Pages

Subscribe:

CEVŞEN DUASI

B

7 Aralık 2012 Cuma

♥ Kırk Kapılı Saray ♥HAYIRLI,NURLU CUMALAR♥

 




♥ Kırk Kapılı Saray
Gel!
Nil yeşili dualar dökülür dudaklarımdan
Gel ve topla eteklerine beyaz karanfil /

____________________________bu dâvet ki
_______________________(mührü perva/neyi aşktır)

ah! izbe kuyularda şair
ve şuur ki sefâleti derinde
mukâyesedeyim ey! şiir telâşımı mâzur gör
zâyiât var şu ömrün seferinde.

öksüzüm şairini kaybetmiş bir şiir kadar
ve yetimliğimdir vefâ
nasıl da âcizim kimlik/siz hatta cisim/siz
değil midir ki imge deryalarına meydan okur da koca şair
iki dizelik şiirin neminde boğulur; nefessiz…

M-âdem ki adı aşk
ve M-âdem ki oturur kırk kapının ardında
gitmeliyim.

yürü be hey derman, yürü; tan vakti peşrevince!
yürü; hırçın rüzgârların ardınca!
yürü; usulü-adabınca, ne yolundan ne sözünden cay!
Ya hay! Ya hay! Ya hay!

ve keza
şimdi bir veda salkımından ayrılmış taneyim
takvim, güzün yapraklarını döküyor
gazel üstüne gazel atarken adımlarım
üç, beş, dokuz derken anbean ve de kazâran
ah nasıl kırılgan yürüyor!
daha onuncu kapıda kuşkular kuşatmada
yüz misli yere düştü yüz, kurudu dil
o da ne’ydi ansızın tutu bakışlarımı
ellerime kapandı bir hercâi karanfil
El- insaffff!

ve dedi ki:
ey! vuslatın kırmızı rengi,
ey! puslu camların tenhasında giz,
riyâ kadar rüya mı bu?
fikrin kisvesinden sıyrılan aklım
az sonra üşüyecek akılsızlığımın çıplağında
beynimde gürleyen çalkantı isli kan/dil
merhametime “aptal “ diye leke düşürecek.
horlayacak göz uçlarıma sığınan saf yağmuru
umarsız el/ve/dağlar ipek kanatlı men/dil
cismin yanında külün hükmü ne’ydi?
hava ney/di, su ney/di, toprak ne?
aşk ateşin, körüğünde kül döndüm pervâne.

sus, dedi “merhametim“ kâfi,
kum beyazı mantık dökülür dudaklarından
kaldır ellerini, savrul rüzgârınla beyaz karanfil
evren; döndüğünce aşk, nefes; aldığınca hava…
gerisin geri zehri cefâ / sade sevgi, ne hoş sefâ
hoşsak / bu hoşlukta sarhoşsak /
candan öte cihan feda / ya da / diyordum ki:
lütufkâr gülümsedi o hercâi karanfil
gökyüzünde yıldız oldu yaldız yaldız karanfil

şaş/kınım
oysa ki hançeri, sinemi kesen sorular dayanmıştı cana
şiir şifresinden soyundu ve karşımda çırılçıplaktı mânâ

kanıtlı ama tanıksız yürüdüm
hiç de yün/gül değil yüküm
tadı, varla yok arası alışmışlıkların pençesinde
en/gebeler yegâne hüzün
yollar yadırgamışlıklarla dolu, yabansı…
uç sokaklar bahşiş gibi gelir, ya dinlence
soluksuz çiseleyen kan tere karşı gücüm küstü
burkuldum yirminci kapıda tek ayaküstü
bileğime sarıldı sanki balçık rengi kil
o da ne’ydi ansızın çekiyordu içine
üzerime sıçradı çamurlu bir karanfil
El-sineeee!

ve dedi ki:
itirafım sessizliğim kadar vermez ezâ
kafamı yerine oturtacak lâyıkıyla bir cevap belki
ben ey! soylu yüzümde
tek bir şeytana yer vermeyen melek
iz sürdüğüm günahın
prangalarında mı çürüttüm mâsumiyeti,
nasıl bir kötülüğe karşı verilir ki bu ceza,
uykumda ben mi işledim, faili ben mi?
evhamı şirke koşmuş ezip geçen cinayeti
kalpsizlik bu ki izahı zaafsa eğer
namertlere mertliğimi kurban vereli
indim aşağılara kadar
daha ne kadar küçülebilirim ki
güneş küskünü yerde
üç kuruşluk t-ahtım
t-acımın uğultusu ayrı kıyâmet
daha ne kadar direnebilirim ki! ..
cismin yanında ruhun hükmü ne’ydi
ar ney/di, har ney/di, karar ne?
aşk ateşin, çamurunda hiçe döndüm pervâne.

