “Size şahdamarınızdan daha yakınım ”
[Kaf, 16] diyeni görmedikçe, gözünüzün sıhhatinden şüphe edilir.

Elif, Lam, Mim... Günahkar titrek ellerim,
'Elif Elif' diye diye senden seni isterim,
Madem ki sana varmak, dikenli yollar geçmek,
Vuslatımın kanıtı olsun; kevser suyundan içmek

İnsan ne ile yaşar?
Bu alemde çokları sevmek ve sevilmek, bulmak ve görebilmek için yaşar.
Bu maksatla hep seveceğini arar, ekserisinde her dala konmak iştiyakı vardır.
Eskisinde ufak bir kusur bulunca yenisini aramak, bulmak peşinde koşar durur.


   Ey yolcu sen TEK olanı ara bul!

Sev ve bilhassa O’na kendini sevdir. Asıl mesele kendini sevdirebilmektir. Herkesi O san ve herkese kendini sevdir. Bil ki insan evvela Yaradan tarafından sevilmiş de yaratılmıştır. Hem mahlukattan hiçbir hayat sahibi yoktur ki bir anne ile bir babanın mecazi aşkından hâsıl olmasın. Böylesi bir aşkın zuhuru ile, dünya zindanına gelen, sevmeyi sonradan öğrenirse de, sevildiğini pek güç anlayabilir. Kendisini sevip Yaradandan aldığı, öğrendiği sevgiyi yine O’na iade edebilirse ne mutlu...

Bu yolda önce aşık olunur, aşkı ve sevmeyi öğrenir ve fakat aşkta kemale erip mâşuk olmak herkese nasip olur devlet değildir. Hele maşukun sevgilisi olmak pek güçtür.

Nehir, dere ırmak isimleri denize döküldükten sonra kalmaz. Kemale eren herşey aksine intikal eder. Suyun sıcaklıktaki kemali buhar, soğukluktaki kemali buz olmasıdır. İnsanın kötülükteki kemali şeytan nâmını alır. İyilikteki mânevi kemali de Hâk nâmını alır. Çün gönlü tertemiz olmuş, fenalıklar gitmiştir. Hakk’ın saltanat yeri olmuştur.

Sâhib-i istidadın gönüllerinde, O’nun zuhurunun görünmesi neşesiyle mest olarak söyleriz.
Namazlar, niyazlar, oruçlar, haclar bu neşeyi vermezse neye yarar bu müslümanlık? Müslümanlık hamallık değildir erenler, Mânaya varan bir uçuş, bir oluştur.

Hakk’a varmada, kemale ermede, bizler elbetteki terbiyeye muhtacız
Sen bizleri şefkat-i Muhammediyye ile terbiye et ya rabbi
Muhabbet devasını her türlü yaralarımıza ilac eyle ya rabbi
Güzel(i) düşünün, Hoşça kalın, hoş olun efendim..

Aşkınla mest olanlar selâm ediyorlar sana..♥

 

Allah’ın yolu sevgi yoludur.
Eğer Allah’ı seviyorsa, bir insan O’nun bütün görevlerini yaparken sadece zevk alır. Huzur içinde yaşar ve görevleri yaparken, başkalarının yapamadığı şeyleri de yapabildiğini görür.

18 Nisan 2014 Cuma

Ey ırmağımız, ey bizi arayan dost! İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Çünkü Allah, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez. [Lokman, 18]

 

 Ey ırmağımız, ey bizi arayan dost!
İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Çünkü Allah, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez. [Lokman, 18]


Ne ki mevcûd ise âlemde, güzel, doğru iyi;
Arayan fikri, bulan rûhu, seven sevgiliyi
Bize bahşetmiş olan Hazret-i Rahman'a şükür

Arş-ı Âlâ'da Ezel kasrına çıkmış yedi kat,
Geriyor hüsn-i ilâhîsine atlas perde…
En güzel vuslatı tattırmak için mahşerde
Bize, gündüz gece, zehrettiği hicrâna şükür.

Senin hayranın olarak, seni övmek, benim aklımı, fikrimi başımdan aldı. Konuşamaz oldum. Bir âh etme gücüm kaldı. Niçin âh ettiğimi, âh derdimi anlatacak bir mahrem, samîmi, yakın bir dost bulamıyorum? Ben de Hz. Ali (kv) gibi kuyuya ah ediyorum.***

Kuyu, benim âhımdan coşar da, ağzında kamış biter. O kamış da ney olur feryada başlar. Benim gönül sırlarımı etrafa yayar. Ey ney! Feryad etme, sus! Çünkü biz sana mahrem değiliz. Bu yüzdendir ki, kamıştaki şeker, bizden özür dilemede, kamıştan da özür dilemede… Beri gel, daha beri gel, daha beri. Nereye kadar aşktan uzak duracaksın, hele bir kulak ver dinle: http://www.dinleneyden.com/

*** Bir rivayete göre Peygamber Efendimiz(sav) Hz. Ali'ye bazı sırlar söylemiş. Hz. Ali (kv) emanetin ağırlığına dayanamamış, bu sırları kör bir kuyuya söylemiş. O kuyunun ağzında bulunan bir kamış bu sırları duymuş. Onu kesip ney yaptıkları zaman o gizli sırları feryad ederek etrafa yaymış.


