Pages

Subscribe:

CEVŞEN DUASI

B

19 Aralık 2013 Perşembe

14 Aralık 2013 Cumartesi

Kendini nerede, ne hissedersen ona göre işler nasibin.

  


Allah'ın sana layık gördüğü konumun; senin kendini layık 

gördüğün konum olduğunu biliyor muydun?..


Kendini nerede, ne hissedersen ona göre işler nasibin. 

Köle mi gördün? Köle muamelesi yapar hayat sana.

Kral mı gördün? Krala göre dizayn edilir çevren.

Allah'ın sana layık gördüğü konumun; senin kendini layık

 gördüğün konum olduğuna bir iman edebilsen! AH iman

 edebilsen, gör neler olur o zaman!

Vuslata ereceğinden şüphe etme gülüm!...

  


Irmakların karşılarına çıkan sarp dağlardan, derin ve ıssız 


vadilerden sızlanıp akmaktan vazgeçtiklerini gördün mü?!


Mutlak surette ne yapar eder denize kavuşur ırmaklar...


Razı mısın?!

Akışta, seyirde misin?!


Vuslata ereceğinden şüphe etme gülüm!...


Zor diye bir şey yoktur. İmkansız görünenler de azıcık vakit

 alır, o kadar.






Sevgiliye mektup yazdım secdelerde!..beni en çok sevdiğin anda yanına al diye....♥ amin...




Sevgiliye mektup yazdım secdelerde!..beni en çok sevdiğin anda yanına al diye....♥ amin...

Önce istemek gerek almak için,sonra elinden tutmak gerek kaçmaması için..♥

“O halde sen beraberindeki tevbe edenlerle beraber EMROLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL...".Hud 112

   


“O halde sen beraberindeki tevbe edenlerle beraber

 EMROLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL...."Hud 112

Biz dedik; “ Herşey olacağına varır! ” ALLAH c.c dedi ki; “ İnsan için ancak, çalıştığı vardır! ” Necm suresi- 39

  


Biz dedik;

 “ Herşey olacağına varır! ”

ALLAH c.c dedi ki;

 “ İnsan için ancak, çalıştığı vardır! ”

Necm suresi- 39


12 Aralık 2013 Perşembe

KAZANMAYA GİDERKEN KAYBEDİLENLER


 KAZANMAYA GİDERKEN KAYBEDİLENLER

Minareye kılıf hazırdı!
“Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz Müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.” (Âl-i İmran; 102)
Bir eksiklik var bir yerlerde, bir kopuşun hikâyesi bu. Sımsıkı tutunmamız gereken bir ipin, bilerek ve isteyerek bırakılışı gibi. Uçurumların eşiğine gelmek ve oradan düşeceğini bile bile geriye dönmemek gibi. Hep uyumak ve hiç uyanmamak gibi…
İki yol vardı önümüzde
iyi ve kötü...
Bir gün, üçüncü bir yol daha eklendi hayatımıza. Nasıl olduğunu anlamadan beliriverdi yanı başımızda; bizim sandığımız fakat bizden olmayan, olmaması gereken hayatlar.
Sorgusuzca kabullendik, sanki bize uyar gibi, düşünmeden, telaşlanmadan kabullendik ve başladık o yeni hayatları yaşamaya…
Öyle hayatlar ki; ne çok iyi nede kötü.
İyilikle kötülüğün çarpıştığı, iradenin şaştığı, aklın karıştığı bir yol uzandı önümüzde. Ne garip, değişti her şey aniden. Küçük sandığımız dünyamız büyüdü birden bire. Yeni simalar, yeni dimağlar ve yeni kazançlar.
Yavaş yavaş özünü kaybetti, dünümüzde yaşanan ne varsa. Dünyaya ait yeni şeyler eklendikçe heybemize, daha çok kabarır oldu iştahımız.
İştahımız kabardıkça biz küçüldük. Yeni şeyler kazanma derdine düşerken, tahrip ettiğimiz manevi değerlerimiz, dinimiz, diyanetimiz, yeni yaralar açtı durdu gönül âlemimiz de…
Gören gözler görmüyor artık, yapılan nasihatler faydasız.
Biz “Her şeyin en doğrusunu yapıyoruz ya!” öyle diyor nefsimiz. Oysa gözlerimizde devleşen isteklerimiz, Hak katında değeri olmayan küçücük şeyler.
Biz küçük şeylere takıldık kaldık yok yere.
Çelişkiler aldı gitti başını hayatımızda, iç başka dış başka. Dilimiz başka halimiz başka.
Her şeyi yıktık, yeniden inşa etmeye kalktık, sabit ve değişmez olan dinimizin kurallarını…
Nefsimiz can atıyor diye, dünyalık eşyaya, kendimizce fetva bulmaya başladık. Minareyi çalan kılıfını hazırlar ya, o misal. Biz de çoktan çaldık minareyi. Kılıf mı? O hazırdı bile!
Nefsimiz ne derse yaptık
Birilerinin başı örtülü ama etekleri kısa veya pantolonlu. Örtü ayetine tepeden tırnağa ters düşen, Yaradan’ın emriyle alakasız bir şekilcilik zuhur etti. Rengârenk giysiler donattı sokakları, fetva hazırdı; “Olsun, moda bu, ne yapalım şimdi devir böyle” dedi, içini rahatlatmak isteyenler…
Birilerinin komşusu aç ama kendisi tok, komşusunun fukaralığından haberi bile yok. “Benim daha çok ihtiyacım var. Hele şu evi, şu arabayı bir yenileyeyim, daha sonra” dedi vicdanını susturmak isteyenler…
Birileri faizin haram olduğunu çoktan unutmuş, “Ne çıkar, artık kazanmanın usulü böyle. Ticaret bu, olmazlar da olmalı bazen” dedi gözü doymak bilmeyenler…
Yanıyor sokaklar, yanıyor evler, yanıyor yürekler!...
Yok mu gören? Yok mu bu yangınları söndürmek isteyen?
Biz kendi isteklerimize göre hareket eder olduk. Hakka karşı vefasızlık baş gösterdi, başkalarının doğrudan sapması bizi kendimize getirmesi gerekirken, biz de onların peşinden gittik. İzlerini takip ettikçe izimizi kaybettik. Yol saptı, akıl şaştı.
Karıştı her şey, hal diliyle örnek olması gereken biz Müslümanlar; hal dilini unuttuk, bir Müslüman’ı andırmaktan bile uzağız şimdi. Dışımız yıkılmaya yüz tutmuş, harabe evleri anımsatır hale geldik.
Haram dediğimiz şeylere el uzatırken yanmıyor elimiz, dil uzatırken yanmıyor dilimiz, meylederken gönlümüz yasaklara; ıstırap duymuyor yüreğimiz. Bizi dünyaya bağlayan metalar çoğaldıkça hayatımız da irademiz de üçüncü yola takıldı kaldı, gönlümüz o yola kapıldı.
Akıllıca olanı yaptık, karlı olanı tercih ediyoruz, sandık.
Oysa yanıldık çok yanıldık.
Uyanmalı artık…
Haramlar mubahlaştı, helaller rafa kaldırıldı. Çünkü helal olan, nefsin sınır tanımaz arzularına yetmedi. Yetmeyince de “Bu da olsun, şu da olsun, ne olacak ki, kime ne zararı var ki…” tarzında cümleler kol gezdi dört bir yanda. Hakkın hoşuna gitmeyen hayatlar şekillendi yavaş yavaş…
Maddi boşluklar doldu dolmasına ya, manevi boşluklar ne olacak? Umursamaz tavırlarımız nereye kadar, nereye kadar dinimizden bir haber yaşayışlarımız?
Kurallar, çiğnenmek içinmiş öyle mi?
Hayır, öyle değildir. Allah’ın ayetleri kural değil mi? Kanunlar ve yasalar hayatı düzenlemek içindir. Kuranı Kerim, Allah’ın kanun ve hükümleridir.
Doğrular bunlarken, neden sırt çevirdik bunlara?
Başımıza gelen dertlerin, yaşadığımız problemlerin sebebi, özümüzden kopuşumuz, dinimizi unutuşumuz değil mi?
İslam’ın anlamı teslim olmak değil midir, biz nasıl bir teslimiyet noktasındayız ki dışımızı kendi istediğimize göre şekillendiriyoruz?
Biz Müslümanlığın neresindeyiz ki cebimiz para görünce Allah’ı unutuyoruz?
Biz nasıl Müslümanız ki gösterişli evlerde, saraylarda O’nu arıyoruz. Saray dediğimiz, ha yıkıldı ha yıkılacak dört duvar değil midir? O’nsuzken...
Galiba teslimiyetimizi yanlış yerlere yaptık.
Allah bizim yaratıcımız, halimiz ne olursa olsun, kazancımız ne olursa olsun, O hep bizim Rabbimiz değil mi? Öyleyse neden zaman, mekân ve hayatlarımız değişince unutuyoruz O’nu?
Ya da neden, O’nu unutturan şeylere bu kadar meylediyoruz?
O’nun verdikleriyle idame ettirmiyor muyuz hayatımızı?
O’na muhtaç değil miyiz, her an her saniye?
Kazandıklarımız O’nun emanetleri değil mi?
Ve O’nun istemesi halinde, bir ömür harcayarak elde ettiğimiz kazançlarımız bir anda çıkıp gidemez mi ellerimizden?
“Benim” demeye hakkımız yok, hep “O’nun” dememiz lazım. Nankörlüğün lüzumu yok, olmamalı. Nankörlük çıkmaz sokak gibi değil midir?
Kazandığımız dünyalıklar bize vazifelerimizi unutturmamalı, lakin unutunca, kendimizi soyutlayınca, Allah’ın koyduğu kanunlardan ve kurallardan manevi kayıplarımız çoğalıyor.
Cennete senedimiz varmış gibi rahatça gülebiliyor, rahatça uyuyabiliyoruz. Yarın geç kalabiliriz, telafi etmek için hatalarımızı ve ayıplarımızı.
Şimdi uyanmalı ve hatalardan dönmenin yollarını aramalıyız. Ve bir köşeye oturmalı tepeden tırnağa, içten dışa süzmeliyiz kendimizi.
Allah’ın isteklerine uymayan görüntümüzü, halimizi, tavırlarımızı bir bir elemeliyiz.
Biz, Allah’ın sevgisinden elenmeden…
ZEYNEP YETER ASLAN 



