Pages

Subscribe:

CEVŞEN DUASI

B

31 Aralık 2015 Perşembe

Sevginin hayali....

Göz gördü, gönül sevdi seni ey yüzü mâhım, kurbânın olam var mı benim bunda günâhım…
naat
Vücudu daha latîf, cismi daha zarîf, canı daha şerîf ve nefsi daha nefîs olan kimsenin, cevherinden doğan görünüşünde, o mâdenin nuru (Peygamberî Cemâl) pek zâhirdir. Beğenilen herşeyde o güzelliğin tesiri vardır. Çünkü kâinatın her bir zerresi, Hakk’ın fiilinden kaynaklanan bir cana sahiptir. O’nda, mahsûsen beğenilen şeylerdeki tecelli-i zât ve sıfatlar nimetine mübâşir olan bir taraf ve Hakk’tan başkasını görmeyen bir göz vardır.

Cemal mâdenine ne kadar yaklaşırsa aşk ahdine de o kadar yakınlaşmış olur. Akıl cennetinin çayırındaki aslan ve fazilet dağındaki avcının -salavatların en faziletlisi ve tahiyyatların en kâmili O’nun üzerine olsun-, aşkın tazeliğinden dolayı, Ma’şûkun nezdindeki bahçelere ne kadar yeni gelmiş olursa olsun, O’nu süratle öptüğünü ve alnına koyduğunu görmezsin. Onu öpmek, aşkın şehvetinden kaynaklanan kadim bir fiilin ruhla mübaşereti; alna koymak ise yakının da yakınını istemek anlamına gelmektedir. Gözün, gözden başka, cemal seyrinden mâada hazzı yoktur. Çünkü gözde, o kaynaktan bakan göz görüşür. Zira göze, canın penceresi olma vazifesi yüklenmiştir. Ruh, bu pencereden mülk âlemini seyreder.
gulsun
Cevher-i cânsın letâfet maden olmuştur sana
Nakd-i ömrümsün ki sînem mahzen olmuştur sana
Malum maden ocağından cevher çıkar, bakır madeninden bakır. Eğer hoşluk ve güzellik bir maden olsaydı, bu kaynaktan elde edilen cevher senin canın olurdu. Benim de ömrümün sermayesi, varlığı sensin. Bu değerli hazineyi bir maden, bir ambar, bir mahzen olan kalbimde saklıyorum.

Gün gibi tenvîr eder bu nükteyi şems-i ruhun
Matla’-ı mihr-i kıyâmet revzen olmuştur sana
Ruhunun ışığı, bu ince manayı güneş gibi nurlandırırken kıyamet güneşinin doğduğu yer pencerendir. Kıyametin büyük alametlerinden olan, güneşin batıdan doğacak olmasından mülhem Ganiyy-i Muhtefi hazretlerinden:
“Şemsin garbdan doğması” ne büyük bir saadet!
Nefsinde tulû’ eden bu vak’adan um medet.
Budur Rûh’un bedenden ayrılma habercisi;
Mi’râc’ına attığın adımın birincisi.

Târ ü bûd-ı pertevinden âftâb-ı ‘iffetin
Bir perend îcâd olunmuş dâmen olmuştur sana
Senin iffet ve temizlik güneşinin ışığından, dokumadaki atkı ve çözgü iplikleri bir araya gelip yeni bir kumaş icad olunmuştur ki vücudunun alt kısmı için bir örtü olmuştur sana.

Hak seni izhâr için bir ruh tasvîr eylemiş
Sonra gül-berg-i hayâ pîrâhen olmuştur sana
Hak seni açığa çıkarıp göstermek için bir ruh tasvir etmiş, bir gül yaprağı mesâbesinde olan hayâ da sana gömlek olup mübarek vücudunun üstünü örtmüştür.

Reng-i gül bûy-ı semen rûh-ı revân nûr-i basar
Birbiriyle itmiş âmiziş ten olmuştur sana
Gülün rengi, yâseminin kokusu, ruhun akıcılığı, ferahlığı, gözün nuru, birbiriyle güzelce karışıp ten olmuştur sana.

Ferve-i sammûrda mir’ât-ı cismindir ‘ıyân
Âb-ı hayvânsın ki zulmet mesken olmuştur sana
Cisminin yansıması, görünüşü elmas değerindeki samurun kürkü gibidir. Sen ebedi hayat kaynağısın, karanlık meskenin olmuştur. Kürk ile kesret ve zulmet arasında tevhidin hakikati açısından mühim bir irtibat vardır. Buna göre cisminin yansıması, dış görünüşü samurun kürkü gibi gayet sık (kesret) fakat karanlıktır (vahdet). İbn-i Arabi hazretlerinin kabulüne göre hakikatin kaynağı karanlıkta saklıdır. (Taayyünden önce ama). Tevhid, samur kürkünün içinde, yani kesretin ötesindedir. Kesretten vahdete, ince bir yoldan tevhidin hakikatine varılır.