[Nev-Niyâz ve Dedesi]

- Birkaç haftadır hizmet râhın güderken aynadaki aslanda neyin nesi dedem?

- İnsanların hizmet anlayışı, kaygı ve niyetleriyle alakalıdır. Himmeti dünya ve dünyalıklar olan insanın hizmeti de dünyadır ve dünyalıklardır. Bu yüzden himmet ve niyeti arındırmak lazım. Böyle olmazsa canlar hizmetinde Allah rızâsını düşünse bile çoğu zaman insanlar tarafından övülmeyi ve görülmeyi de ister. Böyle bir zaaf, karşılaştığı zorluklar karşısında insanı kolayca hizmetten alıkoyabilir. Ya da böyle biri hizmetin gerektirdiği edebi göremeyebilir. Hatta zamanla böyleleri nefsânî arzularının esiri oluverir. Nefsânî arzular frenlenmeyip salıverildikçe de, bunlar içinde en güçlüsü olan "hubb-i riyâset" yâni "baş olma sevdâsı" öne çıkar ve kişiyi yönlendirmeye başlar. Hatta bu duygu kişinin hizmet adına yaptıklarını da kendi tarafına yontarak damgasını vurur. Ardından hizmeti, nefsinin izzetine basamak yapmaya başlar.


- Hepsi bir ufacık övgüden mi?
- Ne sandın erenlerim… Gerçi dünyada övülmek ona aldananlar için lezzetli bir lokma gibidir amma bu lokmanın önce zevki sonra ateşi belli olur, dumanı sonradan çıkar. Sen o lokmayı yeme. Bu mevzuda sakın kendine güvenme! O istediği kadar beni övsün, bana
dalkavukluk etsin, ben inanmadıktan, aldanmadıktan sonra ne çıkar deme! Ben böyle sözlerle mağrur olmam diye böbürlenme! Olursun. Hem de farkına varmadan bir gurur ve büyüklenme hastalığı içinde seni kandıranlara zebûn olursun. Bunu daha iyi anlamak istersen meselenin zıddını düşün.

-Zıddı derken?
- Düşün ki onlar seni methedecekleri yerde aleyhinde söyleseler, sende olmayan, senin yapmadığın ağır kötülükleri sende varmış ve yapmışın diye yaysalar için nasıl üzülür, bu yüzden nasıl günlerce kendini yersin! İşte tıpkı bu haksız eleştiriler gibi övgülerin de insan içinde izleri kalır. Hakikatte ikisinin de aslı yok ya... İçinde, gönlünün derinliklerinde övgülerin izi kaldı mı, bir kere ruhun bir gıda gibi methedilmeye alıştı mı, canın böyle sözler çekmeye başladı mı artık düştün demektir, zor kurtulursun.


- Hani "Sağolun, varolun, beni siz büyüttünüz, alkışlarınızla yaşıyorum" derler ya…

İnsanı iki şey helak eder: Biri nefsinin arzusuna uymak, öteki meth û senâ edilmeyi, övülmeyi sevmek.[Hz. Ali keremallahu vechehu]

- Ziyâde medihten, firavunlaşan nefsini kurtarmanın tek çaresi tevâzudur, haddini bilmektir, hamd etmektir.


- Medihten hamde nasıl geçtik dedem, kaçırdık ipin ucunu!
- Medih ne demek?
Övmek demek; Türkçedeki övmenin Arapçadaki karşılığı. Bunun zıddı övmemek veya kötülemek mânâsına zem kelimesi var. İşte medih haklı veya haksız övmek demek. Bazen hayalî, bazen gerçek. Bazen yalan, yağcılılık, dalkavukluk için; bazen gerçek, doğru... Karşı tarafı övmek demek. O halde bu tam övmenin karşılığı medih. Ama hamd o değil. Hamd, medihten biraz daha dar anlamlı, yâni daha özel demek. O ne demek? Bir kemal ve hüsne, yâni bir olgunluğa, bir güzelliğe karşı, bir ikram veya ihsan etsin veya etmesin tâzim ve takdir ile yapılan övgüye hamd denir.


- Karışık bir mevzu gâliba…
- Şimdi bunu biraz daha ufalayalım: Bir kere hamd edilen kimse "kemal ve hüsn" sahibi olacak, yâni olgun, eksiksiz ve güzel olacak. Hamd eden kişi de ona karşı tâzim, yâni onu gözünde büyütme, takdir hissiyatında olacak. İsterse o hamdettiği kendisine bir ihsanda, ikramda bulunmuş olsun, isterse bulunmamış olsun... Bulunmasa da, bulunsa da onu övmeye, tazim ve takdir ile övmeye, ama haklı bir güzellik, haklı bir kemalden dolayı övmeye hamd denir.