İnsanı ateş değil, kendi gafleti yakar; herkeste kusur görür, kendisine kör bakar. Neye nasıl bakarsan, o da sana öyle bakar... (Hz. Mevlana)









 "DİLDİR İNSANI MUAZZEZ EDEN,DİLDİR İNSANI MUAZZEB EDEN.."


Yüce Allah insanı yarattı. Sonra ona beyanı öğretti. Yani dil verdi. Kişinin ilmi ve aklı dilinin altında gizlidir. Allah rahmetini böyle gösterdi. Rahman, insanı yaratan, okumayı ve Kur’anı öğreten ve beyanı öğretendir. (Rahman, 55:1-5) insanın aklına, zekasına ve bilgisine tercüman olan dilidir. “Dildir insanı muazzez eden. Dildir insanı muazzeb eden…” İnsan dil ile değer kazanır ve yine dil ile değerini kaybeder. Hz. Ali (ra) “İnsan dilinin altında saklıdır. Konuşturunuz ne olduğunu anlarsınız” der. Kişinin aklını gösteren dilidir. Dil bir başka anlamı ile gönül ve kalp demektir. Kalbin tercümanı dil olduğu için her ikisine de dil denilmiştir. Kişi kalbinde olanı dile getirir ve kalbinden geçeni ifade eder. Bu nedenle kişi ne konuşuyor ve dilinden ne dökülüyorsa o odur.
İnsanın başını belaya sokan dilidir. Dil bazen bir aslan gibidir, bazen de yılan gibidir. Başının belaya girmesini istemeyen kişi dilini tutmasını bilmelidir. Konuşmak faydasız değildir; ama çok sözün de faydası yoktur. Söylemeyene dilsiz, çok söyleyene de geveze derler. Sözü az ve öz söyleyenin ömrü uzun ve bereketli olur. Konuşmasını bilmeyenin de başına gelmedik iş kalmaz.
Bilgisiz insan kör, sağır ve akılsız sayılır. Kişi bilgisini dili ile ifade eder; bilgisizliğini de… Bunun için atalarımız demişlerdir ki “Söz bilirsen söz söyle ki, sözünden ibret alsınlar. Bilmiyorsan sükût eyle seni insan sansınlar.” Her doğan insan ölür; ama söz bakî kalır. Sözünü söylemesini bilirsen ölümsüz olmayı da bilirsin.
Allah insana sermaye olarak hayatı vermiştir. Hayat sermayesinin kârı ise iyiliktir.Her canlı ölür. Nitekim nice insanlar öldü. Onlardan geriye sadece yaptıkları iyilikleri kaldı. Yaptıkları iyi şeyler onların iyi insan olarak anılmasını sağladı. Kötülerin de hepsi öldü, geriye kötülükleri kaldı. İyiler ve iyilikleri övülür, kötüye ise sövülür. Övgü kazanmak isteyen iyilik yapmayı kendisine adet edinsin ve iyilerle beraber olsun…
M. Ali KAYA

|Kardelen|“...LAİLAHEİLLALLAH MUHAMMEDEN RASULULLAH...