Nûr-i subh-ı gülşen-i cennet beyâz-ı çeşm-i hûr
Şir ü şekkerle karışmış gerden olmuştur sana
Cennet kızının gözünün beyazlığı ile cennetin gül bağında sabah vaktiyle doğan nur, süt ve şekerle karışmış da gerdan olmuştur sana.

Nûrdan bir gülsün ey ser-mest-i âteş-rûy kim
Ümmîd-i zârın hayâli gülşen olmuştur sana
Ey ateş gibi parlak ve yakıcı yüzünden sarhoş olduğum sevgili sen öyle bir nurdan gülsün ki ümit içinde ağlayıp inleyen, zayıf ve dermansız aşığının hayali, bir  gül bahçesi olmuştur sana.

Audio Player
… Memnûn-ı visâl eyle beni gel kereminle, yansın hased âteşlerine baht-ı siyâhım …

21 Aralık 2015 Pazartesi

Doğum günün kutlu olsun sevgililer sevgilisi ♥





Lebin vasfında sultânım dehân âşık, zebân âşık
Sana ey mihr-i tâbânım zemîn âşık, zamân âşık
Vücûd-ı âleme bâis vücûdun olduğu zâhir
Mine'l-evvel ile'l-âhir sana kevn ü mekân âşık
Eğer mahfî eğer peydâ vü ger âkil eğer şeydâ
Senin şevkin ile cânâ nihân âşık ayân âşık
Gören âşık cemâl-i bâ-kemâlin görmeyen âşık
O gül ruhsâra Billâhi Hudâvend-i cihân âşık
Eyâ sultân-ı mahbûbân buyur erbâb-ı aşk içre
Desinler İbn-i Neccâr'a budur ibn-i fülân âşık

Sultânım!.. (İslam'ı ve hidayet yolunu bize getiren) dudağının özelliklerini (anlatabilmek istiyorum ama, şaşkınım, çünkü) ağzım da, dilim de ona âşık (olmuş, sözden kesilmiş, dilim tutulmuş). Ey parlak güneşim! Yoksa sana zemin de âşık, zaman da âşık!

Şu dünyanın yaratılmasına senin varlığının sebep olduğu (Allah'ın bütün kâinatı yalnızca senin şanına, senin şerefine yarattığı) o kadar belli ki; ta evvelden en sona kadar her ne varsa şimdi sana âşık.

Ey sevgili! Sana duyulan özlem sebebiyle eğer gizliden, eğer açıktan; ister akıllı, ister çılgın; görünür ve görünmez her ne var ise hepsi âşık.

Ey sevgili, yemin olsun ki senin kemale eren yüzünü gören de âşık, görmeyen de; hatta şu kâinatın yaratıcısı dahi senin o gül yüzüne âşık.

Ey sevgililer sultanı! Sen bir kerecik emrediver de, âşıklar arasında Neccarzade için "Falan oğlu filan âşık işte budur!" desinler (ve beni de senin âşıklarının arasında saysınlar)!.. 



18 Aralık 2015 Cuma

şem ile pervane: aşkın ateş öyküsü








şem ile pervane: aşkın ateş öyküsü



Münire Daniş tarafından yazılan ve timaş yayınları / aşk klasikleri dizisinde yayınlanan mükemmel kitap. İncecik göründüğüne bakmayın. Her sayfasına bir ömür sığar. Güzel kısımların özetini çıkarmaya çalıştığımda hemen hemen her sayfasının bu "güzelliğe" layık olduğunu anlayıp vazgeçtiğim kitaptır. Pervane'nin içindeki boşluğu dolduracak şeyi aramak için çıktığı yolculukta şem'e rastlaması, aşık olmaları, ayrılışları ve yanışlarını konu alır. 

......