- Yani hamdin, medh û senâdan daha özel, daha asil, daha yüksek bir mânâsı var.
- Evet, çünkü medih, dalkavukluk için de olabildiğinden bazen doğru, bazen yanlış olur ama hamd gerçek bir durum karşısında yapılan gerçek bir namuslu, dürüst, güzel bir övgü demek oluyor. Medih haksız olursa, Peygamber Efendimiz onu takdir etmiyor, yasaklıyor. Hattâ birisi size karşı sizi överse, siz ona yüz vermeyin mânâsına: (Uhsüt-turâbe fî vücûhil-meddâhîn) "Böyle meddahların, dalkavukların, medih yapıcıların yüzlerine toprak saçın!" buyuruyor.


- "Aaa, teşekkür ederim" filân demeyin. Koltuklarınız kabarmasın, şımarmayın, aldanmayın mı demek?
- Eyvallah.. Hem de "onların yalancı olduğunu bilin, yüzüne toprak saçın!" buyuruyor. Ters bir davranış, yapmasın bu kötülüğü, dalkavukluğu diye engelleyin demek istiyor.

- Hep deriz ya "elhamdulillah" diye…
- Lugatte (El-hamdü lillâh) "Hamd Allah içindir" demek olduğu kadar "Hamd Allah'ındır. O güzel, haklı övgü Allah'ın hakkıdır. Her hamdin hakîkî sahibi, hakîkî muhatabı Allah'tır." mânâsına da gelir. (Küllü senâin yeûdü ileyhi) "Her meth ü senâ döner dolaşır, işte onu yaratan, o şeyi yaratan hâlıka, yâni Allah'a gider." demek.


- Şimdi anladık; madem bütün övgüler O'na dönüyor. Bizi övdüklerinde de o övgü hakiki sahibini buluyor… E bu iyi bir şey değil mi?
- İşte şimdi meselenin irfan vechine geldik, onu da burada izaha gayret edelim. Malumaliniz ümmetin kıyamete dek yaşayacağı bütün haller, hadiseler asr-ı saadette bir çekirdek, nüve halinde mevcuttur.


Habibi Kibriya Efendimizin ve Ashabın hayatını can gözüyle takip ettiğimizde ne onulmaz yaralarımızın ilacının orada saklı olduğuna şahid oluruz. Bedevînin biri, kasîdeler ve şiirler söyleyerek Resûlullah'ı methedermiş. Efendimiz de hoşlanarak dinlermiş. Adamın biri bu nasıl olur? Resûlullah, hem, "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim" diyor hem de kendi meth edilişini hoşlanarak dinliyor demiş.


Efendimiz de buyurmuşlar ki: "Benim o sözlerden hissettiğim memnûniyet kendi hesabıma değildir. Ben Allah'ın Resûlüyüm. O'nun için metholunmam Allah'ıma, sahibime âittir. Sahibimin methedilmesinden dolayı memnun oluyorum. Esâsen, o kimsenin beni meth eylemesi, bende gördüğü ilahi nura, Hakkın tecellisine övgüdür. "Ne güzel bir görüşü var" diye ben o kimsenin hesâbına da memnun oluyorum. Onun mânevi kazancından dolayı da ayrıca seviniyorum.


İtiraz eden kimse işte bu noktayı bilememiş. Bize bir övgüde bulunulduğunda "Bunu sahibim nâmına kabul ediyorum. övgü sözlerini Hazret-i Pir'e ve müteselsilen Habibi Kibriya Efendimize taalluku dolayısıyla kabul ediyorum. Şüphesiz bu medh bana ait değil!" kıvamında bulunmak gerek...


Sâlikte (aşk yolcusu) şu üç hicap(perde) kalkmayınca ona devlet (saadet) kapısı açılmaz. Biri, kendisine dünya ve ahiret verilse şâd olmamak. Çünkü bunlarla sevinmek beşeri duyguların icâbıdır. İkincisi, dünya ve ahiret devletleri kendinden alınsa, bu iflastan dolayı zerre kadar gam ve telaşta bulunmamak, Hakk'ın muhabbetine zerre kadar noksan getirmemek. Üçüncüsü insanların meth ve senâsına aldanıp kapılmamak. Çünkü bu hal himmet azlığından gelir. Himmetin yüceliği ise imandandır. [Hz. İbrahim Ethem(ks)]

- Hak Teala'nın mütevazı, has kulları ne bahtiyar insanlardır. Onların nazarlarında övülmek ve yerilmek bir olmuştur. Bu güzelim insanlar Hakka aynadır. Sıkıntı ve genişilik, noksanlık ve kemâl, meth ve kötülemek, sevinç ve gam onların yanında birdir. Çünkü birlik makâmına kavuşmuş olana, zâtın kemâlini inkâr ve ikrardan zerre kadar kalbine üzüntü gelmez, mir'ât‐ı Hakk olmuştur. Meth ve zemmi, konuşanın kendi sıfatı bilir. Kemâl sahibinin kemâli ve nakısın noksanı gördüğünü bilir. Bundan dolayı, meth ve âlemin kötülemesinin onun yanında zerre kadar değeri kalmamıştır, ayn-ı Hakk olmuştur.


