Pages

Subscribe:

CEVŞEN DUASI

B

20 Kasım 2014 Perşembe

Özledim..

Anlayana...






Bazennn...

AŞK KALEME DEĞİNCE -XX ♥











“Gurbet o kadar acı / Ki ne varsa içimde

  Hepsi bana yabancı / Hepsi başka biçimde”



Sensizliğin nabzını tutuyor odamdaki saatin tik takları. Gurbet ele gece, erken mi iniyor ne? Gece yarısını çoktan geçmiş vakit. Ben yine uyumayı unutmuşum. Yetmemiş, uykuları uyutmuşum. Uyku, gözlerime sıla kadar ırak. Kala kalmışım tenhasında gecenin.



Ezelden ebede can yoldaşım yalnızlık, yine yalnız bırakmıyor beni. Kanlım gibi tutuyor yakamdan. Unutmaya, uzaklaşmaya, kurtulmaya çalışıyorum ama nafile. Kara bir gölge gibi hep peşimde.



Beş duyu, dört yön, üç boyut.. Ne varsa hepsine darılıyorum.  Dudağımda yetim bir türkü, hançer gibi saplanıyor sessizliğin bağrına:



“ Ne isyan edersin zülfü sırmalım
   Uykular geldi de kovdu mu gözüm ”



Ezgiler kanatlanıyor nâme nâme. Ve lakin merhem olmuyor yaralı gönlüme. Hüzün kuru bir ayaz gibi iliklerime işliyor.



Üşüyorum…



Canım cendereye giriyor. Görünmeyen bir çift çelik elin kıskacında yüreğim. Minik bir kuş mahpus sanki göğüs kafesimde. Çırpınıyor, hazin hazin atıyor. Ve hasretin kırık bir kaburga gibi. Her nefesimde ciğerime batıyor.



Gökyüzü gönlümün aynası
Bugün yıldızsız
Ruhum kadar karanlık, 
Yüreğim kadar ıssız
Düşüncelerin anaforunda 
Çalkalanıyor beynim
Dün nerdeydim, 
Bugün nerdeyim



Uzaklardan gelen buğulu ve cızırtılı bir ses, pimi çekilmiş bir el bombası gibi düşüyor can evime:



“Eriyorum git gide 
 Elveda her ümide
 Gurbet benliğimi de
 Bitirdi bir biçimde        



 Ne bir arzum ne emelim
 Yaralanmış bir elim
 Ben gurbette değilim
 Gurbet benim içimde”



Yüreğime tercüman oluyor bu “Uşşak” şarkı. Şimdi hüznün adı hasret. Şimdi hüznün adı gurbet.



Yıkılası, yok olası gurbet…



Ve anlıyorum ki
Garipler ufkunda
Sensizliğin zirvesindeyim
Cümle alem bayramın
Ben hüznün arifesindeyim






Ne deliyim, ne divane. Varlığınla her dem bayram yeri yüreğim, yokluğunda virane. 



Bunca hasret yetişir sevdiğim.



Gel gayrı
Yüreğime dol
Ben  kurbanın olayım
Sen  bayramım ol


17 Kasım 2014 Pazartesi

Ben ne ister? benle mücadele..

Mücâhid, nefsine karşı cihâd edendir. [Hadis-i Şerif]