Bezm-i elest'te her ruha bir ayna tutuldu ve ruhlar gördüklerini doğruladılar, doğruladıklarını unutmamaya söz verdiler. 
Sonra oradan ayrıldılar ve sayısız hareketin (bezm-i cihan'ın) içine düştüler. 
Bir ney gibi ayrılık derdiyle doldular. 
eğer gönül alem-i ervah'tan bir maksat seçmemiş olsaydı , 
o hareketlerin içinde kaybolacak, verilen söz unutulacaktı.
Gönlün seçtiği maksadın adı ise aşk'tı. 
Aşkı ki ruhun geri dönüş ve kurtuluş hareketi. 
Yani ezelin ebedle vuslatı idi. 
….
Kimi sevdasını kıvılcımlara bölüştüre bölüştüre dağıtır, elden çıkarır; rüzgarın savurduğu küle döner… kim ki doğru aşıktır, canı çoktan adanmıştır….
Belki de bu yüzden aşıka akıl ermez. zira aşkın telkinleri karşısında aşık dahi şaşkındır, acizdir, haraptır. Ne söyler ona aşk; ne alır, ne bırakır aşık dahi tarif edemez. Zaten ne aşka harfler yeter, ne de aşık olmak öğretilebilir. Yine de aşk gizli kalmayı sevmez ve aşık da sırrını saklamayı bilmez. Aşıklık ki, ateşin gergefinde yakınmadan, vazgeçmeden, yana yakıla, bata çıka oluşan nakışa benzer. Gerçi dil o nakışın esrarını çözemez. Belki de bu yüzden o gergefin eserleri ne kadar anlatılsa, eskimez, eksilmez, tükenmez. Ve onun hikayesi dahi gönlü yakar geçer. 
Aşkın manasına ruh oldu ateş
Ateşin manasına can verdi pervane. 
Tutuşur, yanar ve adanışını ölerek tamamlar. Ama aşkın acı öyküsü değildir bu. Bilakis, yana yana ölmek aşığın en zevkli menkıbesidir… yanar aşık; varlığı erisin, ikilik kalksın, onda can tek canan kalsın diye. 

Pervane:

…Garip bir pervane yaşardı. Her zaman hüzünlü, her yerde yalnızdı. Kalbi isimsiz bir dertle mühürlüydü sanki; nefesleri kederli, canı hep tedirgindi… aşık tabiatına yaraşır biçimde bütün alışverişini kırık kalbine bağlamıştı. Alışveriş dediğimiz de bir alıp bir verdiği gamlı nefeslerdi ancak… ne dünyayla yetinebiliyordu ne de canıyla. Öyle bir hal ki, her şeyden vazgeçmiş, ama vazgeçmemiş bir şeyden. Herkesten uzaklaşmış ama uzaklaşmamış birinden. Hiçbir talebi yok alemden, ama arıyor gibi içinde yankılanıp duran bir hikayeyi. 

Gizli bir aşıktı pervane; yani aşıklığından haberi yoktu, ne ki her hali aşka delalet ediyordu. Pervane ki varolmayı seviyordu. Çünkü varolmayı ona sevdiren bir davet vardı içinde. Ama onu çağıran kim ve nerede meçhuldü . Bu yüzden kalbinin bütün nasibi hüzündü. 

Gizli bir aşıktı ya pervane. aşkın tabiatı da, kendinden başka bir şeye dönüşmeden aşığı halden hale sokmaktı. Onun her muradını bir imtihana tabi tutmaktı. Gah hor görür azarlar, köleye çevirirdi, gah özgürleştirir, şerefli bir makama ulaştırırdı… elhasıl, toprağı, ne kadar kurur çatlarsa o denli kuvvetle bağrına basan yağmur gibi, aşığın gönlüne bakar, nasibini öyle belirlerdi. 

Şem: 
Uçurumlarda açan bir dağ çiçeği gibi, ona has bir yazgıydı ıssızlık. Bir yandan bekliyor, öbür yandan korkuyordu ki en korktuğu yazgı hakikatsiz sevgiliydi. Bu yüzden ona hayranlık bildirenlere hep cevr ile mukabele etmişti...

Aşk” diye cevap verdi şem, “aşk ateşi yakar beni”..

  

Gece idi, pervâne sessizce girdi şem’in yanına… şem yanmalarda idi, her zamanki gibi…


Pervâne ışığa âşıktı; onun etrafında dönmekten, ona yaklaşmaktan zevk alırdı. Ölçüyü tutturamayınca, kanatlarını yakardı, şem’in alevinde… yaklaşır, alev alır; uzaklaşır, hasret kalırdı. yine öyle oldu….

“–Başka çaresi yok mu?” dedi pervâne. “yanmadan nûra kavuşmanın çâresi… yanmayayım, ama alevin içinde oynayayım. ”

Pervâne’nin bu sözlerine tebessüm eden şem, ona sevgi dolu baktı:

“–Her şeyin bir bedeli var dostum, ışıkla sarhoş olmanın bedeli yanmak. yanmayacaksan ışığı ne yapacaksın. bu ateş yanmak için, bakmak için değil.”

“–Tamam.” Dedi pervâne, “yanalım o zaman. sen rahatsın, yanan benim…”

yine güldü şem, ateşin her adımında eriyip yok olduğunu görmüyor muydu acaba pervâne? pervâne birden yanıyordu belki, ama şem için için tükeniyordu, eriyordu. hangisi daha zordu acaba, şem’inki mi, pervâne’ninki mi?