- Övülmeyi istemezler ama insanları da övmezler mi?
- Kendileri övülmeyi istemedikleri gibi, hiç bir şahsı yüzüne karşı övmezler, meth etmezlerdi. Hallerine göre iltifatta bulunurlar ve bazen hürmete şâyan kimselerin manevî kıymetleri bilinsin diye gıyaben methettikleri olurdu. Bilhassa zamanımızın bazı kişileri, muhataplarını lüzumundan fazla yerli yersiz methetmekle, onları gurura, ucûba kendini beğenme illetine sevk etmiş oluyorlar. Hâlbuki bu gibi hareket ve iltifatlar çok hatalıdır. Nefis daima pusudadır. Onların bilmeyerek büyüklenmelerine sebep oluyorlar. Güzel insanlar, methetmenin afetlerine bihakkın vakıf oldukları için manevi evlatlarını ne yüzlerine karşı ne de arkalarından överlerdi. Ahlak hal ve hareketlerini takdir ettikleri evlatlarına güler yüz gösterirler ve onlara daha nazikâne muamele ederlerdi.


Mürşidi kâmillerin bütün gayret ve himmetleri, salikleri şımartmadan, ucûb ve kibre düşürmeden, güzel ahlak üzere Halik Teala ve tekaddes hazretlerine vâsıl etmektir. Kibir ve ucûba düşenleri, düşmüş oldukları vartadan yani o kötü görüşlerinden kurtarmak pek zordur.




- Medih ve hamd, övüldüğünde övmek…
- İnsanlar sende bulunduğunu zannettikleri iyi huylardan dolayı seni methederler. Buna karşılık sen de nefsî huylarının gerçeğini bildiğin için onu kınayıcı, Hakkı övücü ol. Mümin methedilince, kendisinde bulunmayan vasıflarla övüldüğü için Allah'tan hayâ ederek nefsine der ki: Hak etmediğin halde övüldüğünde sen de hemen hak ettiği ve lâyık olduğu şekilde O'nu öv...


Şiir perdesinden hangi gazelle seni övmeye, senâ etmeye başlasam, aciz kalırım da gönlüm seni binlerce defa daha fazla övmeye başlar. Zaten gönlüm kim oluyor? Ben kimim? Övmek ne? Aslında ben zavallı, seni överek canımı, senin güzel kokulu reyhanlarla dolu gül bahçene çevirmek istiyorum. [Hz. Pir Mevlana]



Ey Allah'ım! Senin gazabından senin rızana sığınırım, cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Sana (layık olduğun) senâyı saymaya, seni övmeye gücüm yetmez. Sen, kendini senâ ettiğin gibisin.

Ey Allah'ım, Hak dostlarının tevâzû, yokluk ve hiçlikle yücelmiş gönül iklîminden kalplerimize hisseler ihsân eyle. Kulluğumuzu ve haddimizi bilip vazîfe ve mes'ûliyetlerimizi kemâl-i edeple îfâ edebilmemizi müyesser kıl!

Ey Allah'ım! En alt kademeden en üst kademeye kadar vazîfe üstlenen bütün mü'minleri, nefsin servet, şehvet, şöhret ve makam sevgisi gibi şerlerinden muhâfaza buyur. Cümlemizi, elinden, dilinden ve gönlünden ümmet-i Muhammed'in istifâde ettiği kullarından eyle! Âmin Ecmain ♥

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim

Ne olur günü, gönlü ve ömrü zehirlemeyelim; asmayalım suratımzı ey can!...







Ne olur günü, gönlü ve ömrü zehirlemeyelim; asmayalım suratımzı ey can!