Günümüz insanına, kendi nefsiyle, yani şehvet, lezzet, haz, menfaat, hırs ve ihtiraslarıyla yapacağı cihâd konusundaki motivasyon ihtiyacına binâen..
İnsanın en büyük, en tehlikeli, en gizli, en saklı, en fecî düşmanı kendisidir, nefsidir, (ego’sudur). Pek çok insan, onun azılı bir düşman olduğunun farkında değildir. Halbuki en büyük hatalar, yanılgılar, yenilgiler, ayıplar, kusurlar, suçlar ondan kaynaklanır.
Nefis tembeldir,yatmak uyumak ister; halbuki hayat ciddî bir mücadele, acımasız bir savaş, devamlı bir uğraştır; uyumamayı, gevşememeyi, gaflete düşmemeyi, sıkı çalışmayı, ter dökmeyi, cehd etmeyi, cihad yapmayı gerektirir.
Nefis oburdur, pisboğazdır, açgözlüdür; doyunca, patlayınca, tıksırıncaya kadar yer, semirir, şişmanlar, şımarır, azar, kudurur; “rabbenâ hep bana!” der, haram helâl ayırmaz, insaf, adalet, müsâvât, muvâsât, îsâr, tercih, ikram, sabır, fedakârlık bilmez, başkalarını düşünmek istemez. Fakat toplum hayatı, tamamen aksinedir; ölçü ister, diğerbînlik ister, uyum ister, sabır ister; aşırı arzulara, hırs ve heveslere, bencilliğe dizgin ister, tahdit koyar, sınır çizer, karşı çıkar.
Nefis çok şehvetlidir, yar ister, eş ister, flört ister, aşk ister; nikâhla yetinmez, zinâya kayar, mahremi varken harama bakar, eşi varken metres tutar, camdan bakıp kaş göz eder, yuva yıkar, düğün basar, kız kaçırır, namus meselesinden silâh çeker, kan döker, can verir, can alır, kâtil olur. Halbuki namahreme bakmamak, doğru yoldan sapmamak, namusunu iyi korumak, şehvete esir, nefse köle, şeytana maskara olmamak şart, farz, zaruri, zorunlu, mecburi. Çünkü toplum düzeni, aile nizamı, dinin kıvamı, ahlâkın devamı buna bağlı.
Nefis, keyif ehlidir, zevkperesttir, havâîdir, haylazdır, yaramazdır. Saz ister, söz ister, çalgı ister tatlı ister, tuzlu ister, turşu ister, kadayıfı bulur kaymak ister, istirahatı bulur, şak şak ister, zengin olur makam ister, rıyaset ister, izzet ü itibar, kudret u iktidar ister. Başkan olur saray ister, kumaş bulur ipek ister, sıhhat bulur, rahat bulur tantana, saltanat, sanat, bale, orkestra, heykel, anıt ister, nam u şan ister; sade giyinmez, süs, zinet, pırlanta, zümrüt, yakut, mücevher ister, köşk bulur yalı ister, yalı bulur yağlı boya tablo, antika eşya ister…
Nefsin acaip bir huyu daha vardır: istediği verildiği zaman teskin ve tatmin olacağı yerde, iştihası daha çok artar, arzusu daha da kuvvetlenir; yedikçe oburluğu artar, çatlayıncaya kadar; uyudukça tembelliği artar, işi gücü terk edinceye kadar; mal buldukça hırsı artar, gözünü toprak dolduruncaya kadar…
Hasılı, cihanı mahveden, halkları kahreden nefistir, diktatörleri savaşa sürükleyen nefistir, hırsıza hırsızlığı yaptıran nefistir, rüşvetçiye rüşveti aldıran nefistir, zalime mazlumu sömürttüren nefistir, kâfirin mümin olmasını engelleyen nefistir, cihanı fesada veren nefistir, ahireti mahvettiren nefistir, kişiyi Allah’ın kahrına uğratan nefistir, cehennemde çatır çatır, cayır cayır yandıran nefistir.
O halde bu zalim nefsi mutlaka ıslâh etmek lâzımdır, onu müslüman yapmak şarttır, kurtuluş için başka yol yoktur, iki cihanda rahata, felaha ermek, iflah olmak, saadet bulmak nefsi terbiye ve tezkiye eylemekle mümkündür.
O halde nefs terbiyesi herkese gereklidir, halk’a olduğu kadar, okumuşlara da; zâhirî ve kuru bir dini tahsil yapmış olanlara da!
En çok da devlet yönetiminde, millet hizmetinde olanlara, politikacı ve particilere gereklidir; çünkü onların hamlığı, ahlâksızlık ve edepsizliği, ihtirasları ve kaprisleri yalnız kendilerine zarar vermekle kalmıyor, tüm milleti ve ümmeti kan ağlatıyor. Maddî zarar ve hasarların hesabı yapıldığı kadar, görgü, edep ve ahlâk yoksunluğunun ve ferdî ihtiras ve kaprislerin yol açtığı zarar, hasar ve ziyanların da hesabı tutulsa, nefis terbiyesi görmemiş yöneticilerin, âmir ve memurların bir ülkeye ne kadar korkunç kayıplar verdirdikleri hayretle müşahede olunacaktır. Tarihte, ham, kompleksli ve problemli liderlerin bir ülkeyi tümden felakete sürükleyip batırdığı da çok görülmüştür.
Nefsini terbiye eden, insan-ı kâmil olur, halkça matlub, Hakk’a mahbub olur, iki cihanda aziz ve şerif, berhurdar ve bahtiyar olur. Ne mutlu sahte tanrılardan kurtulup nefsini ıslâh edip müslüman eyleyebilenlere!
Ne olur uyanın artık! Kendinizin ve çoluk çocuğunuzun nefs terbiyesine itina gösteriniz, zayıf iradeli, arzularının esiri olmayınız.
birakma
Evet, sahte tanrılar. Önce kendimi sonra da sizleri sahte tanrılarla istikrar ve ısrarla mücadele etmeye davet ediyorum.
En tehlikeli sahte tanrı nefsimizdir. İçimizde barındırır, elimizle besler, büyütürüz. Tanrı gibi her dediğini, emrettiğini yaparız.
Dost gibi, bizden gibi gözükür ama münafıktır ve şeytanla, kötülüklerle işbirlikçidir. Kontrol altında tutulmazsa, bize ihanet eder. Kaybı kesin ve ebedi olan dünya oyununda sahte yansıma, cazibe ve güzelliklerle aldatarak zamanımızı öldürür.
Dönüşü olmayan noktaya gelindiğinde, yani, ekranda “Game Over” yazdığında, “keşke toprak olsaydım.” der.
Heyhat, artık dönüş yalnız hesap meydanınadır.
Ne o “Beyaz baldırla, sarı mangıra” dayanabilmeyi basit bir şey mi sandın? Yoksa bu konularda Allah’ın çizdiği sınırlar içinde kalmak gibi bir problemin olmadı mı hiç!