şem bunları düşünürken, pervâne dikkatle şem’e baktı. Dilsiz, dudaksız dostu şem’in gönül dilini anlayıvermişti. Dostluk bu değil midir zaten, konuşmadan anlaşmak. Ben konuştuktan sonra herkes anlar. önemli olan dost susarken, dostun gönül dilini anlamak…

baktı pervâne şem’e dikkatlice… evet, şem eriyor, tükeniyor yavaş yavaş:

“–erime…” dedi, “lütfen bitme, sensiz ne yaparım!...”

“–Üzülme!” dedi şem, “bu ateş, en sonunda ikimizi de bitirecek… sen dayanamayacak yaklaşacaksın, tükeneceksin; ben zaten her daim tükenmekteyim.”

Gözünü kırptı şem, rüzgâr esmiş gibi, alev dağıldı önce, raksetti, sonra eski hâline döndü. pervâne’nin yüreği ağzına geldi:

“–aman!” dedi, “sus, heyecanlanma, az daha sönecektin.”

Şem’in en büyük korkusu da bu idi zaten; yanmak değil, sönmek; sönmekten korkardı o. sadece sönmekten…

“–Seni yakan nedir?” dedi pervâne, şem’e.

“–Aşk” diye cevap verdi şem, “aşk ateşi yakar beni”

“–keşke yakmasa idi sağlamca kalırdın, tükenmezdin” dedi pervâne saf saf:

“–o zaman sen neden geldin?” dedi şem, “niçin buradasın? sönse idim, yanmasa idim, yine gelir miydin?”

“–yok, hayır gelmezdim” dedi pervâne. “ben ışığa âşığım. nerede ise o ışık, oraya can atarım. ölmek pahasına. tavaf eder, semâ ederim o nûrun etrafında, kendimi kaybederim, yanar giderim.”

Titredi yine şem’in alevi, heyecanlandı.

“–Bilir misin pervâne, aslında biz yanmak için yaratıldık. aşk ateşi ile tutuşturulup yanmak için. eriyip tükenmek için.”

Pervâne, şem’i dinlerken, etrafına bakındı:

“–o zaman, neden yanmıyor bütün şemler?”

“–tükenmekten korktukları için” dedi şem. “öyle ya da böyle nasılsa bu hayat geçecek, bitecek. Hepimizin hayatı, yanma müddetimiz kadar. Yansak da, yanmasak da erime müddeti kadar yaşarız biz. Bunu bilmeyenler yanmaya yanaşmaz, çok yaşayacağım sanır, eriyip tükenmek istemediği için aşkı bilmez, ondan fersah fersah kaçarlar. Benliklerini unutur, yaratılış gâyelerine hizmet etmezler. Yanmaktır bizim derdimiz, erimektir, eriyip bâkî olanda kaybolmaktır. Aşk ateşinden eriyen her damlamız, sonsuzluk okyanusuna kavuşur. Sonsuz olmak için erir, aşk ateşi ile yandıkça var oluruz biz. Beni dirilten bu ateştir. Ben erirsem eriyeyim, aşkım bâkî kalsın, sönmesin”.

“–Senden haber geldi bize geçen gün, korkudan titriyormuşsun, dalgalanıyor, çırpınıyormuşsun? ne’n var, neden böyle oldun? neden hastalandın?” dedi şem’e pervâne.

“–Ne zaman korkmadım ki; ben yandıkça en büyük derdim, aşk ateşimin sönmesidir. Aşk derdi ile hastayım ben. Aşk derdim bitmesin, aşk ateşim sönmesin isterim. Ömrüm boyunca en büyük korkum budur benim. Aşkımı kaybetmekten korkarım.” diye inledi şem.

Şem’in hâline üzüldü pervâne, içi yandı birden:

“–her ne kadar rüzgârın söndürme tehlikesi var ise de, korkma. sen yanmayı istedikçe, mutlaka bir yakan bulunur, öyle değil mi? ister o aşk, ister başka aşk. Nihayetinde tutuşturan kim olursa olsun, sen yine aynı yanmalarda değil misin?”

