Pages

Subscribe:

CEVŞEN DUASI

B

31 Mayıs 2017 Çarşamba

Etrafda ki bunca sahtelik içinde bir özüme, birde Allah'a sığınırım... Bu yüzden hayatı o sevmediğim insanların içinde ama herkesden fersah fersah uzakta izleyişlerim...

Etraf da ki bunca sahtelik içinde bir özüme, birde Allah'a sığınırım... Bu yüzden hayatı o sevmediğim insanların içinde ama herkes den fersah fersah uzakta izleyişlerim ... 



İlgili resim

Güneş vururken penceremden içeri, dışarının soğuğuna inat çayımın dumanında dem tutar zemheri ayazı yemiş düşlerim...

  
Güneş vururken penceremden içeri, dışarının soğuğuna inat çayımın dumanında dem tutar zemheri ayazı yemiş düşlerim... 


İlgili resim

Zannedersin suretin cirmi sagir,,Sende cem olmuştur âlemi kebîr



دواؤك فيك وما تشعرداؤك منك وما تبصر
تحسب أنك جرم صغيروفيك انطوى العالم الأكبر
Zannedersin suretin cirmi sagîr
Sende cem olmuştur âlemi kebîr

Mazhar itdün zâtuna çün Âdem'i Seyr itdürdün on sekiz bin ‘âlemi [SEN NE İMİŞSİN] Kalptedir sırr-ı Zât Kalbin aksi kâinat

 

Mazhar itdün zâtuna çün Âdem'i Seyr itdürdün on sekiz bin ‘âlemi [SEN NE İMİŞSİN] Kalptedir sırr-ı Zât Kalbin aksi kâinat

EV SAHİBİ, EVDEDİR..



EV SAHİBİ, EVDEDİR Hak te’âlâ varlığı Âdemdedir Ev anundur ol bu evde demdedir Bildi şeytân bu sırrı gamdadır Ol sebebden ta ebed mâtemdedir

Bir.dîğerini görmek için ikilik gerekir. İki mevcûdiyet yok ki biri diğerini görsün. Sâhi ihsân nedir? Kendini unutagör; kulluğu gör.ünsün!



Bir.dîğerini görmek için ikilik gerekir. İki mevcûdiyet yok ki biri diğerini görsün. Sâhi ihsân nedir? Kendini unutagör; kulluğu gör.ünsün!

Yâ Rabbî, yaradılışımdaki hikmeti bildirsen?

 


- Yâ Rabbî, yaradılışımdaki hikmeti bildirsen? - Ruhundaki aynada rü'yet, kalbinde muhabbet. Ru'yet filmirat ruhike ve muhabbeti fikalbike

Allah'ın o şekil ve surette görünmeyi murâd etmemesi o varlığın ölümüdür. Elbiseyi çıkaran, sıfatlarını terk ile zâtîyete varır aslına döner



Allah'ın o şekil ve surette görünmeyi murâd etmemesi o varlığın ölümüdür. Elbiseyi çıkaran, sıfatlarını terk ile zâtîyete varır aslına döner


B.AŞK.A BİR KELEBEĞİN DERSİ

[B.AŞK.A BİR KELEBEĞİN DERSİ]

Bir gün, kozada küçük bir delik belirdi, bir adam oturup kelebeğin saatler boyunca bedenini bu küçük delikten çıkarmak için harcadığı çabayı izledi. Ardından sanki ilerlemek için çaba harcamaktan vazgeçmiş gibi geldi ona. Sanki elinden gelen her şeyi yapmış ve artık yapabileceği bir şey kalmamış gibiydi. Böylece adam kelebeğe yardım etmeye karar verdi. Eline küçük bir makas alıp kozadaki deliği büyütmeye başladı. Bunun üzerine kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruşuk buruşuktu. Adam izlemeye devam etti. Çünkü her an kelebeğin kanatlarının açılıp genişleyeceğini ve bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu. Ama bunlardan hiç biri olmadı!

Kelebek hayatının geri kalanını kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürüklenerek geçirdi. Ne kadar denese de asla uçamadı. Adamın iyi niyeti ve yardımseverliği ile anlayamadığı şey, kozanın kısıtlayıcılığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten çıkmak için göstermesi gereken çabanın, Allah'ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede de kozanın perdesini yırttığı anda uçmasını sağlamak için seçtiği yol olduğuydu. 🍃
Bazen yaşamda tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey "çaba"lardır. Eğer Allah, yaşamda herhangibir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi o zaman bir mânâda sakat kalırdık. İşte o vakit gerektiği kadar güçlenemezdik ve asla dönüşemezdik.

Güçlü olmak istedim. Ve Allah beni güçlendirmek için zorluklar yolladı. Bilgelik istedim ve Allah çözmem için sorunlar yolladı. Başarı istedim ve Allah bana çalışmam için zeka ve kas gücü verdi. Cesaret istedim ve Allah bana üstesinden gelmem gereken sorunlar verdi. Sevgi istedim ve Allah bana yardımcı olmam için sorunlu insanlar yolladı. İstediğim hiç bir şeyi elde edemedim ama ihtiyaç duyduğum her şeyi elde ettim.

Ey Tâlîp! Hayatında hiç bir zaman Allah'ın işine karışma ama bir yolunu bulup Allah'a karış!  