''ALLAH'ım Senden hidayet, takva,

iffet ve gönül zenginliği dilerim.''(Hadis-i Şerif)
AMİN ECMAİN

sübhânallah!...Elhamdülillah!...AllahûEkber!..♥

   

Tesbih, "dost"u anmanın / hatırlamanın komprime hapı...
Bir "et parçası" yüreği,
"nur yumağı"na çeviren nedir?
O'nun ismini demek, söylemek değil mi?

Öyleyse...

sübhânallah!

sübhânallah!

sübhânallah!


Kalbini rahat bırak. . .♥

   

Hani dua ediyordun, “hayırlısı olsun Rabbim” diye.
“Hayırlısı değilse olmasın” diye geceleri kalkıp yalvarıyordun O’na.
Bak, olmadı işte. Niye teslim olmuyorsun.
Yaratıcın duanı kabul etti işte.
Hayırlısı değilmiş ki, olmadı.
Fuzuli şekilde neden O’nun işine karışıyorsun.

Kalbini rahat bırak. . .

  Mustafa Ulusoy

Sen kendini nasıl övdüysen öylesin.Amin ecmain ♥

    


Allah’ım! Senin iznin ve yardımınla sabahladık ve akşamladık.
Yine senin izin ve yardımınla yasar ve ölürüz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.
Allah'ım! Öfkenden rızana; cezandan affına sığınırım. Senden yine sana sığınırım.
Sana övgüyü saymakla bitiremem. Sen kendini nasıl övdüysen öylesin.Amin

Yâ Rab, ihlâs ile yalvarıyorum..♥

  

"Yâ Rab, ihlâs ile yalvarıyorum,
Şuursuz, sabırsız “kul” etme beni.
Verdiğin nimetler saymakla bitmez,
Ne olur şükürsüz “dil” etme beni."
Hızır İrfan Önder

Şimdiye kadar senden ne umduysam buldum, şimdi Sen benden ne umduysan bende bulundur ey Rahman. . Senai Demirci

  


Şimdiye kadar senden ne umduysam buldum, şimdi
Sen benden ne umduysan bende bulundur ey Rahman. . .

  Senai Demirci

5 Aralık 2013 Perşembe

SENSİN BENİM AŞKIM ♥






Tükeniyorum Rabbim


Tükeniyorum Rabbim! Yalnız kaldığımı düşünüp, varlığının her an, her noktada tezâhür ettiğini, beni devamlı koruyup gözettiğini, gönlümden geçenlere dahî cevap verdiğini unuttuğum zaman, “Rabbim” demeyi unuttuğum an tükeniyorum!


Diriliyorum Rabbim! Sana yaslandığım, Sana güvendiğim, Sen’inle başlayıp, Sen’inle devam ettiğim, tüm işlerimi Sana havâle ettiğim an!


“Ne güzel Dost’sun” dediğim zaman diriliyorum.


Tükeniyorum Rabbim! Tüm sevdiklerimden; anne-babamdan, cânandan, ten kafesindeki cândan daha yakın olduğunu bilerek, ellerimi Sana açmayı, Sen’den netice, Sen’den çâre beklemeyi unuttuğum zaman!


“Bu dertler neden bana?” dediğim an tükeniyorum.


Diriliyorum Rabbim! Havayı soluyup Sen’inle dolduğum, gözümü açtığımda Sen’i bulduğum, en sağlıklı irtibatı Sen’inle kurduğum, tüm dünya bana küsse de Sen’in dostluğunu ümid ettiğim an! “Kahrın da hoş , lütfun da hoş” dediğim zaman diriliyorum.


Tükeniyorum Rabbim! Hayat enkâzı altında kaldığımda, çekiç misâli zaman beynime vurduğunda... Hayal, ideal diye, küçük hedefler peşinde koştuğumda... Dünya meşgalesine dalıp, bir cenneti, bir azabı, bir de ölümü unuttuğumda...


“Beni affet” demeyi azalttığımda tükeniyorum.


Diriliyorum Rabbim! Yandığımda Sen’inle söndüğüm, Seni hatırlayıp rûhumu güldürdüğüm, O sırlı gücünden kuvvet aldığım, Sen’inle yürüdüğüm, dua ederek Sen’inle konuştuğumda... İçimdeki tüm ırmaklar sana kavuştuğunda... Ruhum kitabın ve secdenle buluştuğunda… “Ya Rab, bırakma ellerimi” dediğimde diriliyorum. Yeniden cânlanıyor, cânıma cân katıyorum! Cânımda Sen’i buluyorum! Sen’inle huzur doluyorum!


Dirilişlerim, dostluğunun tercümesidir. Sen’i yâr bilişimin, yoluna serdâr oluşumun, sözlerinle hemhâl oluşumun işâretidir. Dirilişlerim, sana açılan tüm kapıların anahtarıdır... O kapılar önünde gösterebileceğim en güzel beraattır. Dirilişlerim, tüm yangınlardan firar edişim, sonu olmayan bir tebessümdür! Ruhumun ebedî dosta, yegâne vuslata ilerleyişidir. “La ilâhe illallâh”, Sen’den başka yok ilâh diyerek, kendimi Sana emânet edişimdir.


Durdur tükenişimi. Kabul buyur dostluğuna. Dirilt beni Rabbim!..





28 Kasım 2013 Perşembe

" KEŞKE " ....Aşkına aşkla yanıp teslim olsalardı ♥

    