“–Asıl marifet o değil.” dedi şem. “Asıl marifet, aşk ateşinin sönmemesine gayret etmek, hiçbir zaman kendinden emin olmamak; ben sönmem, hep yanarım dememek. sönme ihtimalini akıldan hiç çıkarmamak. acziyetinden hep ağlamak, inlemek, susmamak, bu derdin sürmesini istemek. Her dem bir aşk beklememek; söndükten sonra seni tutuşturan aşk ne zaman gelecek, seni hemen tutuşturacak mı, işte bunları bilemezsin. beklemek zor, hasret zor, özlemek zor. Tek isteğim, bir kez tutuşup, eriyip gitmek. aşk kıvılcımını çakar, ben çoğaltırım, ama rüzgârdan aslâ emin olamam. Onun için duâ eder. Allâh’a sığınırım.”

“–Benim işim daha kolay, nerede görürüm, tutuşmuş bir şem, hemen koşarım.” dedi pervâne.

“–Kolay bulunuyor muyuz bâri?” dedi şem, gülerek pervâne’ye.

“–Yok canım!” dedi pervâne, “bazen günlerce aylarca bulamam, ararım. seni bulmam da kolay olmadı laf aramızda.”

Pervâne konuşurken, heyecandan şem’e çok yaklaştı. Tutuştu alev aldı. Şem sessizce ağladı, eriyip, sonsuzluk okyanusuna kavuşacağı günü hayal etti. Her damlası okyanusa koşan, erimekten korkar mıydı hiç?

17 Aralık 2015 Perşembe

[AŞK OLSUN]

 


Eyledi keşf-i cemâl yani açıldı kân-ı aşk
Zerre-i nurunda kılmış bin güneş pinhân aşk
Öyle bir gevher ki olmuş vasfının hayrânı aşk
Nur içinde kendi kendin eyledi seyrân aşk

[AŞK OLSUN]

Zevki beden tuzağından kurtaranlara “şeb-i arûs” bir andır.

İçerim boş görünür bağrı delik bir nâyım,
Mahrem-i sırr-ı ‘Ali bende-i Mevlâna’yım

mevlana_sems
Akarız nûr-i müselsel gibi aşkın seliyiz
Biz onun saçlarının bestedil-i sünbülüyüz
Gülşen-i vuslat içinde açılır bir gülüyüz,
Ne şuyuz biz, ne buyuz, bağ-ı Hûda bülbülüyüz
Mevlevîyiz, Alevî, Şâh-ı velâyet kuluyuz

Işk içer, raks ile işretgehi âbâd ederiz,
Ney üfler, cünbüş-i cânânla dili şâd ederiz,
Gâh olur aşk-ı mücerred gibi feryâd ederiz
Ne şuyuz biz, ne buyuz, bağ-ı Hûda bülbülüyüz
Mevlevîyiz, Alevî, Şâh-ı velâyet kuluyuz

Nur olur tâbiş-i dildâr ile bir gün tenimiz
Ki tecelligeh-i nûr oldu bizim meskenimiz
Gonce-i hüsn-i ilâhiyi açar gülşenimiz,
Ne şuyuz biz, ne buyuz, bağ-ı Hûda bülbülüyüz
Mevlevîyiz, Alevî, Şâh-ı velâyet kuluyuz

Her nazar anlayamaz ehl-i dilin kıymetini
Sîmten sîneye sor, reng-i gülün zîynetini
Sor o Ferhâd’ına Şirîn lebin lezzetini,
Ne şuyuz biz, ne buyuz, bağ-ı Hûda bülbülüyüz
Mevlevîyiz, Alevî, Şâh-ı velâyet kuluyuz

Zülf-i dildâr açılup leyl nehâr olur bize,
Bir güneş yüzlü mehin aşkı şiar oldu bize
Feyz-i Pîrim ile bak, şimdi bahar oldu bize
Ne şuyuz biz, ne buyuz, bağ-ı Hûda bülbülüyüz
Mevlevîyiz, Alevî, Şâh-ı velâyet kuluyuz

ARUS
Pîşter â pîşter â cân-ı men
Peyk-i der-i Hazret-i Sultân-ı men
(Azrâil Aleyhisselama hitaben Hz. Pir’in son sözleri: Ey Sultanımın dergâhının habercisi beri gel, daha beri gel benim cânım…)

Audio Player
Vakt-i şerîf hayr ola, şeb-i arûs hayr ola, hayırlar feth ola, şerler def ola. Leyle-i arûs-i rabbânî, vuslat-ı halvet-serâ-yı sübhânî, hakk-ı akdes-i Hudâvendigârî’de an be an vesîle-i i‘tilâ-yı makâm ve füyûzât-ı rûhâniyyet-i aliyyeleri, cümle peyrevânı hakkında şâmil ü âmm ola. Niyâzlarımız dergâh-ı izzette makbul ola, hayırlı muratlar hâsıl ola, Allah azîmüşşân ism-i zâtının nuruyla kalplerimizi pürnur eyleye,
Dem-i Hazret-i Mevlânâ,
Sırr-ı Şems-i Tebrîzî,
Kerem-i İmâm-ı Alî
Nur-ı Nebî
Gülbâng-i Muhamedî
hû diyelim hûûû