[B.AŞK.A BİR KELEBEĞİN DERSİ]

Bir gün, kozada küçük bir delik belirdi, bir adam oturup kelebeğin saatler boyunca bedenini bu küçük delikten çıkarmak için harcadığı çabayı izledi. Ardından sanki ilerlemek için çaba harcamaktan vazgeçmiş gibi geldi ona. Sanki elinden gelen her şeyi yapmış ve artık yapabileceği bir şey kalmamış gibiydi. Böylece adam kelebeğe yardım etmeye karar verdi. Eline küçük bir makas alıp kozadaki deliği büyütmeye başladı. Bunun üzerine kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruşuk buruşuktu. Adam izlemeye devam etti. Çünkü her an kelebeğin kanatlarının açılıp genişleyeceğini ve bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu. Ama bunlardan hiç biri olmadı!

Kelebek hayatının geri kalanını kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürüklenerek geçirdi. Ne kadar denese de asla uçamadı. Adamın iyi niyeti ve yardımseverliği ile anlayamadığı şey, kozanın kısıtlayıcılığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten çıkmak için göstermesi gereken çabanın, Allah'ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede de kozanın perdesini yırttığı anda uçmasını sağlamak için seçtiği yol olduğuydu. 🍃
Bazen yaşamda tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey "çaba"lardır. Eğer Allah, yaşamda herhangibir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi o zaman bir mânâda sakat kalırdık. İşte o vakit gerektiği kadar güçlenemezdik ve asla dönüşemezdik.

Güçlü olmak istedim. Ve Allah beni güçlendirmek için zorluklar yolladı. Bilgelik istedim ve Allah çözmem için sorunlar yolladı. Başarı istedim ve Allah bana çalışmam için zeka ve kas gücü verdi. Cesaret istedim ve Allah bana üstesinden gelmem gereken sorunlar verdi. Sevgi istedim ve Allah bana yardımcı olmam için sorunlu insanlar yolladı. İstediğim hiç bir şeyi elde edemedim ama ihtiyaç duyduğum her şeyi elde ettim.

Ey Tâlîp! Hayatında hiç bir zaman Allah'ın işine karışma ama bir yolunu bulup Allah'a karış!

30 Mayıs 2017 Salı

RAMÂZAN-I MAĞFİRETNÎŞÂN 1438

[RAMÂZAN-I MAĞFİRETNÎŞÂN 1438]

Hevâ-yı nefs ile sâim
Nevâ-yı aşk ile kâim
Zikr-i Hakk ile dâim
Geldi Ramazânım benim

Sultânımız Hazret-i Mevlânâ: “Açlık Tanrı sofrasıdır” buyuruyor. Haddinden fazla yemeklerle süslü bir sofrayı da “Firâvun sofrası” olarak târif ediyor.

Oruçla, açlığı yaşayan kimselere gelen sabırlı bir huzur, neş'eli bir tadış ve duyuş ve en sonda eriyiş ve hakîkatte gaib oluş vardır. İşte bu kendi kadr ü kıymetini biliştir. Ama olduktan sonraki biliştir. Nakil ve okuyuş değildir. Ruhlar ve melekler nasıl iner ve nerededirler? Hiç bunu düşündünüz mü? Evvelâ bu iniş, çıkışların gökte değil; gönül semâsında olduğunu bilmelidir. Gönlümüzün zât-ı semâsında ay görürüz. Yâni şems-i hakîkatten nur alan insân-ı kâmile ulaşırız. Ramazan yaparız. Kamil insan gönlü ilâhi tecellîlere sahnedir, aynadır. Allahın celâl tecellîsini; ayın, güneşin sıcaklığını sakladığı gibi kendinde hıfzeder. Bakanlara yalnız nûrunu aksettirir. Gittikçe büyür. Oruç tutanların da feyzi ve ilmi artar. Kendisini görmeye, anlamaya, hissetmeye başlar. Sâhib-i istidadın gönüllerinde onun zuhurunun görünmesi neşesiyle mestolarak söylüyorum. Namazlar niyâzlar, oruçlar, haclar bu neşeyi vermezse neye yarar bu Müslümanlık? Müslümanlık hamallık değildir. Uçuştur, oluştur. Sözlerimiz âşık gönüllere merhem, dertlilere devâ, hastalara şifâdır.

Lugatte yürümeyen ata, durgun suya ve rüzgâra "sâim" oruçlu derler. Hakikatteyse O'nun eseri zuhur etsin diye nefsi kullanmamaktan ibârettir. Nefsin arzuları rûhu cesede bağlar. Oruçla yükselen ruh es-Samed'ten bir gölge olduğunu ikrâr eder. Hazret-i insanın mükâfâtı ise ancak O'dur. 🍃

Âşıkların hayatı, beden mutfağı yüzünden kararmıştı. İşte oruç, o mutfağı aydınlatmak için çıktı geldi. Müjdeler olsun dostlar O geliyor; dudaktaki lezzeti göstermek için oruçla ağızları mühürledi.

Şükür yine geldi mâh-ı mübârek
Kamû dostlarla olsun tebârek
Eriştirdi bizi Hakka mübârek
Merhaba yâ Şehr-i Ramazan

En uzun süreli ve en çok cemaatin iştirak ettiği ibadet olan ORUÇ taki feyz ü lezzeti bizlere tattır ya Rabbi! Mütelezzîz eylediğin tevhidin kelimesinden hâline erdiriver ya Rabbi! 