Hani yol incitmemek ve incinmemek üzre kurulur ama kalp taşıyan bir can olarak öfke, kızgınlık hissiyatına sahipsek de bunu bir güne başka bir gönle yayıp surat asmayalım. Zahiren asmasak da suratımızı yaptığımız nice cezalandırma davranışları var ki hal diliyle astım suratımı der bize... Alacağı hediyelerden vazgeçmek… Karşı tarafın aldığı hediyeleri kabul etmemek… Karşı tarafın yaklaşmasını engellemeye çalışmak… Geçmişte karşı tarafın suçlu olduğunu düşündüğü, kişinin kendisini suçlu hissettiği meseleleri tekrar tekrar açmak… Karşı tarafın daha öncesinde paylaştığı özel konuları gündeme getirmek ve daha nicesi…

Dervişin hüznü kalbinde, tebessümü yüzündedir, ne olur bir gülücüğü çok görmeyelim muhatabımıza, hem bakın Hazretimin muhterem refikaları neler söylüyor: Bizim bey, bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi. Birgün ona: " İnsanların senin bu hâlini tuhaf karşılamasından endişe ediyorum!" dedim. O ise bana: " Allah Rasûlü bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi." buyurdu... Hazretim ashabtan Ebu'd-Derdâ (ra)'dan başkası değildi...

Şu yazıyı gönül diliyle okuyup bugünden tezi yok surat asmayı bırakan canlara aşk olsun, ahir ve akibetleri hayr olsun, nur olsun ya huu

Ey hoca! Neden yüzünü ekşitmişsin? Sen bu şeker ülkesinden, bu tatlılıklar diyarından git, burada herkes güleryüzlüdür. Burada kimse asık suratlı değildir. Ezel alemindeki gönül ülkesindeki tattan, şeker bile utanır. Sen böyle kaşın asık, çehren ekşi nereden geldin? Belli ki sen ötelerden, o "neşe diyarı"ndan gelmemişsin. Dudu kuşları yani ermişler, gökyüzünde şekerler yemedeler. Sen niçin göklere uçmazsın, niçin bu kirli dünyada sürünür durursun? Niçin suratını asmışsın? Yüceleri, geldiğin yerleri hiç düşünmez misin? Yoksa oraları inkar mı ediyorsun? Seher vaktinde şarap içen, yani seher vaktini ibadetle geçiren, gündüz arslan avlar. Yani manen güçlü olduğu için hayatın zorluklarını yener. Fakat ayran içen kimsenin, yani dinî ve insanî vazifesini yapmayan kişinin bu dünyada da suratı asıktır, yarın ahirette de. İman sahibi de, iman da din de zevklidir, tatlıdır. Helva tablasının ekşi olduğunu sen nerede gördün? Bu ekşiliğin hepsi cinsi cinsine gider. Ekşi, ekşi ile birlikte gider olduğundan ötürü, ekşilik de senin önünde ve yüzünde toplanmıştır. İlahî güneşin ışığı ile, sıcaklığı ile olgunlaşmayan meyve, şeker kamışı bile olsa ekşidir. Aşk güneşinin yakışına sabır gerektir. Sabret, şu uygunsuz hallerine, ekşi davranışlarına bak da bir iki gün sabret,olgunlaş, piş! Kimi ekşi suratlı görüsen bil ki o, aşk ateşinden kaçmıstır. Hep gölge içinde kalan koruk, salkım, baştanbaşa ekşidir. [Hz. Pir Mevlana]

Rabbimiz, cümlemizi yaratılan her şeye şefkat, merhamet ve tebessümle yaklaşabilen, ince ruhlu, kâmil mü’minlerden eylesin. Kalplerimizden îman muhabbetini, yüzlerimizden İslâm’ın güler yüzünü eksik etmesin… Âmîn Yâ Mûin!

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola,
Aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah,
Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler


Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .Âmin Ecmain ♥

Yüce Sultanım! Cemâli pâkine müştak, varlık denizinde gayret gemisiyle çabalayan canlarını selamet ve rahmet sahiline ulaştır, aşıklara vuslat eyle ya huu ♥

  


Kimde misafir olduğunu, kimi misafir ettiğini bilen canlar için dem bu demdir; ev sahibiyle arayı iyi edenlere aşk olsun, yananların ateş-i aşkları ziyade olsun, aşıklara vuslat olsun ya huu ♥

İçi dışı ucb ü kibr ile dolu Kendi olmuş nefs ü şeytanın kulu Bulmadı Hakka giden doğru yolu Elde fetvâ, dilde takvâdır gider Hey meded bir kuru kavgadır gider...

  


Topraktan  geldik  toprağa  gideceğiz..
 Mühim olan; çamurlaşmamak.."
     ◖ Hz.Mevlana ◗

HAYIRLI CUMALAR ♥

11 Nisan 2014 Cuma

Elhamdulillah ♥

Fakirim diye ne üzülürsün!
Aklın başında ve desteksiz ayakta durabiliyorsan, en zengin kul sensin;
Bilmez misin?

- Hz. Mevlana  


Fakirim diye ne üzülürsün!

Aklın başında ve desteksiz ayakta


 durabiliyorsan, en zengin kul sensin;


Bilmez misin?