Zevki beden tuzağından kurtaranlara “şeb-i arûs” bir andır. Bir 17 Aralık’ta daha gün batmaya yaklaşırken (16:17) öl/düğün günü “düğün günü” edecek kadar “öl” şimdi… yaşamak ve yaşatmak için “ol” şimdi! Yananların ateş-i aşkı ziyade olsun efendim…

"Sen" der isem şirk olur, "ben" der isem küfr olur Her ikiye bir demek Hakk'a hemen şükr olur


Figân-ı âh-ı sûzandır benim aşkım, budur zevkim 
Benim derdimle kanlı yaş döktükçe fenâ bulmaz
Edebdir hakk yolu Ken'an sükut olsun sana tevhîd
Hüdâ'nın aşkını buldun ise bil hiç niçin olmaz

"Sen" der isem şirk olur, "ben" der isem küfr olur
Her ikiye bir demek Hakk'a hemen şükr olur
Ben gibi bir noktayım,hayrete gizlenmişim
Ken'an'a tevhîd için samt u sükût zikr olur.

Sevgilim! Sana secde ettiğim andır ki ancak kendimde bir nefes varlık bulurum

  



Nefesi vücûd dârem ki turâ sücûd dârem
Ki sücûd-ı tüst cânâ deavât-i müstecâbem
Sevgilim! Sana secde ettiğim andır ki ancak kendimde bir nefes varlık bulurum. Zirâ huzurundaki secdelerim, senin kabulüne eren duâlarımdır.

Mal da Senin, mülk de Senin, can da Senin, ten de Senin! Seven de Sensin, sevilen de, sevdiren de hep Sensin!

 

De ki: Allah'ım, mülkün sahibi sensin, mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın. Dilediğini yükseltirsin, dilediğini alçaltırsın. Senin elindedir hayır, sensin her şeye gücü yeten. [3:26]
Şu fenâ mülküne ibretle nazar kıl ey can
Gafleti eyle hebâ, hâli değildir meydan
Kani Sultan Süleyman, kani İskender Han?
Sad hezar ömrü sürur ile geçirsen bir an
Ne güle ne bülbüle bâki, a gözüm bağ-ı cihan
Kime yar oldu muradınca felek devr-i zaman

Bizde kilitlerin üstüne bile "Ya Mâlike'l-Mülk" yazıp öyle sırlarlar idi. Bu âdeta, alemlerim sahibinin mülkünde dilediğince tasarruf buyurmasında, her hak sahibine hakkını ödemeye kendilerini vesile kıldığı için bir şükür levhası sayılırdı.
Evlerinde dahi kilit bulunmayan bu medeniyette gaye, 
kilit vurdukları mal, her ne için yaratıldıysa "o amaçla tasadduk" niyyetine mâni olunmasın diye kem gözlerden muhafazadan ibarettir.

Mal da Senin, mülk de Senin, can da Senin, ten de Senin! Seven de Sensin, sevilen de, sevdiren de hep Sensin!

Aşk için gelmişiz...




Yakarak şem'i ezel nuruna pervânemi ben
Bezm-i lahûta çevirdim bu gönül hânemi ben
Süzülen gamzelerinden bana al bade sunar
Leb-i la'linden içerken mey-i peymânemi ben
Ne kadar naz ile cevr etse usanmam aslâ
Ölürüm terkedemem, sevgili canânemi ben
Ne merâm anladı gitti, ne de ârâm etti,
Ney'le usandırayım bu dil-i divânemi ben
Gülşen-i aşkta bir murg-ı baharî oldum,
Bağ-ı hüsnünde onunçin ararım danemi ben

16 Aralık 2015 Çarşamba

Düşün / me ...







Bazen bakıyorumda şöyle bir geçmişe ben hep "biz" olmayı beceremeyen bencil insanları sevmişim. En çok ihtiyacım olduğu zamanlarda ya yalnız bırakılmışım, ya da hep yılanlara sarılmışım. Yinede Rabbim güç vermiş kimsede kendimi bırakmamışım, çekip gitmişim. Beni üzme hakkını nerden bulmuş bu insanlar diye geçmişe dönüp her baktığımda ise hep aynı imzayı görmüşüm, aslında kimse suçlu değilmiş, hepsine ben izin vermişim...


Gel ey fasl-ı bahârân mâye-i ârâm u hâbımsın Enîs-i hâtırım,kâm-ı dil-i pür-ıztırabımsın..