Hayatı bir açıdan tereddüt ve şüpheler içinde geçen insanoğlu, çok defa kendini his, düşünce ve amelde bir yol ayırımında veya çatallaşan bir yolda bulur ve dolayısıyla acil bir seçim yapmak mecburiyeti duyar. Doğru ya da yanlış bir seçim yapıp yoluna devam ederse de, seçim ve davranışlarının rıza-i İlâhî’ye muvafık olup olmadığını, neticenin lehinde mi yoksa aleyhinde mi olacağını başlangıçta bilemeyebilir.
Doğru seçimlerin getirdiği hayır ve bereketlerin yanında, yanlış tercihlerin sebebiyet verdiği hatalar ve günahlar da vardır ki, bunların pek çoğu, kendi cinsinden tövbe ve istiğfar ile telafi edilmezse, nice gaileleri insanın başına açar ve onu çaresiz bırakır. Kader inancı çoğu kez yardıma koşar ve kul hatasından kaynaklanan üzüntü içinde, “Hayır ve bereket, Allah’ın takdir ettiği ve benim için seçtiği şeydedir.” der, teselli bulur. Fakat, iradenin hakkını verememe hüznüyle burkulduğu anlar olduğu gibi, beşeriyet muktezası olarak bazen de dudaklardan şu âh u vâh dökülür: "Keşke!.."
Keşke, bir temenni sözüdür.. .Hazreti Âdem (a.s.)’den  bize kadar dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp duran ve bizden sonra da kıyamete hattâ öteki âleme kadar intikal edecek olan, belki sadece cennetliklerin cennetin kapısında çıkarıp atacakları fıtratımıza yerleşmiş bir sözdür.
“Keşke” demeyen yok gibidir.
- Kimisi çoğu zaman bir pişmanlığın akabinde “keşke” der inler.
- Bir başkası, henüz tahakkuk etmemiş olsa da gerçekleşmesini çok istediği şeyleri hatırlamakla telaffuz eder o hasret kelimesini.
- Bir diğeri, umduğunu bulamama, vaktini ve ömrünü değerlendirememe inkisarıyla dillendirir onu.
- Pek çokları, elindekilerle tatmin olmaz da daha iyi imkânlar, daha fazla dünyalık arzu ve isteğiyle refah, rahat ve lüks boyalı keşkeler seslendirir.
- Ve topyekün beşer, kıymetini bilemediği, elinden kaçırdığı nimetleri sonradan yâdeder; iç burukluklarını “keşke” hicranlarıyla mırıldanır.
Bu çeşit ifadelerin çoğu, İslâm nazarında, kaderi tenkit anlamı taşıyan ve hoş olmayan sözlerdir. Zira, istikbale irade ve sorumluluk açısından bakıp, gerekli plan ve programı yapmak gerekirken, maziyi kader yönüyle değerlendirmek uygundur. İstikbalde yolumuzu aydınlatmayacak, bizi sa’ye ve hayra sevketmeyecekse; geçmişle alâkalı her yakınma, kaderi tenkit, ef’âl-i İlâhiye’ye karışma ve haddi tecavüz manâsına gelir. Bundan dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) bir hadis-i şeriflerinde buyurmaktadır:
“Eğer başına bir iş gelirse, ‘Keşke şöyle yapsaydım; o zaman şöyle olurdu.’ deme. ‘Allah’ın takdiri böyleymiş; O dilediğini yaptı.’ de. Zira, ‘Keşke şöyle yapsaydım’ sözü, şeytanın vesvesesine yol açar.” (Müslim, Kader, 34)
İradenin hakkını veremeyişten, kadere ve takdir-i İlâhîye itimadın eksikliğinden kaynaklanan sızlanışların yanında bir de Allah’ın rızasını celbeden, muhasebe ve murakabe buudlu, yapılan hayrın az görülmesi ve küçümsenmesinin neticesi olan, tevazu renkli “keşke” vardır ki, o, insanı bütün bütün kazanç kuşağında dolaştırır. Bu tür bir pişmanlık ve onun seslendirilişi, günah ve hatalardan dolayı tövbe ve istiğfarda bulunma, hayatın hesabını tutarak fevtedilenleri telafiye azmetme, istikbalde aynı vartalara düşmeme gibi hususları ihtiva ettiğinden dolayı yümün ve bereket yüklüdür.
Nitekim, Allah Rasulü (sallalahu aleyhi ve sellem), Rabbinden gelen üns esintileriyle nazarlarını ötelere yönelttiği bir anda buyurur ki;
“Muhammed’in nefsi yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, ne kadar isterdim; keşke, Allah yolunda savaşsam ve öldürülsem. Sonra bana bir kere daha can nimeti bahşedilse ve yine cihadın hakkını versem, yine O’nun uğruna öldürülsem. Sonra yine savaşsam ve öldürülsem.” (Müslim, İmare, 103)
Efendimizin bu sözleri de bir temenni ifadesidir. Fakat, kaderi tenkit, haddi aşmak yahut Meşîet-i İlâhiye’ye karışmak değil, Allah yolunda bulunmanın ve O’nun uğrunda şehadet şerbetini içmenin güzelliğinin beyanıdır. Kazanma kuşağına ait bu temenniyi Allah Rasulü’nü rehber edinen hak erlerinin beyanlarında da görmek mümkündür. Onlar da sürekli “Daha yok mu?” ufkunu göstermiş; iyiliğe asla doymamış ve “bu kadarı çok az; daha, biraz daha” gibi himmet u gayret hislerini dile getirmişlerdir.
Bundan başka, Allah’a inkiyat ve teslimiyetin neticesi olarak, nefsi tenkit etme, benliği taşlama ve muhasebe şuuruyla gerilip hayır-hasenat adına yapılanı az görme duygusuyla iki büklüm olmanın işareti “keşke!”ler de vardır.
----
 Bundan başka, Allah’a inkiyat ve teslimiyetin neticesi olarak, nefsi tenkit etme, benliği taşlama ve muhasebe şuuruyla gerilip hayır-hasenat adına yapılanı az görme duygusuyla iki büklüm olmanın işareti “keşke!”ler de vardır.

 “Aşkın şarabından içem / Mecnûn olup dağa düşem / Sensin dün ü gün endişem / Bana Seni gerek Seni.” (Yunus Emre)



 “Veda eyler iken bakdı, dedi hasretle ol mehru / N’olaydı olmayaydı beynimizde ülfet evvelden” 



 “Zülfün görenlerin hep bahtı siyah olurmuş / Tek zülfünü göreydim bahtım siyah olaydı” 


 “Ateş-i aşkın hakikat pek tahammülsüz imiş / Olmayaydım kaşki sen bîvefaya aşina” 

 “Hakkımdaki tegâfülüne sabreder idim / Ağyara bâri etmemiş olsaydı iltifat.” 






7 Kasım 2013 Perşembe

Zamanın Oğlu (Hoca Ahmet Yesevi'nin Yolculuğu)


Akşam işten çıkınca çocukluk arkadaşımın kınasına gittim .Kına çok güzeldi.Kınadan eve geldiğimde eşimin tek izlediği takip ettiği Kurtlar Vadisi dizinde tanıtmış olduğum kitabı gördüm dizinin arada böyle reklam yaptığı şeyler oluyor merak ettim en kısa zamanda okuyacağım kitaplar arasında siz blogcanlarıda bilgilendireyim istedim hani kitap okumayı seversinizde ne okusam diye düşünürsünüz ya işte bence harika olabileceğini düşündüğüm bir kitap ;) iyi okumalar selam ve dua ile.





zamanin-oglu-mustafa-cevik

  

"Ey yolcu! Senin diyarında âşıklar öyle can verirler ki oraya ölüm meleği asla gelemez." 