- Hz. Mevlana 

Beş/amel sosu denermisiniz ? hep deneyin süper ;) ♥

10 Nisan 2014 Perşembe

Es selamü aleyküm hayırlı cumalar ♥




'' Üç insan vardır;

- Deli; ne dünyaya çalışır ne ahirete,


- Yarım akıllı; ya dünyaya çalışır ya 


ahirete,

- Akıllı; hem dünyaya çalışır, hem 


ahirete.. ''

  



Dışarıya yağmur,

Yüreğime hasret,


Fikrime sen...


Nasıl yağıyorsunuz üçünüz birden bir 


bilsen...

- Cemal Süreya -

Ayna ayna söyle bana ...?

Aynadaki aksime,

Ya senin aynan niçin vermez akis
Çünkü tutmuş üstü kat kat pas ve is
Pas ve isten kurtarırsan aynanı
Parlatır nûruyla aynan her yanı



 


Ser-levhamız bir hadis-i şeriften mülhem: “El-mü’minü mir’atü’l-mümin – Mümin müminin aynasıdır” manasında… Hadisin tam metni şöyledir: “Mümin müminin aynasıdır. Mümin müminin kardeşidir. Gerektiğinde onun geçimine yardım eder, gıyabında onu himaye eder, savunur.” [Ebu Davud, Edeb, 49]

Bu Hadis-i şerif ile ikram olunan nebevi ikâzlar pek mühim:
Evvelen, Risalepenâh Efendimiz tavsiye buyuruyorlar ki: Birbirinizin kusurlarını başkaları fark etmeden görün ve onların düzeltilmesi için birbirinize yardımcı olun. Akabinde, mümin kardeşiniz size kusurlarınızı söyleyince, ondan rencide olmayın, ona kızmayın, hatta ona teşekkür edin. Çünkü o size bir nevi ayna olmuş oluyor ve kendinizi ıslâh etmenize imkân sağlıyor.

Erbâb-ı safâya eyle kalbin me’nûs
Tâ keşf ola sırr-ı ittihâd-ı nüfûs
Mir’ât ile mir’atı mukâbil tutsan
Birbirine hem âkis olur hem ma’kûs

Safa sahiplerine kalbini dost kıl ki nefislerin birliği ortaya çıksın, tevhid sırrı aşikar olsun. Aynayı aynanın karşısına tutsan bunlar hem yansıyan olur hem yansıtan…



ayna

Kişi gönül aynasını temiz tutmalı ki başkalarına ayna olsun, ayrıca gönül aynası tertemiz olanları kendine dost edinmeli ki, kendi hatâlarını görsün. Mânevi olgunlaşmanın yollarından biri de, kusurlarımızı, noksanlarımızı bize bildirecek, kâmil bir insanın, bir mü’minin arkamızda olmasıdır, insanın kendi kusurlarını görebilmesi nâdiren mümkündür. Bize kusur ve meziyetlerimizi gösterecek sahih aynaya sâhip olmak bir nimettir. Kâmil insanlar tıpkı bir ayna gibi insanların hakikatini yansıtırlar. Hatâlarımızı görmenin yollarından biri de mü’min kardeşlerimize bakmamızdır.

Kültürümüzde ayna benzetmesinin çok zengin bir kullanımı vardır, “Gönül, kalp aynası” bunlardan biridir. Kalp temiz, berrak bir ayna olarak yaratılır. Sonra kötü huy ve davranışlar kalp aynasına birer leke bırakır. Evdeki aynamızın üzerine konan lekeleri küçük sayıp mühimsemezsek bir süre sonra toz tabakasından görünmez hâle gelir. Kalp aynası da böyledir, en ufak kire bile tahammül edemez. O, dâima rahmet damlalarıyla, tövbe ve istiğfar suyuyla silinip temizlenmelidir. Bu takdirde hak ve hakikatin iyi bir yansıtıcısı olabilir.

Dilhanesi mir’ât-ı Hak,
Sırr-ı cemalullah’ı gör.
Maksûd olan keşf-i sebâk,
Seyr-i cemalullah’ı gör.
Âdemdedir kenz-i ezel,
Gayre bakub etme zelel.
Dil zevkine verme halel,
Fikr-i cemalullah’ı gör.
Cümle bilir Sen’sin ayan,
Ancak cemâlindir nihân.
Oldu Nasuhî gark-ı ân,
Bahr-ı cemalullah’ı gör 


Şöyle güzel bir yorum da vardır: “Mü’min mü’minin aynasıdır” hadisindeki birinci “Mümin” kelimesi, Allah’ın esmâü’l-hüsnâsından olan “Mü’min” dir. Mânâsı emniyet ve güven bahşedici demektir. “Mü’min” olan Hak Teala kalbi saf olan müminde, bu isimle zâhir olduğu vakit, onu şüphelerden uzaklaştırır, onda yakîn hâsıl olur. Demek ki kalbi saf olmayana İlâhi sırlar açılmaz.