 


Gel ey fasl-ı bahârân mâye-i ârâm u hâbımsın
Enîs-i hâtırım,kâm-ı dil-i pür-ıztırabımsın..

Nedim

Yaktın ey âteş-zen-i ârâm yanmış gönlümü Nev-heves kıldın şu kendinden usanmış gönlümü..

  

Yaktın ey âteş-zen-i ârâm yanmış gönlümü
Nev-heves kıldın şu kendinden usanmış gönlümü..

Yâre küstâhâne dil arz etti dâg-î sineyi Âteşin pirâhen oldu germî-i haclet bana.

 


Yâre küstâhâne dil arz etti dâg-î sineyi 
Âteşin pirâhen oldu germî-i haclet bana.

Ayrılık sevdaya dahil...

Nasıl çıldırmadım hayretteyim hâlâ sevincimden Lisânından " seni sevdim" sözün gûş ettiğim demler...




Nasıl çıldırmadım hayretteyim hâlâ sevincimden
Lisânından " seni sevdim" sözün gûş ettiğim demler...

Yetmez mi temâşâ-yı cemâl el de sunarsın Ey âşık-ı mihnet-zede buldukça bunarsın.

  

Yetmez mi temâşâ-yı cemâl el de sunarsın
Ey âşık-ı mihnet-zede buldukça bunarsın.

Umutlarımız Güneş gibi olsun...

İstanbul gibiyim...

Sonrası Yoktur Ne Gelmelerin Ne Gitmelerin..


Geceye Yazılır Tüm Gizli Sırlar, Sabahlar Alıp Götürcekmiş Gibi, Gecelere Saklanır.. Suspuslar Kaplar Tüm Dilleri, Gitmez Kırıklıklar, Bitmez Yorgunluklar.. Biraz Düşünmeye Yeltensen, Boşunamı Konuşmuşum, Bunca Zaman Dersin.. Zaman Hiç Sormadan Ansızın Gelir.. Sonrası Yoktur Ne Gelmelerin Ne Gitmelerin..

“Hiçbir yere taşmıyorum, kendime sızıyorum yalnızca.” Edip Cansever


“Hiçbir yere taşmıyorum, 
kendime sızıyorum yalnızca.”

Edip Cansever


11 Aralık 2015 Cuma

“Ey Rabbimiz önce, bizi adam et, aşka layık bir can haline getir! ”













 “Ey Rabbimiz önce, bizi adam et, aşka layık bir can 

haline getir! ”

Aşk ile cilalama vakti...

Feyz-i ilahiye muhatab olmak dilersen ey talib, geçmekte olan günler tövbe pınarından gözyaşı suyu ile aynayı gaflet kirinden temizleme, aşk ile cilalama vaktidir.



Her nefeste işledik yüz bin günâh,
Bir günâha etmedik hiçbir gün âh!
Bakma yâ Rab, günâhımıza,
Nazar et, cân-u dilden âhımıza…


 



Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .




Zengin ile Fakir..

“Verdiğinin kat kat fazlasının kendisine ödenmesi için, Allah’a güzel bir borç verecek yok mu? Darlıkta veren de bollukta veren de Allah’tır. Sadece O’na döndürüleceksiniz.” [Ayet-i Kerime]
sadaka2
Sadaka alanın eline düşmeden Allah’ın eline düşer. [Hadis-i Şerif]
Bakara suresinin 245. ayeti indirildiğinde, müşrikler Risaletpenâh Efendimiz(sav) ile dalga geçip “Muhammed’in tanrısı güçsüz ve fakirdir. Çünkü Müslümanlardan açık açık borç istiyor.” derler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz inanan ve inanmayanlara Allah’a borç vermenin ne olduğunu anlatmaya başlar…
dilenci
Asırlar sonra zenginlerden ve fakirlerden bir cemaat toplandılar. Zengin şöyle dedi:
– Allahü Teâlâ Hazretleri bizim derecemizi ikramla yükseltti. Hatta bizden borç bile istemektedir.
Bunun üzerine fakir kişi:
– Hayır! Belki Allahü Teâlâ Hazretleri bizim derecemizi yükseltmiştir. Bizim için sizden borç istedi. Çünkü kişi, bazen dostu olmayandan bile borç istemek durumunda kalabilir lâkin sen ancak sevdiğin bir dostun için borç istersin!
Artık tüm dünya tüketmeye endeksli. Her şeyin daha iyisine, daha özeline, daha güzeline sahip olmak istiyoruz. Var gücümüzle bu amaca yönelik çalışıyoruz. Yardımlaşmayı ibadet kabul eden bir dine inansak da hedefe bu kadar kilitlenmişken mazlumların, ihtiyaç sahiplerinin sesini pek duyamıyoruz. Ya da “Ben ay sonunu zor getiriyorum, kimseye yardım edemem.” diyoruz. İsraf ettiklerimizi, ‘yarın lazım olur’ ya da ‘arabanın modelini yükseltmem gerek’ diye biriktirdiklerimizi hesaba katmadan…
Siz, El-Kâbız (daraltan, sıkan) ve El-Bâsıt (genişlik veren, yayan) olanın ancak Allah olduğunu ve sahip olduğunuz maddi ve manevi imkanların O’nun BASTı (bol bol ikram edip genişletmesi) ile size ulaştığını bildiğinize göre artık bundan böyle O’na karşı cimrilik etmeyin. Karz-ı hasen (güzel bir borç) verin. Onun size verdiği madde ve mânâdan güzelce ikram edin, infâk edin. İkramı kısarak işi tersine çevirmeyin Allah da ta’kis (ters çevirmede) size misliyle muamele edip BAST (rizk genişliği) sonrası size KABZ (darlık) vermek suretiyle halinizi tersine çevirmesin!
Verdikçe huzur bulasınız efendim…
Amin..