[RAMÂZAN-I MAĞFİRETNÎŞÂN 1438]

Hevâ-yı nefs ile sâim
Nevâ-yı aşk ile kâim
Zikr-i Hakk ile dâim
Geldi Ramazânım benim

Sultânımız Hazret-i Mevlânâ: “Açlık Tanrı sofrasıdır” buyuruyor. Haddinden fazla yemeklerle süslü bir sofrayı da “Firâvun sofrası” olarak târif ediyor.

Oruçla, açlığı yaşayan kimselere gelen sabırlı bir huzur, neş'eli bir tadış ve duyuş ve en sonda eriyiş ve hakîkatte gaib oluş vardır. İşte bu kendi kadr ü kıymetini biliştir. Ama olduktan sonraki biliştir. Nakil ve okuyuş değildir. Ruhlar ve melekler nasıl iner ve nerededirler? Hiç bunu düşündünüz mü? Evvelâ bu iniş, çıkışların gökte değil; gönül semâsında olduğunu bilmelidir. Gönlümüzün zât-ı semâsında ay görürüz. Yâni şems-i hakîkatten nur alan insân-ı kâmile ulaşırız. Ramazan yaparız. Kamil insan gönlü ilâhi tecellîlere sahnedir, aynadır. Allahın celâl tecellîsini; ayın, güneşin sıcaklığını sakladığı gibi kendinde hıfzeder. Bakanlara yalnız nûrunu aksettirir. Gittikçe büyür. Oruç tutanların da feyzi ve ilmi artar. Kendisini görmeye, anlamaya, hissetmeye başlar. Sâhib-i istidadın gönüllerinde onun zuhurunun görünmesi neşesiyle mestolarak söylüyorum. Namazlar niyâzlar, oruçlar, haclar bu neşeyi vermezse neye yarar bu Müslümanlık? Müslümanlık hamallık değildir. Uçuştur, oluştur. Sözlerimiz âşık gönüllere merhem, dertlilere devâ, hastalara şifâdır.

Lugatte yürümeyen ata, durgun suya ve rüzgâra "sâim" oruçlu derler. Hakikatteyse O'nun eseri zuhur etsin diye nefsi kullanmamaktan ibârettir. Nefsin arzuları rûhu cesede bağlar. Oruçla yükselen ruh es-Samed'ten bir gölge olduğunu ikrâr eder. Hazret-i insanın mükâfâtı ise ancak O'dur. 🍃

Âşıkların hayatı, beden mutfağı yüzünden kararmıştı. İşte oruç, o mutfağı aydınlatmak için çıktı geldi. Müjdeler olsun dostlar O geliyor; dudaktaki lezzeti göstermek için oruçla ağızları mühürledi.

Şükür yine geldi mâh-ı mübârek
Kamû dostlarla olsun tebârek
Eriştirdi bizi Hakka mübârek
Merhaba yâ Şehr-i Ramazan

En uzun süreli ve en çok cemaatin iştirak ettiği ibadet olan ORUÇ taki feyz ü lezzeti bizlere tattır ya Rabbi! Mütelezzîz eylediğin tevhidin kelimesinden hâline erdiriver ya Rabbi!

kaynak 

EY CÂN...

[EY CÂN]

Nedir bu katrelerde bahr-i umman olduğun câna
Nedir bu zerrelerde şems-i taban olduğun câna

Çü sensin zahir ü bâtın hakikatte olan mevcud
Nedir bu nakş-ı gûn-a-gûnda pinhan olduğun câna

Dimişsun görmedi kimse beni bu âlem içinde
Nedir ya bunca yüzden yine seyrân olduğun câna

Mekanlardan münezzehdir senin Zât-ı şerifin çün
Nedir bu kalb-i vîrânemde mihmân olduğun câna

Esîr-i derd-i mihnet eyledim dirsen ebed çün kim
Nedir yine gönül derdine dermân olduğun câna

Seni dirsin Sezâyî nâr-ı hicr ile edem sûzân
Nedir yine benimle bende her ân olduğun câna

ÎZÂHÂT BÂBINDAN: Beni bu alemde kimseler görmedi buyurmuşsun yâ bunca yüzden seyrân olman nedir? Mekanlardan münezzehim buyuruyorsun ama ya kalbimde misâfir olduğuna ne dersin?

Sen sînemde nihân olduğun halde ben bundan gâfilmişim. Gözde gören sen iken ben bundan dahi gaflette imişim. Yaşadığım müddetçe cihanda senden bir iz aradım durdum; bütün cihan sen imişsin de ben gâfil imişim. Meğer kendi güneşini gölgeleyen bulut ben imişim.

Bir.dîğerini görmek için ikilik gerekir. İki mevcûdiyet yok ki biri diğerini görsün. Sâhi ihsân nedir? Kendini unutagör sâhibin görünsün; kulluğu görürsün!

Düştüğün kuyudan varlık libâsın yırtmadan çıkılmaz; Allâh, vücûd-u zâhirini yok etsin, gölge hayalini silsin! 