Ah, ne yazık! Yanıyor kalbim. Azılı düşmanlarımdan ve can dostlarımdan geçtim. Bu âlemden kaçtım. Gölgem ay ışığına erişti. Kocamış adımlarım zamanın kumlarında bata çıka yol gözlüyor. Ey, aşkın gölgesini üstüne yorgan diye örtünenler! İşte yine ben buradayım. Ey, hayallerin sitemini aklın ilmeğine dolayanlar! Ey Ruhum! Bütün zamanlarda aradığım sensin. Peki, ya gitmezsem eğer, aradığımı nerede bulayım? Hızla surları geçtim ve şehrin kapısına geldim. Demir kapıdan şehre girerken doğruluk yolunu tutan hiç kimsenin yolda kalamayacağını düşünüyordum. Kapıları açan görevliler ruhumun ana vatanından getirilmiş en makbul sır şarabını sunan ölümsüz sakiler gibiydi. Her adımda elimdeki kadehten bir yudum içiyor, hayranlığın şevki tenimi ve ruhumu içten içe yakıyor, kül ediyordu. Sevgilinin adı ile dışımı, arzunun ateşiyle içimi bezemiş, gerçeğin meydanında sırların anlamını görmeye gelen ve dünyayla uğraşmayı terk etmiş dervişler gibi adını bildiğim yolda yürüdüm. 


6 Kasım 2013 Çarşamba

Nur-ı aynım, iki gözüm, bildinmi neydi sabır?

  

Nur-ı aynım, iki gözüm, bildinmi neydi sabır?

Ya neydi kirpiğinin kıvrığına tutulup kalan burukluk.Hani neydi nesre çevrilemeyen söz. Neydi bilgiye adanmış ayazların derununu dolduran acı.

Sabır bir aydınlık,sabır bir teselli... Büyük sahraya yağmur,istiridyeye inci... Sabır göz pınarlarını kurutan ferahlık; sabır hüzünler kulübesinin ışığı... Eyyub ile Yakub, Derviş ile Sultan...


Nur-ı aynım,iki gözüm bildinmi neydi sabır?

Haşre dek yokluğa hüküm giymiş bir güzelin kadehindeki iksirmiydi; son gezginin gözyaşlarıyla suladığı bir çiçekmi,ıssız harabelerin eşiğinde ıstırabı emerek büyümüş nazenin bir kelebekmi?

Karlı caddelerin kıyısında açmış ayın ondördü zambaklar bilir sabrı, nur-ı aynım, altın şehirlere uçan ebabiller bilir. Sadık rüyalarda bir gemi Ağrı dağına çıkar sabırla ve yaralı süvariler geçer kehkeşanlardan darüşşifalara doğru. Serazad türküsüyle hercai bir bülbül konar Kitab'ın son sayfasına, sabrı şeydalanır seherler ve sabahlar boyu nur-ı aynım, sabrı şeydalanır.

Sabır bir hazine ki... Yılanlar bekler gerçek!... Bir hazine ki...Tek miskali Yusuf'lar satın alır... Bir hazine ki...Beşiği ab-ı hayat sukunetiyle süslenen bebekler büyür hendesesinde nur-ı aynım ve tahammül renkli güzellikler yansır eşyaya bakışlarından.

Bir hikaye anlat bana sabra dair, nur-ı aynım, bir hikaye anlat; gerçek olsun. Kalbinin rengi damlarken hani, çekik gözlü nakışlar vuruldu sevinçleri, onu anlat. Yanağına düşen her güneş damlası yeni mağlubiyetler asardı boynuna ve eksik olan şey hep bir adım önde giderdi hani, onu anlat.

Kafesi taşlara çalıp içindekini salıvermediğinden mi nur-ı aynım, yoksa bir derya mavisinde buruk bir toprak kokusuna dalıvermediğinden mi, bir imtihan içre iplik iplik bağlanmışsın şah yüreğine ve kirkitler erişlere vuruyor, argıçlar kirişlere...

Sabır bir kilim oluyor nur-ı aynım, kilimi anlat... Sabrı bildinmi nur-ı aynım, bildinmi sabrı? Hani yağmur çamur okula gidip de tipi boran kapıda bekleyen var ya!... Hani masumiyeti kandehar tepelerinden boşluğa bir şahin gibi süzülen beyaz kuğu... Sonsuz köşeli dayatmalarda hani zamanı biriktiren nazenin yasemen varya!...

Hani nisan dallarında vurulup kanı akmayan kanarya?... Helvaya durdu korukları, acımsılık lezzet oluyor dimağlarında. Onlar ki, soluk almadan bekleyişlerin sırrını öğrendiler kalpleri henüz durmadan ve bulamayacakları çağrelere adreslenmiş mektubların, açılacak kapılara gizlenmiş umutların sırrına erdiler; adı sabırdı!... İsteksiz gülüşler serpildi kanayan yaralara nur-ı aynım, sabır adına bilinçsiz köşelere asılan afişler kirlendi, yolların üstüne uzaklar düştü, hep uzaklar... Karşılıksız sevmelerin şarkısı eski palklarda kaldı iki gözüm ve bir gece daha sancıdı yıldızlar, bir gece daha... Şimdi geceler en ince yerinden bölünmede nur-ı aynım, şehir bir denize doğru ağlamakta.

Bildin mi sabrı nur-ı aynım, neydi sabır?

Sabır adına ve umut adına... Kol kanat edinip umutları, bereketli baharlara bir koşu başlar mı acep?Mum gibi eriyen ve mum rengince üzülenlerin; yandıkça ağalayan ve göz yaşlarınca yananların can ipliklerinde dumanı tütmez alevler parıldıyor, aydınlıklar tel tel yüzlerine vuruyor. Mutsuzluğun beslediği uzak arzular değil oysa umutsuzluk...

Ve yakınlarda, çok yakınlarda bir sabır heykelinin eli değiyor eline.

Zirvede bir imtihan var nur-ı aynım,

Zirvede bir imtihan var…

(İskender Pala)



 


 




31 Ekim 2013 Perşembe

vefat :(



İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn__________________________Allahtan cc geldik ve O'na döneceğiz.

Küllü nefsin zaigatül mevt sümme ileyna türceûn____________Her nefis ölümü tadacaktır,sonunda O'na döneceksiniz.

Selam ve dua ile.




Bloguma uğrayan herkesten bugün vefat eden anneannem için en azından bir fatiha okumalarını rica ederim.Okuyan herkesten Allah razı olsun .






Ve dağlar yankılandı -KHALED HOSSEINI

 

Okumak için sabırsızlandığım kitap :) yazarın 3. kitabı ama bende yazarın anlatımlarını seviyorum benden önce okuyan  mail adresime kitap beğenisi hakkında yazarsa sevinirim .