Benim kalbim temiz


Bazı kardeşlerimiz, kalp temizliğini sadece, insanlar hakkında bir kötülük düşünmemek, yahut yardımsever olmak gibi çok basit bir mânâda anlıyorlar.Bununla da kalmayıp, insanlara iyi davranmakla, Allah’a ibadet mükellefiyetinden kurtulduklarını zannediyorlar. Bu, şeytanın bir hilesi, nefsin bir oyunudur.
kalbitemiz1
Bu kişiler namaz kılan, ibadet eden bir mü’minin günlük hayatında İslâm’ın ruhuna ters düşen ve diğer insanlara zarar veren bir takım noktalar tespit ediyorlar. Bunları öne sürüyor ve “Bu adam namaz kılıyor ama, şu hataları da işliyor, ben ise, onun düştüğü hatalara düşmüyorum. çünkü benim kalbim temiz!” diyerek kendi ibadetsizliklerine, onun kusurlarında bir özür kapısı bulmaya çalışıyorlar.

Bu tip yanlış değerlendirmeler sadece namaz kılmayanlara mahsus değil. Namaz kılan bir mü’min de İslâm’ın diğer emirlerini kendisinden daha iyi yerine getiren bir kardeşi hakkında benzer şeyler söyleyebiliyor. Hidayet rehberimiz, Peygamber Efendimiz’den (asm) bir Hadis-i Şerif: “İlk kez bir günah işlendiği zaman kalpte bir kara leke hâsıl olur. Eğer sahibi pişman olur tövbe, istiğfar ederse kalp yine parlar.” Bu Hadis-i Şerif’den temiz ve selim kalbin, ancak günahlardan salim olan ve isyanlarla kararmamış bir kalp olabileceğini öğreniyoruz.