[EY CÂN]

Nedir bu katrelerde bahr-i umman olduğun câna
Nedir bu zerrelerde şems-i taban olduğun câna

Çü sensin zahir ü bâtın hakikatte olan mevcud
Nedir bu nakş-ı gûn-a-gûnda pinhan olduğun câna

Dimişsun görmedi kimse beni bu âlem içinde
Nedir ya bunca yüzden yine seyrân olduğun câna

Mekanlardan münezzehdir senin Zât-ı şerifin çün
Nedir bu kalb-i vîrânemde mihmân olduğun câna

Esîr-i derd-i mihnet eyledim dirsen ebed çün kim
Nedir yine gönül derdine dermân olduğun câna

Seni dirsin Sezâyî nâr-ı hicr ile edem sûzân
Nedir yine benimle bende her ân olduğun câna

ÎZÂHÂT BÂBINDAN: Beni bu alemde kimseler görmedi buyurmuşsun yâ bunca yüzden seyrân olman nedir? Mekanlardan münezzehim buyuruyorsun ama ya kalbimde misâfir olduğuna ne dersin?

Sen sînemde nihân olduğun halde ben bundan gâfilmişim. Gözde gören sen iken ben bundan dahi gaflette imişim. Yaşadığım müddetçe cihanda senden bir iz aradım durdum; bütün cihan sen imişsin de ben gâfil imişim. Meğer kendi güneşini gölgeleyen bulut ben imişim.

Bir.dîğerini görmek için ikilik gerekir. İki mevcûdiyet yok ki biri diğerini görsün. Sâhi ihsân nedir? Kendini unutagör sâhibin görünsün; kulluğu görürsün!

Düştüğün kuyudan varlık libâsın yırtmadan çıkılmaz; Allâh, vücûd-u zâhirini yok etsin, gölge hayalini silsin!  

SULTÂN SENDEDİR



[SULTÂN SENDEDİR]

İlminle bir kılı kırka yararsın, 
Etrafına bakıp kimi ararsın?
Gördüğün rüyâda sade sen varsın, 
Bu tehî kubbeyi kuran sendedir
Kâbeyse maksûdun Rahmân sendedir
Okumak bilirsen Kur'an sendedir

Her şeyin varlığı senin özündür.
Kendini çok gören kendi gözündür,
Bu mülke hükm eden senin sözündür
Kalbin kürsidir, Sultân sendedir.
Kendine gel âşık, cânân sendedir
Âlemi yaratan vicdân sendedir

Sırr-ı insandan haberdâr ol selâmet bundadır; «Ve nefahtü fîhî min ruhi» sırrına işaret vardır. 
Mesele o dur ki; "Hüner; o nefhedilen cüzi ruhu bu dünyâda küllüne (aslına) irca (döndürmek) edebilmektedir.

Aradığım candadır canda ve hem tendedir,
Bilür iken bendedir çağırıram dost dost

Altı üstü sadece bir adımlık yol... Biri nefse kadem basmak biri Subhân'a ermektir.

Giydirdi bu câna teni, setr eyledi vahdetini,
Seyr etmeğe senden seni, cân mülküne oldu rakîb.

Gerçi hayâtın tendedir cânın da Hakk’la zindedir,
Ayîne ol Yâr sendedir senden sana oldur karîb.

O haşyet duyanlar, (nefslerinin Esmâ'sıyla hakikati olan) Rablerine (benliklerinin yokluğunu hissederek) ereceklerini düşünürler ve nitekim O'na dönerler! [2:46] 🍃 [AÇ GÖZÜNÜ SEYRET]
Ölenler ölmeden dîdârı gördü
Yok olanlar bugün ol varı gördü
Koyup ağyarı cümle yarı gördü
Bakıp âyîneye dildârı gördü 



[SULTÂN SENDEDİR]

İlminle bir kılı kırka yararsın, 
Etrafına bakıp kimi ararsın?
Gördüğün rüyâda sade sen varsın, 
Bu tehî kubbeyi kuran sendedir
Kâbeyse maksûdun Rahmân sendedir
Okumak bilirsen Kur'an sendedir

Her şeyin varlığı senin özündür.
Kendini çok gören kendi gözündür,
Bu mülke hükm eden senin sözündür
Kalbin kürsidir, Sultân sendedir.
Kendine gel âşık, cânân sendedir
Âlemi yaratan vicdân sendedir

Sırr-ı insandan haberdâr ol selâmet bundadır; «Ve nefahtü fîhî min ruhi» sırrına işaret vardır. 
Mesele o dur ki; "Hüner; o nefhedilen cüzi ruhu bu dünyâda küllüne (aslına) irca (döndürmek) edebilmektedir.

Aradığım candadır canda ve hem tendedir,
Bilür iken bendedir çağırıram dost dost

Altı üstü sadece bir adımlık yol... Biri nefse kadem basmak biri Subhân'a ermektir.

Giydirdi bu câna teni, setr eyledi vahdetini,
Seyr etmeğe senden seni, cân mülküne oldu rakîb.

Gerçi hayâtın tendedir cânın da Hakk’la zindedir,
Ayîne ol Yâr sendedir senden sana oldur karîb.

O haşyet duyanlar, (nefslerinin Esmâ'sıyla hakikati olan) Rablerine (benliklerinin yokluğunu hissederek) ereceklerini düşünürler ve nitekim O'na dönerler! [2:46] 🍃
 [AÇ GÖZÜNÜ SEYRET]
Ölenler ölmeden dîdârı gördü
Yok olanlar bugün ol varı gördü
Koyup ağyarı cümle yarı gördü
Bakıp âyîneye dildârı gördü

HİÇ BİLENLE BİLMEYEN BİR...