30 Ekim 2013 Çarşamba

Umuda güneş,güneşe neşe bağladım.Grileri mavi,mavileri ak güvercinlerle ağırladım.Selam saldım satırların ucuna,Hakka emanetle yolladım...

  

"Takvâdan daha değerli bir azık yoktur. Susmaktan güzel bir şey yoktur. Cehaletten daha zararlı düşman yoktur. Yalandan daha öldürücü bir hastalık yoktur."Hz ALİ (r.a)

 ***
 Gözyaşının ameliyatındaydım bugün,artık hüzünden akmayacak...

   

Hayat;Bir adım ileri,iki adım geri dedi!... --Sen durma koş ... dedim. Gökyüzü! Bana hep yaş dedi... --Sen yaş'a rağmen çoş dedim.... UNUTMA GÔKKUŞAĞI YAĞMURUN ARDINDAN ÇIKAR.  






Yürü ama ruhun geride kalmasın. Öyle Uyan ki güneş senden sonra uyansın.S.Demirci

   

Müşterinin mi peşindesin, hakikatin mi? 'Neyim var ki, satayım' diyor musun? Allah'ın gelip oturacağı bir kalbin var mı? Tabiatına teslim misin, değil misin? Dünya sana zindan mı, yurt ve yuva mı? Ölüm zindandan çıkış gibi mi, korkutuyor mu? Dünyadan ve tabiatından firar gibi bir hissiyat taşıyor musun? Geldiğin bir yer var mı ki, bir yere gidebilesin?
(Sızıntı dergisi)

****

"Resul'üm! Onlara söyle: Eğer Allah'ı seviyorsanız
bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin."
(Âl-i imrân: 31)

****
Ne zordur etrafın kalabalıkken derdinle yalnız kalmak. Ne çiledir konuşacağın yerde sus pus durmak. Derdini paylaşanın yoksa derdini sevmekten başka bir yol kalmıyor. o yüzden mecnunlar gibi kendi kendime yazıp kendi kendime okuyorum. Ağlayışımda bile yalnızım .yanımdakiler yıldızlardan uzak.uzağın uzağında ise sen. ben geceye derdimi açarken sen hangi dağda bağdaş kurmuş yıldızları seyrediyorsun Şems ?
İçimden geliyorum sana ey Şems gözlerin duysun beni....
Yüreğimin dili ile sesleniyorum sana nerdesin ?
Şems yakınımdasın ama uzağın bekleyişindesin...
Yüreğinin dili bana bağlı...
İnsan yandığını kuru ayazda değil sevdasında anlar..
Sevdamı senden iyi gösteren yok bana...
Birbirimizle benzeşeniz.
Verdiğin söze ne oldu peki?
Hani yüz çevirmeyecektin gökler dönüp durdukça
Bu başı dönmüş âşıktan
Böyle dememiş miydin?
Dememiş miydin ki, sıcak kaldıkça güneşin gönlü
Hiçbir soğukluk girmeyecek aramızdaki sıcaklığa
Gönlümüz bir kalacak, hiç ayrılmayacak, and olsun
Bütün ermişlerin cânlarına, mertliklerine
Dememiş miydin?
Gül de gül bahçesi de senin yüzünle handan
Bizi de güldür ne olur, sütle şeker olalım seninle
Gök sana bende olmuş, halk seninle diri
Ne kadar da güzelsin, dâim olsun cemâlin
Cemâlinin deryası, dalgalanırsa birden
İnciyle dolar dünya, cennete döner semâ
Her nereye bakarsan önünde güller açar
Altın olur ayağını bastığın topraklar
Bedhuyluk edip de, kötü sözler söylersen
Çekinme sakın söyle, tatlıdır senin cefân
Ya Rab! Sen ona uyanık bir gönül ver
Ömürler ver, övgüler ver, nazlar ver.
Cennetten açılan bir pencere gözlerin,
Ellerin, Mekke semalarında süzülen bir güvercin,
Sen kıymetlim, Sen eşsizim, Sen ahiretim..!

Hz Mevlana
 

 

" İnsan en çok kaybettikleriyle kazanıyordu galiba , gerçek öğrenmeler , gerçek bedelleri gerektiriyordu …”

  


" İnsan en çok kaybettikleriyle kazanıyordu galiba ,
gerçek öğrenmeler ,
gerçek bedelleri gerektiriyordu …”

Mario Levi.

Vazgeç Gönlüm


    





Üç dilek hakkım olsa;

   

Üç dilek hakkım olsa;

- Gelmeni, kalmanı ve hiç gitmemeni dilerdim..

Ne senden fazlayım Ne senden az..

  
Ne senden fazlayım
Ne senden az
Aynı macerada ayrı biraz
Gözle biçim biçim
Kalple anlar içim
Ayrı gayrı olmaz
Sen yoksan ben hiçim ...



Ben uzaktan severim...

  

Ben uzaktan severim


Seni de öyle sevdim


Bir tutam gökkuşağı karıştı sevdamıza


kuş kanadı bir tutam


bıraktık korkularımızı


uçtuk gittik




i.tenekeci

Ezan çiçekleri....

  



  

Sen benim ikinci doğum günümsün;
Gençliğim maziye göçerken geldin
Sen benim geciken şanslı yönümsün;
Son fırsat elimden kaçarken geldin,
Ezan çiçekleri açarken geldin.

Gün gurup ederken bir akşamüstü,
Gözlerin gönlümün yolunu kesti
Bahçemde mutluluk rüzgârı esti;
Sen bana iş işten geçerken geldin
Ezan çiçekleri açarken geldin.

Görevi devredip ihtiyar aya,
Elveda diyordu güneş dünyaya
Ne akşamsefası ne sarı fulya
Son fırsat elimden kaçarken geldin
Ezan çiçekleri açarken geldin.

Sıradan sözlere eyleme meyil
Sen bana kulak ver, sen bana eğil
Açelya, begonya, sardunya değil
Sen bana iş işten geçerken geldin
Ezan çiçekleri açarken geldin.

Eski bir sevdanın ince ağrısı,
Aşkınla tedavi gördü doğrusu
Duyuldu akşamın namaz çağrısı,
Son fırsat elimden kaçarken geldin
Ezan çiçekleri açarken geldin.

Gün battı batacak hafif rahmet var,
Gözüme gürünen bir alamet var,
Bu aşkta bir hikmet, bir keramet var,
Sen bana iş işten geçerken geldin,
Son fırsat elimden kaçarken geldin,
Ezan çiçekleri açarken geldin...



CEMÂL SÂFÎ....


Aşkımı sakla ♥

  



29 Ekim 2013 Salı

BİSMİLLAH...

 

BİSMİLLAH...