Hadisteki ikinci “Mü’min” kelimesi Allah’a izâfe edildiği takdirde şu anlaşılır: Mü’min kul Allah’ın aynasıdır. Zîra insan en çok ilâhî tecellîye mazhar olan varlıktır. Allah’ın isim ve sıfatları başka mevcûdatta daha mahdut ve parça parça iken, insanda daha çok ve topluca bulunmaktadır. O eşref-i mahlukattır. Bu hâliyle Hak Teâlâ’nın aynası sayılır.

İsmâil Hakkı Bursevî Şerh-i Usûl-i Aşere’de özetle şöyle buyurur: “Beni anın ki ben de siz anayım” [Bakara:152] âyeti kerimesinde zikreden ve zikredilenin birbirine ayna olması sözkonusudur. Âyete göre zâkir ve mezkûr (zikreden ve zikredilen) hem kul hem de Hak Taâlâ oluyor. Zâkiri (kulu) göz önüne getirirsen mezkûru (Hakk’ı) bulursun, zîra zâkir Hak’ta fânidir. Mezkûru düşünürsen zâkiri (kulu) bulursun, zîra o Hak’la bâkîdir. Yâni biz ikimiz birliğe yetmişiz ve birbirimize ayna olmuşuz. Kulun aynası Hak’tır, nitekim kudsî hadiste “… Benimle işitir, benimle görür” buyrulur. Hakk’ın aynası da insandır.

Allah peygamberinin (kulunun) diliyle “Semi Allahü limen hamideh” der.[Müslim, Salat:62]

Şeyhül Ekber İbn-i Arabi’ye göre; âlem dümdüz, ruhsuz, cilâsız bir halde iken Allah Âdemi yaratınca yokluk aynası da denilen âlem cilâlanmış oldu. İnsan aynasında Allah, öbür varlık aynalarında olduğundan daha ziyâde tecellî etmiştir.

İnsan-ı kâmilin en büyük örneği ve Nûr-ı Muhammedi’nin hâmili olan Resûl-i Ekrem efendimiz ise aynaların en parlağıdır.

Âyinedir bu âlem her şey Hak ile kâim
Mir’ât-ı Muhammed’den Allah görünür dâim 


Birgün Ebu Cehil Resulullah’ı görüyor, -Ne kadar çirkinsin ya MUHAMMED (sav) diyor. Hz.Peygamber(sav) -Doğru söyledin, güzel diyor. Ardısıra Hz. Ebu Bekir (r.a.) geliyor. -Ne kadar güzelsin Ya Resulullah, sana baktığım da kainatı seyrediyorum diyor. Ona da -güzel diye cevap veriyor… Bu iki olaya da şahit olan sahabi soruyor. -Ya Resulullah sana çirkin diyene de güzel dedin, güzel diyene de güzel dedin hikmeti ne ola ki? Resulullah (sav): -Biz bir aynayız bize bakan kendini görür. Ebu Cehil baktı kendi çirkinliğini gördü. Ebu Bekr baktı kendi güzelliğini gördü …

Halk içre bir âyineyim herkes bakar bir an görür
Her ne görür kendi yüzün ger yahşi ger yaman görür

İşte böyle efendim.. Habibi Kibriya’ya Hz. Ebu Bekir(ra) bakınca Allah Resulünü gördü, Ebu Cehil bakınca Abdullah’ın yetimini gördü.

Vaktiyle Sargon Erdem’den dinlemiştik, belki bir hayra vesile olur: “Rüyamda Hz. Peygamberi gördüm. Daha önce de görmüştüm ama hiç bu kadar güzel bir halde değil hattâ tam tersi, çirkin ve şahsına yakışmaz hallerde gördüğüm dahi olmuştu. Hemen kendimle yorumlamıştım o halleri. Çünkü Mümin müminin aynasıdır ve aynaların en temizi, en net göstereni Hz. Peygamberdir. Bu nedenle rüya tâbircileri onda görülen çirkinlikleri rüyayı gören kişide ararlar ve bunları, kendini düzeltmesi için ona yapılmış birer uyarı sayarlar.”

Ayna kendimizi görmeye hatâ ve savâbımızı farketmeye yarar. Kemal yolunda ilerlemek için böyle bir ölçüye her zaman ihtiyaç vardır. Bu yolda şöyle durumlar söz konusu olabilir:

Mü’min kendini, karşısındaki mü’minde seyreder, onun iyi halleriyle kendini kıyaslar ve kendine çekidüzen verebilir.
Mümin kişi, kardeşine bakınca onda birtakım kusurlar görebilir. Bu yüzden onu kınamak yerine dönüp kendine bakmalı. “Acaba karşımdaki kişi kendi kusurlarımı seyrettiğim bir ayna mıdır? Bende de o kusurlar var mıdır?” diye sormalı. Hattâ ben neden kusur görücü oldum diye kendi kendini sorguya çekmeli.
Mü’min muhâtabı olan mü’mine ayna olmalı ve onun hatâlarını uygun bir dille, gönlünü incitmeden hatırlatıp düzeltmesine yardımcı olmalı.
Birisi bize böyle davranınca o mümine kızmamalı, aksine teşekkür etmeli. Zîra o aynalık yapmıştır. Aynalara kızılmaz.