[HİÇ BİLENLE BİLMEYEN BİR...] 🍃

O nâdanlar ki dânânın mufahham olduğun bilmez
Onun bir merkez-i feyyâz-ı âzam olduğun bilmez

Kemâlât ehlinin her sırra mazhâr olduğun bilmez
O âdemler ki ademin külli âlem olduğun bilmez

Haberdar olmamışsa "alleme'l esmâ" rumûzundan
Beni âdemse de âdemin mükerrem olduğun bilmez

Sabâh-ı Hakk'ı idrâk etmeyen tahmîr-i tıynette
Zuhûr-ı âdemin âlemden akdem olduğun bilmez

Temâşâ etmeyen dîdâr-ı Hakk’ı vech-i âdemde
Gönül nâmında bir beyt-i muazzam olduğun bilmez

Cidâl ü kâl ile vahdet-şinâsım zann eden âdem
O sırrın ehl-i hâle feyz-i mülhem olduğun bilmez

Kitâb-ı bî-hurûf-ı aşkdan ders almayan zâhid
Okur âyâtı elfâz ile muhkem olduğun bilmez

Bilir bilmez edenler güft u gû sırr-ı hüviyyetden
Acebdir vâkıf-ı esrârın ebkem olduğun bilmez

Beşerde kâinâtı mündemiç bilmezse bir kimse
Şümûsun zerrelerde, katrede yem olduğun bilmez

Kelîmi zannedenler rü’yet-i dîdârdan mahrûm
“Terânî len-terânî” içre müdgam olduğun bilmez

Makamâtı görüp geçmiş gibi söz söyleyen vaiz
Sevabı terk edüp şekli hatayı belleyen vaiz
Kuru dava ile ukbada devlet bekleyen vaiz
Beni ebruy-u yâre secdeden men eyleyen vaiz
Rükû eyler de mihrâbın neden hâm olduğun bilmez

ÎZÂHAT BÂBINDAN: Kelîmi zannedenler rü’yet-i dîdârdan mahrûm / “Terânî len-terânî” içre müdgam olduğun bilmez 🍃 Bazı gafiller zahirde Hazret-i Mûsâ'ya Cenabı Hak Azze ve celle «lenterani» dediği için onun Hakkın didarını göremediğini sanırlar. Halbuki bilmezler «lenterani— göremezsin»den «terani — görürsün» sırrı zahirdir. Yâni bu hitab-ı izzeti şu mânâda almalıdır: Sen sen oldukça beni göremezsin. Sen senlikten çıkarsan hepsi «Hû» olur. Nitekim evliyaullah bile tecelli berki ile didara kavuşurken Kelîmullahın didardan mahrumiyyeti anlaşılamaz. Hazreti Ali (K.V.) «Ben görmediğim Rabbe ibâdet etmem» buyurmuşlardır.

Beni ebruyu yâra secdeden men eyleyen vaiz / Rükû eyler de mihrabın neden ham olduğun bilmez. 🍃 Beni yâre secde ettiğim için tekfîr eden vaiz, mihrabın neden güzelin kaşları gibi kıvrımlı, yay şeklinde olduğunu bilmez ve tabi anlatamaz demektir.


[HİÇ BİLENLE BİLMEYEN BİR...] 🍃


O nâdanlar ki dânânın mufahham olduğun bilmez
Onun bir merkez-i feyyâz-ı âzam olduğun bilmez



Kemâlât ehlinin her sırra mazhâr olduğun bilmez
O âdemler ki ademin külli âlem olduğun bilmez



Haberdar olmamışsa "alleme'l esmâ" rumûzundan
Beni âdemse de âdemin mükerrem olduğun bilmez



Sabâh-ı Hakk'ı idrâk etmeyen tahmîr-i tıynette
Zuhûr-ı âdemin âlemden akdem olduğun bilmez



Temâşâ etmeyen dîdâr-ı Hakk’ı vech-i âdemde
Gönül nâmında bir beyt-i muazzam olduğun bilmez



Cidâl ü kâl ile vahdet-şinâsım zann eden âdem
O sırrın ehl-i hâle feyz-i mülhem olduğun bilmez



Kitâb-ı bî-hurûf-ı aşkdan ders almayan zâhid
Okur âyâtı elfâz ile muhkem olduğun bilmez



Bilir bilmez edenler güft u gû sırr-ı hüviyyetden
Acebdir vâkıf-ı esrârın ebkem olduğun bilmez



Beşerde kâinâtı mündemiç bilmezse bir kimse
Şümûsun zerrelerde, katrede yem olduğun bilmez



Kelîmi zannedenler rü’yet-i dîdârdan mahrûm
“Terânî len-terânî” içre müdgam olduğun bilmez



Makamâtı görüp geçmiş gibi söz söyleyen vaiz
Sevabı terk edüp şekli hatayı belleyen vaiz
Kuru dava ile ukbada devlet bekleyen vaiz
Beni ebruy-u yâre secdeden men eyleyen vaiz
Rükû eyler de mihrâbın neden hâm olduğun bilmez