Hazreti Musa (as) hastalandı ve karnının ağrısı iyice şiddetlendi de halini
Cenâb-ı Hakk’a arzetti. Allah da ona sahradaki bir otu gösterdi. O da ondan
Yedi de Allah’ın izniyle şifa buldu.

Sonra başka bir zaman bu hastalık ona tekrar musallat oldu. Bunun üzerine
Aynı otu yedi. Fakat hastalığı arttı. “Hastalığı Artınca şöyle dedi:
“Ya Rabbi, ilk önce bu otu yedim ve ondan faydalandım.
İkinci defa onu yediğimde ise hastalığım arttı.” Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk
Şöyle buyurdu;

Çünkü birincide seni ota sevk eden Ben idim, böylece onda şifa meydana
Geldi. İkincisinde ise, sen kendin ota gittin de, bunu müteakip hastalığın
Arttı. Bilmiyor musun ki, bütün dünya öldürücü zehir, onun panzehiri de
Benim ismimdir.

Aşk ile muhabbet bulsun gönüllerimiz...

  
Aşk aşk aşkkkkkk.....yaradana aşık olduğumuzdan ötürü,,,yaratılanlarada aşığız hepsi bir bütündür ,birbirinden ayıramayız....Aşk ile muhabbet bulsun gönüllerimiz...♥  Ya VEDUD ♥ ...SEN HER NE KADAR SEVİLECEK ŞEY VARSA SENİN AŞKINLA SEVDİR....SENİN YOLUNDA SANA AŞIK HAYIRLI YARENLERLE YARENLEŞTİR AMİN ECMAİN....

Özlersin ♥


 


    Özlersin..
Özlersin bee,
Sevdiğini özlersin... ♥

Aşk ♥

 

"Aşkı yine en iyi aşkın kendisi anlatacaktır: “Aşkı kimseye sorma, aşkın kendisine sor!”

"Aşk aman vermez, bir kere aşka yakalanan bir daha onun pençesinden kurtulamaz: “Ey aman bilmez aşk; senin elinden el-aman, el-aman!”

"Aşk söze sığmaz, istemekle anlaşılamaz, aşk bir denizdir ki dibi görünmez. Denizin katreleri, damlaları sayılamaz. Yedi deniz de, aşk denizinin önünde küçücük bir göl gibi kalır."

"Aşk, nurlanmak, nur kesilmektir: “Âşık olmak demek, nûr gelen tarafa pencere açmaktır. Çünkü gönül, gerçek dostun yüzü ile nûrlanır.”

"Gerçek aşk öyle bir ‘dert’tir ki, ona yakalanan bir daha asla derman bulmak istemez: “Bütün hastalar iyileşmeyi ümit eder, o ümitle yaşarlar. Aşk hastası ise: ‘Benim hastalığımı artırın!’ diye feryad eder. Aşk hastası ise: ‘Benim hastalığımı artırın!’ diye feryad eder. Aşk, anlatmakla tükenir şey değildir: “Eğer aşkın şerhini yapmaya kalksam, yüz kıyamet kopar da yine de söz tamamlanmaz.”

Maşuk olursa sana karşı lal.
Sende nefsini suskunluğa sal.
Fazla sürdürme
Uzat ona bir gül dikensiz olsun ama dal.
Dilin söylesin kelimelerin olsun şeker ile bal.
“Aşk” dargınlığı sevmez.
Hemen git onun gönlünü al..


Aşk söze sığmaz, istemekle anlaşılamaz, aşk bir denizdir ki dibi görünmez. Denizin katreleri, damlaları sayılamaz. Yedi deniz de, aşk denizinin önünde küçücük bir göl gibi kalır.


Sözde alim bir adam çölde namaz kılarken önünden Leyla'nın aşkıyla Mecnun olmuş Kays geçer. Alim sinirlenerek namazı bozar ve Kays'a çıkışır.
-Görmez misin namaz kılıyorum, namazımı bozdurdun.
Kasy cevaben der ki;
-Ben Leyla'nın aşkıyla seni görmezken, sen Mevlâ'nın aşkıyla beni nasıl gördün.
  

Ehl-i tevhid olmak istersen sivâya meyli kes,
Aç gözün merdâne bak, Allah bes bâki heves.

 ♥




  

Mâsivâ aşkının sevdâsın gönlümden al
Askını eyle iki âlemde bana âşinâ...

***
Ağlatırsın zâri zâri eğer gösterirsen nâri
Lâyık görür isen nâri nârın da hoş nûrunda hoş..Yunus Emre...
***

Kapına geldim ve ben olmaktan vazgeçtim. Sen 'kim o' de yeter ki: Kim olmamı istiyorsan o olmaya geldim..

Victor Hugo
***

"Secdelerdeymiş aşk; Bulmak alnıma düştü ..."

Necip Fazıl Kısakürek....Amenna Saddakna ♥
***

(. . .)

Üç Nokta Çok Şey Anlatır!...


Şimdi Ben Sustum Siz Anlayın Beni...

Bu Defa Anlarsın/ız

İnşallah!...
 
 

Bedensiz Aşk -Orhan Gencebay


  

Aşkın zirvesine varmak istersen,

Bedensiz sevgiyi kavraman lazım.

O eşsiz duyguyla yanmak istersen

Bir kıvılcım yeter, inanman lazım

Ezberle yaşarsan kavrayamazsın,

Cahili kâmilden ayıramazsın

Gönülden bakmazsan tat alamazsın

Aşksız yaşanılmaz yaşaman lazım

Karanlık renksizdir rengini arar

Işıksa saf aşktır rengarenk yanar

Renksiz bir gönülde sevgi ne arar

Acele bir renge bürünmen lazım

Asıl adım insan, sanma her şeyim

En zordan daha zor, kıldan inceyim

Gencebay dedi ki; hiçten zerreyim

Hak’ka aşksız varılmaz, Hak’ka aşk lazım

Yolumuz Hâk yoludur, bize Hak lazım......

ASIRLARIN KÖRDÜĞÜMÜ

 

ASIRLARIN KÖRDÜĞÜMÜ

Bir yazgı, bir kader-i mutlak, olmayışın… Bundandır ki amansız bir intizarda yüklü kaldı, uğruna hücrelerimize yaymaya adadığımız hisler… Ne kadar da benzedi kalpler Bilal’inkine… Yanmaktan ancak kalpler anlar, ateşten ziyade…
Seni sımsıkı, kenetlenmiş ve açılması zor bir kördüğüm gibi sevdik! Ama bu kördüğüm inadından ve acımasızlığından değil, çözülürse sensiz kalacağımız ve bir bir çözülüp biteceğimiz için sağlam… Bu yüzden attıkça attık aşk düğümlerini; kalbimizin hakkını, aşkınla iade ettik…
Sana asırlar boyu benzemek için didindik. Bu derekeden adı “vefa” olan bir ipe tutunarak çıkabildik. Aşkımız vefanla örüldü diye hayrete düştü Ebu Sufyanlar. Biz Hubeybce yürümeyi şiar edindik, hakikate tutunduk ve hiç şekva etmedik…

Diyorlar ki asırlar var aranızda… Diyorum ki nedir zaman? Her ne kadar acımasızca geçtiyse de asırlar… Zaman mı ayırmış seni bizden? Yoksa kalpler mi ayrılmış çoktan senden? Kokunu hissetmek maharet değil, aşk ister. Bu köz tüm zamanları eritir, mesafeyi yok eder.

