Eylül toparlandı gitti işte,
Ekim falan da gider bu gidişle....
Hayatınızın hangi anını, şiirden ırak tutabilirsiniz? “Yaratandan ötürü” yaratılanın da şiir olması doğaldır.
Yediğiniz
ekmek, içtiğiniz su, soluduğunuz hava, üzerinde yaşadığınız toprak ve
var edilenlerin hepsi şiirdir. Şiir, akıp giden zamandır. Eylül ayrı bir
şiir, ekim ayrı bir şiir, kasım ayrı bir şiirdir.
Ümit Yaşar; “Sonbahar geldi yağmurla beraber / Boynu bükük duruyor
kasımpatı” diyor. Bir başka şiiri, şiir dünyamızdaki sonbaharın
karekteristik özelliğinin altını çiziyor: “ ..kederliydin sonbahar
akşamları gibi / ve sonbahar akşamları kadar güzel” Evet. Kederin en
güzelidir sonbahar. Şakaklarımıza düşen kardır, gönlümüze çöken
sonbahar..
Şairler, duygularımızı yansıtırlar ve sonbaharla hüznü, sonbaharla
melânkoliyi birbirine yakıştırırlar. Hüseyin Nihal Atsız “Sonbahardı...
Seninle geçiyorduk o yoldan; / Topraklardan, havadan bir hüzün
taşıyordu.” diyor. Dahası, sonbahara hazan mevsimi demişler. Yahya Kemal
gibi:
“Kalbim yine üzgün, seni andımda derinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden ...”
Hazan bahçeleri, ağaçların renk konusunda coştuğu yerlerdir. Yeşilden
kızıla, kızıldan sarıya, sarıdan kahverengiye türlü türlü renkler ve bu
renklerin türlü türlü tonları.
Edip Cansever, sonbaharı tanımlıyor:
“Hohlayıp siliyorum iyice / Gözlüğümün camlarını / Göğe bakıyorum gözlerimi kısarak / Güneye gidiyor bir leylek sürüsü”
Kendimi sonbaharın tatlı hüznüne kaptırmaya çalışırken radyodan bir
şarkı duyuluyor: “ Alır gider beni sarı rüzgarlarıyla sonbahar..” Bir an
için, hüznü, hazanı, melankoliye bir yana bırakıp da hayatın
gerçeklerine doğru bir yolculuğa çıkmak istiyorum:
Benim doğduğum topraklarda sonbahar keder, hüzün, hazan, umutsuzluk,
bedbinlik, karamsarlık, melankoli ve bunlara benzer bir çok kelimenin
tanımının, anlatmak istediği mevsim değildir. Sonbahar, özlemlerin,
umutların, heyecanların ve vuslatın mevsimidir.
Benim doğduğum topraklarda, sonbaharın ikişer üçer gün arayla değişik
adları vardır. Harman, harman sonu, bağ bozumu, bahçe bozumu, güz ekimi,
koyun yuyumu, bulgur kaynatımı, bulgur sokusu ve daha başkaları...
Harman sonu, koç katımı, bağ bozumu coşku içinde kutlanılan, içinde
Tanrı’nın verdiği nimete şükürlü sevinçli, saygılı kutlu günlerdir.
Bir yıllık çalışmanın ürünlerini almanın mutluluğu, yarınlara bir şeyler
bırakabilmenin güven verici huzuru vardır sonbaharlarda. Komşular
arasında yardımlaşmanın, imece geleneğinin en güzel örneklerinin
verildiği günlerdir. Bir yanda pekmezlerin kaynatıldığı, bir yanda
eriştelerin kesildiği, kuskusların çevrildiği, bulgurların çekildiği
günlerdir:
“Üğüt bulgurları göz yaşım gibi
Gah hayalim gibi, gah düşüm gibi,
Bak özlemle yanan şu döşüm gibi
Çürüttün ömrümü ah bulgur taşı.
İmeceler elvan elvan al gibi,
Türküler yükselir selvi dal gibi,
İçinizde benim yarim var gibi,
Acıtma elimi bek bulgur taşı.
Yar imeci, ben bacada gözlerim
Çok bekledim, sızıladı dizlerim
Ne çektimse senden çektim gözlerim
Akıt bulgurları sek bulgur taşı .... (E. Kuzucular)
Bu kadar mı? Turşular, salçalar, reçeller... Ama sonbaharı, asıl dört
gözle bekleyenler gençlerdir. Hasadın bereketiyle başgöz edilecek, yuva
kurdurulacak gençlerdedir. Onlar ki, bir an önce sonbaharın gelmesini,
ürünün bereketli olmasını arzu ederler. Sonbahara umudun, özlemin,
heyecanın ve vuslatın mevsimi deyişim bundandır.