9 Aralık 2015 Çarşamba

Getmek İsteyirsen Behanesiz Get...

  

Getmek isteyirsen behanesiz get 
oyatma murgulu xatireleri. 
Sesi hemin sesdir baxışın ogey 
gedirsen sesin de yad olsun bari.

Sen deniz qoynuna tullanmış çiçek 
üstüne dalgalar atılacaqdır. 
Saxta mehebbetin saxta sened tek 
ne vaxtsa üstünde tutulacaqdır.

Demirem sen uca bir dagsan eyil 
demirem elacım qalıbdır sene. 
Ne sende mehebbet qara pul deyil 
ne men dilenciyem el açim sene.

Döşenim yollar tek ayaqlarına 
sene yalvarim men bu mümkün deyil. 
Qoymaram qelbim tek vuqarım sına 
alcalib yasamaq omur-gün deyil.

Getmek isteyirsen o yol o da sen 
bir çut göz baxacaq arxanca senin. 
Getdinmi geriye dönmek istesen 
tikanlı yastiga dönecek yerin.

Getmek isteyirsen ne daniş ne din 
Yox ol uzaglartek dumanda cende 
Neyimi sevmişdin deye bilmedin 
Indise yüz eyib görürsen mende

Getmek isteyirsen behanesiz get 
oyatma murgulu xatireleri. 
Sesi hemin sesdir baxışın ogey 
gedirsen sesin de yad olsun bari. 

&
Gitmek istiyorsan bahanesiz git 
Uyarma uykulu hatıraları. 
Sesin aynı sestir bakışın üvey 
Giderken sesin de el olsun bari.

Denize atıldın bir çiçek gibi 
Üstünde dalgalar çalkalanacak. 
Sahte sevgin sahte bir kimlik gibi 
Gün gelip üstünde yakalanacak.

Serilip yol gibi ayaklarına 
Yalvaracak mıyım? Bu mümkün değil! 
Kalbim gibi koymam gururum sına 
Alçalıp yaşamak ömürden değil.

Demedim sen yüce bir dağsın eğil 
Demedim ki kaldı tek çarem sana. 
Sendeki muhabbet para pul değil 
Ne ben dilenir el açarım sana.

Gitmek istiyorsan… O yol o da sen… 
Bir çift göz bakacak arkandan senin. 
Gittin mi… Ne vakit dönmek istersen 
Dikenli yastığa dönecek yerin.

Gitmek istersen… Ne sus ne bahsi aç! 
Yok ol uzaklarda siste dumanda… 
Neyimi sevmiştin? Diyemedin hiç 
Buluyorsun şimdi yüz noksan bende.

Gitmek istiyorsan bahanesiz git 
Uyarma uykulu hatıraları. 
Sesin aynı sestir bakışın üvey 
Giderken sesin de el olsun bari. 

Türkiye Türkçesine Uyarlama:  Osman TUĞLU 

4 Aralık 2015 Cuma

3 Aralık 2015 Perşembe

BİRİ İTER ,BİRİ GİDER ...!



Ben kimseden gitmedim ,gidemedim,yaşadıklarımla,anılarımla hala gidenlerdeyim,unutmadım kimseyi belki onlar unuttu beni yada hatırlamak istemediler .Ben kimseden gitmedim onlar gitmek istedi ,istedikleri için gitmelerine yol verildi.Ben kimseden gitmedim hala gidenlerle birlikteyim.Hani sorulurya hep benden iz kaldımı diye ,izler silinmezki ...

                                                 BİRİ İTER ,BİRİ GİDER ...!


1 Aralık 2015 Salı