Diyorlar ki, bu ne biçim aşk, hiç firak bitmez mi? Diyorum; aşk yorgun düşmez ki! Firak aşkın yegâne mekânı ve makamı… Firak vuslata gebedir, her dem canlı… Vuslat aşkın bahar yanı, maşukun tacı. Alnına konan iftihar öpücüğü, elleri ısıtan divane bir tutuş anı… Vuslat bizim kördüğüm aşkımızın son düğüm konağı… Zaman kayıp gider, vuslat avutur aşkımızı… Sana kavuşmak ey Aşkın dayanağı, vuslatın asıl adı…

Bir kudret eli ki, seninle hizaya getirdi âlemi. Bağrımıza kanatmayan bir ok sapladı. Eğilmiş bedenler, büzülmüş niyetler dik durdu, ayıldı. Önümüze öncülüğünü yaptığın bir yol bıraktı. Sağımıza kutlu doğumunla, solumuza zaman üstü çağrınla, kendimize sesinle, yüreğimize sevginle yürüdük… Sonra karanlıklar hayâ etti kara’sına ve aydınlık yarınlara büründük…

Diyorlar ki, şimdi devir değişti. Evet, doğru diyorlar! Senden bigâne evler harab, ocaklar yıkılmış perişan, asıl zindan olmuş yüreklere mekân. Nefsin dehlizlerinde hazlarının kurbanı olurken yaralananlar… Evet, doğru diyorlar. Sensizken devir çok değişti…

Ey matem libası giymiş gece! Yüzünü dünyadan çevirip hicaba bürünme vaktinde misin? Ya sen umutsuz gözlerim! Şimdi kirli kirli taşıdığın dünya merkezli bakışlarını, gözyaşıyla yıkama derdinde misin? Ey adını “ben” “sen” koyduğumuz ümmetin fedaileri! Devir değiştiyse eğer, ruhumuzu coşturan cezbedar güvercinlere özenmekten vaz mı geçeceğiz? Özgürlüğü nefse teslim, aşkı cahile gelin mi edeceğiz? Haydi, benimle birlikte “hayır” de ey kâinat! Ve sen, küçük kâinat olan insan! Özgürlüğü de kurtuluşu da bulamazsın, böyle perişan…
Özgür kalmak ve kurtuluşa varmak için her birimiz Muhammedî olacağız. Allah-u Ekber!

Ve şimdi ey hasreti bile güzel Can! Attık üstümüzden bulutların kasvetini… Gördük sonra şemsin himmetini… Hayran olduk ümmetçe yürürken, toprağın şakirtliğini… Yaşarken her gün vuslatın yorgunluğunu, Efendim hissettik Enes bin Nadr gibi cennetin lezzetini…

Yoluna şehidler kanlarıyla asfalt döküyor. Nedendir bilir misin, hep gül kokuyor… Musab’ın kefeniyle kefenlenmiş Sana gülüyor. Kalanlar arkasını unutmuş, yürüyor! Efendim hepsi muhacir, ahirete yoksul göç ediyor…

Ey içimdeki kördüğümün müsebbibi! Tüm kelimeleri şikâyet ediyorum hislerime, gör! Neden bu kadar aciz kalıyorlar hasretimi anlatmaya, anlamıyorum. Senin için dizilmeye yetmiyorlar. En güzellerini göndermeye gecikiyorlar. Ya hepsi birden hücum ediyor, ya da bir anda kayboluyorlar. Söz dilsiz, ben yetersiz, ben aciz…
Ben Seni nasıl yazayım? Adın kâinata yazılmışken… Herkes anlatır da ben seni nasıl anlatayım? Ben bir damla sen bir umman iken? Sadece sensizlikten açılan yaranın acısını döküştür benimkisi… Efendim, affet bu cüretimi!
Nidanla susar dünya, çığlıklar da dâhil… Sevginle biter elem, eller birleşir. Tebliğinle diner kavga, fitne ki büyük katil…
Şimdi günahları bir bir döktüm yollara… Tüm sevapları almak için boynuma… Muhammedî bir edadır süs diye takındığım. İliklerime kadar gül nefesiyle avunduğum… Bükmem dizlerimi ram olmuştur yoluna Efendim. Sana seslensem, ötelerden beni dinler misin?
Gökyüzünü; yokluğunun vurduğu, kasıp kavurduğu dünyaya siper etmek geliyor içimden desem…
Gücümün çocuksu yumruğuyla ama işe yarar masumluğuyla dağları kaldırıp soysuzların yüzüne kapatmak istesem…
Ben bu ondört asırlık kördüğümü şahid ederek, sensizliğin adının aslında kopmaz bir bağ olduğunu söylesem…
Senli hayallerimde koşup bu kördüğümü Uveys’e götürsem…
Sevban’ın sabırsız aşkı sarsa her yanımı ve o da bir düğüm atsa da cenneti düşlesem…
Amine anamdan sorsam kutlu doğumunu, bir de ondan dinlesem…
Bütün yanık cümleleri aşkına korkmadan sarf etsem…
Seni unutarak büyüyen küçük insanlara ‘vitamininiz bu aş(k)tadır’ desem…
Ey sabrı avutan, ihlâsı zengin, dünyası fakir, hasreti bıktırmayan, yokluğu yakan yar! Ben asırlara gömülecek olan aciz bir beden ve sana meftun ruhum ile aşkına tutunan bir kölenim…
Ben yoluna kurban, ahlakına hayran, aşkına giriftar bir kölenim…
Sana köle olmak, nefse efendi olmaktır, bilirim…
Diyorlar ki, artık geçti! Evet, doğru diyorlar. Artık sensiz günler geçti! Ben sana asırların eskitip yıpratamadığı ve yok edemeyeceği bir sevgiye sesleniyorum. Asırlık ve üst üst üste binmiş bir aşk yumağının sahibi olmakla iftihar ediyorum.
Ey Allah’ın ebedi hediyesi ve ey hasreti güzel Can! Ben seni kördüğüm gibi seviyorum…
Hacer Akiz