Farzlar te’vil kaldırmaz. Onlarda yanlış yorum yapmaya ve hakikatı saptırmaya kimsenin hakkı yoktur. Allah emretmiş, Resulûllah (asm) da bu emrin nasıl yerine getirileceğini bir ömür boyu mü’minlere öğretmiş, tâlim etmiş. Asr-ı Saadeti takip eden bütün asırlarda bu emirler aynen tatbik edilmiş. Her taraf câmilerle, mescidlerle, medreselerle, tekkelerle dolup taşmış. Derken âhir zamana gelinmiş. Dünyaya dalma, dinden uzaklaşma, sefahatta boğulma, menfaat peşinde koşma devri gelip çatmış. İbadet terkedilmiş, ilim bir yana atılmış, irfandan uzaklaşılmış. Bu bozuk atmosferde, nasıl olmuşsa olmuş, yeni bir grup çıkmış ortaya: Kalbi Temizler Ekolü.

Bunlar ondört asrın bütün mü’minlerine ters bir caddede yürümeye başlamışlar. Bu ekolün mensupları, kendi haklarında, tevbe kapısını âdetâ kapamışlar. Ben senin kalbine nasıl bakayım? Kalp manevî olduğu gibi, onun hassaları, lâtifeleri de manevî. Bunlar tezahür olmadan, açığa vurulmadan nasıl bilinebilir!?

Karşınızda açlıktan inleyen bir zavallı. Ve yanıbaşında para küpü denecek kadar zengin biri. Niçin bu adama yardım etmiyorsun diyecek oluyorsunuz: “Yardım etmediğime bakma, benim kalbim şefkat dolu, merhamet dolu…” diye karşılık veriyor size. Şefkat ve merhamet, kalbe ait güzellikler. Ama onlar, fukaraya serilen sofrada, yahut verilen sadakada kendini gösterir.

Takva, kalbe ait bir başka güzellik, bir başka kemâl. O da, günahlardan uzak kalmakla ortaya çıkar, bilinir. İmanın da bir tezahürü vardır. Kişinin kalbindeki imanını diliyle de ifade etmesi gerekir. İman ancak böylece sahih olur. Dilden şehadet olarak dökülmeyen bir imanın varlığına nasıl hükmedilebilir? Kalbin, Allah’ın emirlerine karşı itaatkâr olması da bir başka güzelliktir. Bu güzelliğin tezahürü, belirtisi, nişanesi, ispatı ise ibadettir. Bir insan, namaz kıldığı halde nefsini yenememişse, işlerini Rabbinin emirlerine göre tanzim etmiyorsa, bu adam namazın hakikatına erememiştir. Ama o kul, bu hatasını namazı terkederek tedavi edecek değildir. Bunun yolu yine namazdan geçer.
Mizanda, zerre kadar iyilik de kötülük de tartılacak. Biz, “kalbimiz temiz” diyerek nefsimizi baş köşeye oturtup başkalarının günahlarına bakacağımıza, kendi noksanlarımızla ilgilensek ve onları tamamlamaya gayret göstersek o gün daha kârlı çıkarız. Biz o âlemde, başkalarının hatası nispetinde değil, kendi sevabımız miktarınca derece alacağız. Başkasının noksanlığı bizi yükseltmeyecek. Bu dünyada bile onun misâllerini yaşamıyor muyuz!?.. Bir meyveye elimiz erişmediği zaman, ayağımızın altına birşeyler koyuyor ve ona ulaşıyoruz. Yoksa, boyu bizden daha kısa olanlara bakmakla midemize birşeyler gitmiyor.