ÎZÂHAT BÂBINDAN: Kelîmi zannedenler rü’yet-i dîdârdan mahrûm / “Terânî len-terânî” içre müdgam olduğun bilmez 🍃 Bazı gafiller zahirde Hazret-i Mûsâ'ya Cenabı Hak Azze ve celle «lenterani» dediği için onun Hakkın didarını göremediğini sanırlar. Halbuki bilmezler «lenterani— göremezsin»den «terani — görürsün» sırrı zahirdir. Yâni bu hitab-ı izzeti şu mânâda almalıdır: Sen sen oldukça beni göremezsin. Sen senlikten çıkarsan hepsi «Hû» olur. Nitekim evliyaullah bile tecelli berki ile didara kavuşurken Kelîmullahın didardan mahrumiyyeti anlaşılamaz. Hazreti Ali (K.V.) «Ben görmediğim Rabbe ibâdet etmem» buyurmuşlardır.



Beni ebruyu yâra secdeden men eyleyen vaiz / Rükû eyler de mihrabın neden ham olduğun bilmez. 🍃 Beni yâre secde ettiğim için tekfîr eden vaiz, mihrabın neden güzelin kaşları gibi kıvrımlı, yay şeklinde olduğunu bilmez ve tabi anlatamaz demektir.

Âh mine’l aşk...

Cihanda bâkî bir zevk ve sürûr şerabını ancak şiir sâkisi sunar. Sözün bâkî kalması hususunda söz yoktur. Kalan ancak O’dur; kalanı bâkî değildir.
Yâ Rabbi! Kendi ikametim için rüsvalık çamuru ve nedamet taşı ile meydana getirdiğim ve onu sıvamak, süslemek için kanlar yuttuğum dağınık birkaç beyti, “Ehl-i beyt-i Nebevî” masumları hürmetine, ma’nâları üzerinde gündüzleri akşama kadar düşünmüş ve onları bir araya getirip bir manzume yazabilmek için gece sabahlara kadar uğraşmış insanlar görüp okusunlar. Zira onlar şâirlik mâdeninden müstesnâ bir inci çıkarmak için ne kadar meşakkat çekmek lâzım geldiğini pek iyi bilirler…
Fuzûlî, benim makamım Kerbelâ toprağı olduğu için şiirlerim nereye giderlerse onları hürmetle karşılamak lâzımdır. Benim şiirlerim altın değil, gümüş değil, inci değil, lâ’l değil, topraktır. Fakat Kerbelâ toprağıdır.
 Hz. Mehmed b. Süleyman Fuzulî
ah_minel_ask.jpg
Gazel
Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün

Kad enâre’l-’ışku li’l-’uşşâki minhâce’l-hüdâ
Sâlik-i râh-ı hakîkat ışka eyler iktidâ

Işkdur ol neş’e-yi kâmil kim andandur müdâm
Meyde teşvîr-i harâret, neyde te’sîr-i sadâ

Vâdî-yi vahdet hakîkatde makâm-ı ışkdur
Kim müşaḫḫas olmaz ol vâdîde sultândan gedâ

Eylemez ḫalvetserây-ı sırr-ı vahdet mahremi
Âşıkı ma’şûkdan, ma’şûku âşıkdan cüdâ

Ey ki ehl-i ışka söylersen melâmet, terkin it.
Söyle kim mümkin midür tağyîr takdîr-i Ḫüdâ?

Işk kilki çekdi ḫat levh-i vücûd-i âşıka
Kim ola sâbit Hâk isbâtında nefy-i mâ’adâ

Ey Fuzûlî! İntihâsız zevk bulduñ ışkdan
Beyledir her iş ki Hâk adiyle kılsañ ibtidâ