Mü’min mümine ayna olunca, karşısındakinde hoşlanmadığı bir huy gören akıllı insana düşen, hemen kendine dönüp düşünmektir. Kendisinde de o kötü huyların benzeri varsa düzeltme yoluna gitmektir. Böylece “ayna” hayırlı bir hizmet görmüş olur.

Bakmasını bilen için Hak dostları kâmil insanlar düzgün gösteren birer ayna gibidir. Onlara bakıp kıyaslamalar yaparak kendi hâlimizi görebiliriz. Böylece kusurlarımızı düzeltme yoluna gidebiliriz. Niyâzî-i Mısrî Hazretleri ne güzel buyurmuş;

Halk içre bir âyîneyim herkes bakar bir ân görür
Her ne görür kendin görür ger yahşi ger yaman görür

Hz. Pir Mevlânanın FîhiMâfih’teki şu sözleri dikkat çekicidir: “Eğer sen kardeşinde bir ayıp görüyorsan, o sende bulunan ayıbın aksinden ibarettir. Alem de işte böyle bir ayna gibidir. “Mü’min mü’minin aynasıdır.” Sen o ayıbı kendinden uzaklaştır. Bir fili sulamak için pınarın başına getirdiler. Fil suda kendini görüp ürktü. Fakat başkasından ürktüğünü sanıyor ve kendinden ürktüğünü bilmiyor. Sende zulüm, kin, haset, hırs, merhametsizlik ve kibir gibi bütün kötü huylar olduğu halde bundan üzülmüyorsun. Bir başkasında görünce üzülüp ürkersin.”

“Bir adamın kendi noksanı ve çıbanı kendisine çirkin görünmez. Yaralı eliyle yemeğini yer ve mîdesi bulanmaz. Fakat yemek yiyen bir başkasının etinde çıban veya yara görse, o yemekten iğrenir. İşte kötü huylar da yara ve çıbanlara benzer. İnsan kendinde olunca onlardan fazla rahatsız olmaz, fakat başkasında görünce nefret eder.”  


 



Konya’da Mevlana Müzesinde yer alan 1292 tarihli “İzzet” imzalı bir hat levhasında “ayna” kelimesi şöyle ilgi çekici bir ifadeye şahid olduk: “Etme mir’âtı şikeste seni yüz surete kor.”

Yâni: “Aynayı kırmayasın, yoksa seni yüz şekle sokar” Düzgün bir aynadan beklenen, karşısındakini olduğu gibi göstermesidir. Fakat aynayı kırdığınız takdirde her parçasından ayrı ayrı ve parça parça görüntünüzü seyredersiniz. Vahdet gitmiş, kesret ortaya çıkmıştır.

Gönül mir’âtı kim sad pâre-i dest-i celâlindir
Yine her pâresinde cilveger baksam cemâlindir
Gönül aynası senin celalinin elinde yüz parça olmuşsa da bu haliyle bile baksam her parçasından görülen cemalindir…

Bu ayna, Hakkın kendisidir. O sanır ki ayna ondan başkasıdır. Bununla beraber aynaya dönenlere ayna da karşılık verir. Aynanın meylinden dolayı onun da aynaya karşı meyli vardır. O tersine olarak aynayı kırmış olsaydı beni de kırardı. «Ben gönlü kırıkların yanındayım,» buyurulmadı mı? Sözün kısası, aynanın kendi kendine eğilmesi ve ihtiyat göstermesi imkansızdır. O bir mihenk taşı ve terazi gibidir; meyli de daima Hakka doğrudur.

Kalp de bir aynadır. Bir mü’minin veya karşındakinin kalbini kırıp parçaladığın takdirde, sen kendini orada aslî hüviyetinle göremez olursun, onun kırgınlığı sana da yansır. Yâhut da o seni kırılan kalbiyle doğru dürüst tanıyamaz, incinmiş, parçalanmış bir kalpten sağlıklı ve düzgün bir algılayış ve görüş beklenemez.

Mürşid-i kâmil âdemi câm-ı cihân-nümâ eder
Câm-ı cihan-nümâ nedir âyine-i Hudâ eder
GMürşid-i kâmil insanı cihanı gösteren bir cam kadeh eyler, cihanı gösteren kadah de ne oluyor ki? İnsanı Hakk’ın aynesı kılar…

Hâsılı Hak dostun sohbetiyle bereketlenen gönlünü ilahi ahlaka ayna kılana aşk olsun, Kur’ân’ı kendine ayna yapıp onu Efendimizin aşkı nuruyla okuyan o aynadan kendini müşahede eyleyene müjdeler olsun ya huu