Zengin olsan, hayırlarda yarışsan,
Âlim olsan, ilimlerle barışsan,
Yiğit olsan, gazalara karışsan,
Secde yoksa eğer, bil ki bedende,
Bir gizli kibir var, ille de sende….
Camiler yaptırsan, köprüler kursan,
Taşını, altınla tartıya vursan,
Vakıf kapısında, bir ömür dursan;
Secde yoksa eğer, bil ki bedende;
Bir gizli kibir var, ille de sende…
Kur’ân’ı okuyup, yazsan ezbere,
Şöhretin tez varsa, gittiğin yere,
“Kalbim temiz” desen, günde bin kere,

Secde yoksa eğer, bil ki bedende;
Bir gizli kibir var, ille de sende…  


14 Kasım 2014 Cuma

:D gülümse

AŞK KALEME DEĞİNCE -XIX ♥

  

Gözlerimde bir ışık,yüreğimde bir kıvılcım,ürkek bir var oluş

Her şeyden vazgeçerek uzaklara çok uzaklara gitmek;yanımda sadece yüreğim

Hepsi bu:

Yalın ayak ...

Çıkılmış bir yolculuğun ilk durağında cebimde eski masalların hala geçerliliğini koruyabilmiş biletleri...

İki vapur bileti

Uzun uzak yolculuklar -yolculuk yolları

Ne çok yol- ne az varış

Nelerden geçtik vakitsiz ... en yeni yerlerimizi birbirimize borçlanarak..susarak...

Rüzgarın dalları sardı bir ikindi vakti...gözlerim aradı gözlerini.......var yok bilmez bir çocuk isteğiyle.

Bir nefes duydum ölmeden önce ...

Biliyor musun hayaller işitilirde....

ben seni aradım seni ilk kaybettiğim yerde....

Orada yine konuşuyorlardı yüksek dallar ve karlı rüzgar...yine işitemedim söylediklerini..

Yüzüme çarpan tanelere hak vere vere yürüdüm

yüzümde iki damla tutunamamışlık...

Şimdi yüreğim kapağı çimlerin üstüne düşmüş bahçe lambası....şimdi kör dinlemesi...

Yaslandığım ağaçtan uğultusunu dinliyorum  içinden geçtiğim yaralı ormanların.....

İki kara orman yüreğim elimde...

Artık kelimeler ağır çekim...

Belki de başka bir takvimde...

Sarılmak üzere.

HM
 ................................................


Aşk, dünya çölünden bir serap gibi geçivermekmiş. Çölde minik bir kum tanesi olmaya razı isen bulurmuş aşk seni...

 

Aşkın peçesi yağmurlu bir akşam üstü düştü. 
Serap, o peçeyi büründü. 
Aşkı bildi ve şöyle dedi; 

Güle çevrileceğini bilmeden ateşe düşebilmekmiş. 
Önce kendini yakabilmekmiş. 
Yanmaya ve yakmaya amade bir kıvılcımsan bulurmuş aşk seni... 

Aşk, dünya çölünden bir serap gibi geçivermekmiş. 
Çölde minik bir kum tanesi olmaya razı isen bulurmuş aşk seni...

13. Ay Mevsim Aşk-Nesrin Çaylı

Ah, dudakların hala gülüşler için tetikte mi?

  

"Kırmızı sardunyalarla süslü balkondan bakan bir çocuk kadar masumdum halbuki.

Hayatın neşeli yüzünü seyrederken ben, 
boşluğa savurduğun gülüşlerin, serseri bir kurşun gibi buldu kalbimi.

Sonra, kalbimde açtığın kurşun yarasından habersiz, gidiverdin. 
Hayat şimdi pek kederli.

Ah, dudakların hala gülüşler için tetikte mi?

Dönmezsen eğer, 
ihbar edeceğim seni 
ve taşıdığın ruhsatsız gülüşleri."

Aşk-ı Efkar-Nesrin Çaylı