Nerede okudum hatırlayamıyorum. Aşağı yukarı şöyle yazıyordu:
“...Sonbahar, yazılmış şiirleri anlama ve onların içindeki sırların
anlamına erme zamanıdır. Sonbahar, trenlerle yolculuk ederken,
pencereden akıp giden ağaçlara bakıp zamanın ne kadar hızlı geçtiğini
anlamanın tadıdır... Sonbahar renkli yaz düşlerinin, açık pencereden
içeri sızan seslerin, vıcık vıcık müziklerin, bahçede oynayan çocuk
seslerinin yavaş yavaş tükenmesi ve yerlerini huzurlu bir sessizliğe,
hüzünlü bir iç dengesizliğe terketmesi mevsimidir.”
Bence doğru. Ama aksini savunanlar da var. Cahit Sıtkı Tanrancı,
hatıralarıyla halleşirken, kanat çırpışın, cama vuruşun boşuna olduğunu,
güllerin açmayacağını, ötenlerin bülbül olmadığını ve bu rüzgârın başka
rüzgâr olduğunu söyledikten sonra çıkışmaktadır: “Ne istersiniz benden,
/ Bilmem ki hâtıralar, / Gelir gelmez sonbahar?”
Hazan bahçelerinden geçerken kalbinin üzgün olduğunu söylemekle yetinen Yahya Kemal, bu defa daha da karamsar bir tablo çiziyor:
“Fani ömür biter, bir uzun sonbahar olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarümar olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir veda;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir.
Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere.
Anlar ki yolcu yol görünür selviliklere. ......”
Bu kadar karamsar olmaya gerek var mı? Sonbahara ulaşmanın kazandırdığı
hiç mi güzellik yok? Elbette var. Bakınız sonbaharın yararları neler
miş:
“Piknik yapma derdinden kurtulursunuz. Tatil günlerinde evde aile
sofrasında yemek yemek size zevk verir. Ev toplantılarının sıklığı artar
ve özlediğiniz arkadaşlarınızı görürsünüz. Serin sonbahar havası,
yüzünüze renk getirir. Rüzgarlı bir günde yanaklarınızın kızardığını
hissedersiniz. Aşırı sıcaklardan yakınmazsınız. Soğuk içecek hazırlama
derdinden kurtulursunuz. Ağaçlardan dökülen yaprakların kokusu sizi
geçmiş günlerin anılarına götürür. Yeni başlangıçlar yapabilir,
özlediğiniz kıyafetleri giyebilirsiniz.”
Bunlar işin şakası. Sonbahar, edebiyatımızın bir döneminin sembolü
olmuştur ki, bu Servet-i Fünun’dur. Servet-i Fünun şairleri, insanla
sonbahar arasında benzetmeler kurmuşlar, sonbaharın rengini, musikisini
şiirlerinde bir besteci, bir ressam gibi yansıtmışlardır. Günümüz
Şairlerinden Atilla İlhan’ın da böyle bir şiiri var: “Kadınlar sonbahar
yapraklarını dökmeye başlar / Titrek dudaklarında sarışın bir keder /
Nabız kaybolur kan susar dolaşım yavaşlar ...” diyor.
Edebiyatımızın daha sonraki dönemi olan Fecr-i Ati’de durum biraz
değişiyor: Ahmet Haşim, bu mevsimde düşüncelere dalsa da dünyevi
zevklerden vazgeçmiyor :
"Bir taraf bahçe, bir taraf dere, / Gel uzan sevgilim benimle yere;/
Suyu yakuta döndüren bu hazan, / Bizi gark eyliyor düşüncelere..."
Güz’lü, hazanlı, sonbaharlı yüzlerce şarkımız, türkümüz var. Şu anda
radyomda bir şarkı başladı: “İnanki ağlamadım /Hüzünlüyüm sadece /
Gözlerimdeki yaşlar çığ gibi / Yağar böyle her gece / Güz gülleri
gibiyim .....” Belki arkasından “Yine hazan mevsimi geldi” veya “Her
sonbahar gelişinde” diye bir şarkı söylenecek.
Şüphem yok ki; her mevsim gibi sonbahar da şiirin kendisidir.
Duygularınızın pozitif yada negatif yüküne göre, istediğiniz yöne
çekebilirsiniz. Ama ben derim ki, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dizeleri
kulağınıza küpe olsun:
“Durgun havuzlara işlesin bırak
Yaprakların güneş ve ölüm rengi,
Sen kalbini dinle,ufuklara bak.
Düşünme mevsimi inleten rengi
Elemdir mest etsin ruhunu yeter
Eser rüzgarların durgun ahengi.
Yan yana sessizce mevsimle keder
Hicrana aldanmış kalbimde gezin
Esen rüzgarlara sen kendini ver.”
Ahmet Özdemir