ÎZAHAT BÂBINDAN
  • Kad enâre’l ışku li’l uşşâki minhâce’l-hüdâ
    Sâlik-i râh-ı hakikat ışka eyler iktidâ
(Aşk, âşıklara hidâyet yolunu aydınlatınca, hakikat yolunun yolcusu aşka uyar. “Onun gösterdiği yola gider”.)
Fuzûlî, ilk gazelinin birinci mısrasını Arapça yazmıştır. Bu İran ve Türk edebiyatlarında bir an’ane halindedir. Nitekim Fuzûlî’nin çok iyi ta­nıdığı Nevâyî de böyle yapmıştır.
Aşk, hakikat yolunu aydınlatınca o yolun yolcusu, onun gösterdiği yola gider. Demek ki insan, hakikata ancak aşk ile erişir. Şâir bu beytinde aşkı şu vasıflarla gösteriyor: Yolcunun yolunu aydınlatan. Demek ki yol karanlıktır. Yol hakikat yolu olunca elbette karanlıktır. Çünkü sonsuz müşkilâta maruz kalınır. Bu kâinat muammasıdır. Beşer asırlarca bunun peşinde koşmaktadır.
Karanlık bir gecede yolcunun yolunu aydınlatan, ona ne tarafa gide­ceğini gösteren tek şey vardır. Yıldızlar. Bu beyitte aşk bir yıldıza benze­tiliyor. Aynı zamanda Arapça mısrada iki kelime vardır ki, bunların altın­da bir hadis-i şerif gizlidir. Hûda ve iktida. Bu iki kelime Hadise telmih olarak kullanılmıştır. Hadis şudur:
“Ashâbî kennücûm bi eyyihim iktedeytum ihdeteytum. Benim asha­bım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz”.
Bu hadis ile aşkın bir yıldıza benzetildiğini görüyoruz. Nasıl insan, kendi iradesi ile bir yıldız vücuda getiremez ve onu ancak Hakk’ın iradesi var ederse aşk da insanlara Allah’ın bir lûtfudur. İstediğini bu lûtfa mazhar eder, istediğini mahrum bırakır. Onun için aşk yıldıza benzetiliyor. Ruhta o yıldız doğunca hakikat yolcusu onun yolunda gitmek mecburiye­tindedir
  • Işkdur ol neş’e-i kâmil kim andandur müdâm
    Meyde teşvîr-i hararet neyde te’sîr-i sadâ
(Aşk, o kâmil, tam neş’edir ki, daima şarapta insanı saçma sapan ve neticede kendini utandıracak sözler söyleten o hararet, o ruh hâleti “humma sayıklaması” ve neydeki sesin ondaki tesiri ancak aşktandır.)
Şarap neş’esiyle coşan, ney sesinden derin bir duygu ile sarsılan insan, lâlettayin bir insan değil, başka bir insandır. Bu başka insanı Fuzulî, neş’e-i kâmil terkibi ile bize anlatıyor. Neş’e hem zevk, sevinç yani neşve mukabilidir. Hem de bitmek, vücuda gelmek yani neş’et ma’nâsınadır.
İnsan, dört unsurdan mürekkeptir. Toprak, su ateş, hava.
O halde tam neş’etten bu dört unsuru anlayacak ve bunları ikinci mısrada arayacağız. İkinci mısrada “mey” vardır. Mey’in bir ismi de âb-ı âteşîn’dir. Yani ateş gibi su, mey kelimesinde su ve ateşi buluyoruz. Na’ilî’nin şu beyti şarabı daha şairane anlatıyor:
Neyleriz sahbâyı biz ol lâ’l-i nâbın mesîiyüz
Ab ü âteşden muhammer bir şarâbın mestiyüz.

Ney ise birkaç ma’nâyadır. Topraktan yaratıldığı ve kendisine İlâhî rûh nefh edildiği için insan ve yine kendisine Hazreti Ali tarafından bâtın sırrı ifşa edildiği için sırları söyleyen bir varlık.
Ney kelimesinde toprak ve kendisine rûh nefh edildiği, üflendiği için hava.
Ancak insanı vücuda getiren su ve ateş “mey” yani aşktır. Toprak ve hava ise kendisindeki İlâhi ruhu idrak eden ve sırlara âşinâ olan “ney”dir. Dikkat edilirse bu tefsir ve izah, neş’e-i kâmil terkibinden çıkmaktadır. “Müdam” kelimesinin ayrıca şarap ma’nâsına geldiği gözden kaçmamalıdır.
Hulâsa, aşk unsurları tamamen ayrı olan başka bir insan vücuda geti­rir, demektir. Bu insan, aşk ile coşar, cem’iyyetin umumî idrakinin üstüne çıkıp onların anlayamayacağı sözler söyler, neydeki seste yaratılışının sır­larını bulur.
  • Vâdî-i vahdet hakîkatde makâm-ı ışkdur
    Kim müşahhas olmaz ol vâdîde sultandan gedâ
(Vahdet vadisi hakikatta aşk makamıdır. O aşk makamı ki orada sul­tandan dilenci ayırt edilmez.)
Aşkın gayesi vahdete erişmektir. Onun için bu yol aşk ile elde edilir. Bu aşk makamına erişince insan, kesret, âleminde birbirinden çok uzak olan varlıkları birleştirir. Meselâ mecaz, masiva aleminde en yüksek mevkii işgal eden sultan ile, en aşağı mevkide bulunan dilenci birbirinden ayırt edilmez.
Bil misâl olarak ele alman bu telâkki hakikatta da doğrudur. Bu mu­tasavvıf, insanları sadece insan ve Hakk’ın bir mazharı olarak ele alır. Ârızî olarak haiz olduğu şeyler tamamen fânidir ve bir görünüştür. Ta­savvuf âleminde hakiki değer Hakk’a yakınlık ile ölçülür.
Vâdi geçit yoludur. Bir vâdiden sultan da geçer, dilenci de. Burada vâdi, manevî telâkki ve inanış yolu, makam ise durulan yerdir. Ama bura­da erişilen yer ma’nâsınadır.
Fuzûlî, vâdi ile makam arasında manevî bir tezat san’atı yapıyor
  • Eylemez halvet-serây-ı sırr-ı vahdet mahremi
    Âşıkı ma’şûkdan ma’şûku âşıkdan cüdâ
(Vahdet sırrı insanın içinde olduğu için orada insan yalnızdır. Vah­det sırrının gizli evine girebilen insan, seveni sevilenden, sevileni seven­den ayıramaz.)
Çünkü Vacibü’l-vücud kendi hüsnünü temâşa ederken âşık; güzel de hakikatta kendisi olduğu için maşûktur.
Kendi hüsnün hublar şeklinde peydâ eylemiş
Sonra dönmüş çeşm-i âşıkdan temcışâ eylemiş

Bir Hadis-i Kudsi’de “Ben gizli hazine idim. Tanınmayı sevdim ve diledim. Halkı beni tanımaları için yarattım” buyuruyor.
“Küntü kenzen mahfiyyen fe-ahbabtu en u’rafa fa halaktu-l-halka li- yu ‘raf”
Hadis-i Kudsi’si tasavvufun en kuvvetli temelidir. Bu imâna varış ta­rikatın çok ileri bir merhalesidir.
  • Ey ki ehl-i ışka söylersen melâmet terkin et
    Söyle kim münıkin midür tağyîr-i takdîr-i Hudâ
(Ey aşk ehline melâmet yolunu terket diyen, söyle Allah’ın takdirini değiştirmek kabil midir?)
Melâmet bir kısım insanlar tarafından kınanmak demektir. Bu insan­lar basit insanlardır. Aşkın ateş gibi harareti içinde basit insanlara göre hezeyan, saçma sapan sayılan sözler söyleyenler, yine basit insanlara göre mecnûnâne görülen hareketlerde bulunanlar, elbette hoş görülmez ve kınanır. Lâkin, bu hâle, bu makama erişmek onların iradeleri haricin­dedir. Bu Allah’ın bir takdiridir. Çünkü onlar Hak tarafından sevilip Hakk’a doğru sürüklenen varlıklardır.
Öyle yaratılmışlardır. Allah’ın tak­diri asla değişmez. Hâfız aynı şeyi söyler.
Der kûy-i nik-nâmi mârâ guzer ne-dâdend
Ger tu nemî pesendî tağyir dih kazârâ

“İyi ad ve şöhret sahibi olmak -herkes tarafından kınanmayıp hürmet görmek mahallesine bizi bırakmadılar, bize yol vermediler. Eğer sen bunu beğenmiyorsan, Allah’ın hüküm ve iradesini -kazasını- değiştir.”
  • Işk kilki çekdi hat harf-i vücûd-ı âşıka
    Kim ola sâbit Hak isbâtında nefy-i mâ’adâ
(Aşk kalemi âşıkın varlığı sözü üzerine bir çizgi çekti, yani âşıkm varlığını iptal etti. Tâ ki Allah’ı ispat için ondan başkasını ortadan kaldır­mak hususu yerine getirilmiş olsun.)
Kelime-i Şehadet: LA ilâhe illallah iki kısımdır. LA ilâhe, ilâh yok­tur kısmını ııefy “ortadan kaldırmak, yok etmek” ikinci kısmı olan illallah kısmına ise ispat derler. İllallah, ancak Allah vardır demektir. Bu suretle hakiki Kelime-i Şehadet, kendi varlığını ortadan kaldırmakla gayesine erişmiş olur. Aşkta gaye, sevgilide kendisini mahvetmektir.
  • Ey Fuzûlî intihâsuz zevk buldun ışkdan
    Böyledür her iş ki Hakk adıyla kılsan ibtidâ
(Ey Fuzulî, aşktan sonsuz bir zevk buldun. Çünkü Hak’ta kendini yok etmek ebedî olan Hakk’a ulaşmaktır. Ebediyyet ise sonsuzluktur. Hak adı ile başladığın her iş böyledir. Yani neticesi elde edilir.)
Burada sonsuzun iki ma’nâsı vardır:
  1. Sonu olmayan ebedî
  2. Sonu, neticesi olmayan, yani yarıda kalan, bitirilemeyen
Burada ikisi de vardır. Yani evvelâ aşkta sonsuz, ebedî bir zevk var­dır. İkinci olarak da bir hadise istinat eder:
“Küllü emrin zî hâlin lem-yubde’hî-bismillâhi fe-hüve ebter- Allah adı ile başlamayan her iş neticesiz- kuyruğu kesik- kalır.”
Fuzûlî işe Allah adı ile yani “Bismillahirrahmanirrahim” ile, yani divanındaki ilk gazele Allah aşkını terennüm ile başladığı için bundan aldığı zevki de sonsuzdur.
Hülasayı meâl: Hazreti aşk, âşıklar için doğru yolu muhabbet şahrâhında çizmiştir. Hakikat yolcusu aşkı ancak kendisine rehber edinir. O kâmil neş’e aşktır ki, meyde yaygın olan hararet, neydeki tesir aşktandır. Vahdet sırrının mahremi halvet sarayda âşıkı maşuktan, maşuku âşıktan fark etmez. Aşk kalemi âşıkı vücuduna öyle bir hat çekti ki onunla âşık için Hüdâdan gayrisi yok oldu. Ey Fuzulî sen aşktan sonsuz bir zevk buldun. Cenabı Hakkın adı ile başlayan her şey iş­te böyle olur.
Hazreti Fuzulî’ye ehli tasavvufun tarih boyunca bu derece önem vermiş olması dâhi bir şair olmasından değil, gö­nül eri bir ârif, hakiki bir âşık olmasındandır, O’nun hikmet dolu mısralarını inceleyenler mecaz gülleri altında arzetmek istediği aşkın, aşk-ı hakikî olduğunu anlamakta bir güçlük çekmez.
Telezzüz eyleyenlere aşk olsun.
Ey Fuzulî çıksa can, çıkmam tariki aşktan
Rehgüzâr-ı ehl-i aşk üzre kılın medfen bana

Canım çıksa da aşk yolundan çıkmam, mezarımı âşıkların gelip geçtiği yerde yapın…