sus dedi “sabrım“ mâzi…
kevser beyazı umut dökülür dudaklarından
kaldır ellerini yıka durulmuşluğunda beyaz karanfil
gönül, kıblen döndüğünce har / tevâzu, baş eğdiğince yar.
kar/ar zaten ar / alnından öpüyor o aşk-ı nurun secdesi
eğer aşksak / aşıksak /aşk elinde maşuksak /ne hoş!
loş çilehanende aşk olsun, koş diyordum koş!
ferah ferah gülümsedi o çamurlu karanfil
gök çatıda gün/eş açtı pırıl pırıl karanfil

hay/retteydim
hallacında savrulan şiir, cezbesinden serpildi zamana
ihtirası sözlerin ki kıyâmet ve sûrundan üflüyordu mânâ

ilerledim ezilmiş yüreğimde söz çırpınıyorken
yel/kovanın kanatları olmamıştı hiç
zamanı kıskacında zehirliyordu akrepler
ve zembereğine su doluyordu saatlerin
tarihin ceviz sandukasında âlem-î dünya
tekerrür içinde sararmaya yüz tutmuş ruh
otuzuncu kapının sapağına dönerken
ötelenmişti gücüm mesafeden kaç mil
ne zamandı sezmedim izimden iz sürmüştü
yaslanmıştı omzuma o solmuş bir karanfil
El-amannn!

Ve dedi ki:
terk-i diyardayım içlendiğim muamma
nasıl bir çelik paslanıp da kırılmayan çark
yıl aldıkça kocamayan dünya
ah! nasıl da anlımın terini,
gözümün ferini kuruttu
şimdi bağışlayabilir miyim cüretini?
hiçbir kış düşerken izin almadı saçlarımdan
görmedim dalımdan yaprağımı semiren hazanı,
görmedim bana danışmadan bir hevesle giden baharı
daha kaç kulaç, kaç çukur, kaç adım gerek?
biliyorum bu son tipi beni bin parçaya bölecek!
cismin yanında aşkın hükmü ney/di?
kor ney/di, ateş ney/di, har ne?
aşk alevin, dumanında üfler durur pervâne.

sus, dedi “ şefkatim “ bâki…
kır beyazı zaman dökülür dudaklarından
kaldır ellerini ömre bedel günde yıka beyaz karanfil
yolcusundur dibi delik şu dünya san/dalında
elbet çakar bir çıtırtı, bir çıngı aşk
elbet senin de yanar gönül mangalında
unutma / aşk, ıstırâbın suyu / yeri bir bilinmez kuyu
ister dal düşünmeden / ister düşünde uyu /
ben demedim, şiir dedi.
ser/incecik gülümsedi solmuş, bitmiş karanfil
gök kubbede dolunaydı on dördünde karanfil

ey/vahtaydım
alelâde bir söz değildi şiir, ruhun orta yerinden sızma
aleni celsede iki büklüm ıtrî ve mey kızılı postunda sekiz asırlık mânâ

en nihayet vardım otuz dokuz ardından
o da ne’ydi, sarstı beni, titredim
kırkıncı son kapıda devâsa bir sır ayna
“huzur hangi çağ/layıkların yatağında uyur“
soru, ünlemden çıkmadan gırtlağımda boğulur.
bu nasıl bir yansıma, beni bölmüşler kaça?
görmedeyim kendimi bin katrede bin parça!

aksi/gibi
ah kaderin zulasında şair sus-kulu ve heder
aynalardan dökülür bir gamlı keder
ah eder bu dertli konak başı
başında bir kül-ah kadar yakın mezar taşı
üzerinde ak kefeni tennure
kara toprak cilvesine kapılmış naaşı
hırkasında sükût otuz dokuz karanfil
nasıl da uysal uyuyor,
dokunmayın, belli ki can sarhoşu!

çığlığım ve yüzüm
gözümdeki savaştı vuslatın perdesi hüzün
karanlığı yokluyordum
yıkılmıştı kâinat-ı cümle arştan başıma
o yol boyu rastlantı bendim bütün karanfil
bilmezdim ki benliğimde ben “ben”i topluyordum
kaç bakalım suret, kaç nereye kaçabilirsen!
seyyah olmuş tüm evren beynimde dönüyordum.

Dur, dedi, kırk kapının ardından…
“ dön beyaz karanfil dön,
al bildiğin cevabı, merakında sön“

_______________________huzura giden yol
“ ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol “

buraya kadardı
sus, sancımdan sızan sorgu
artık hükmün kalmadı bende
mutluyum şiirini bitirmiş bir şair kadar
huzurluyum; bir anahtar, bir kapılık umudum var.
bu son zemheri, şimdi dönmeliyim ayın on dördüne
ve parlamalıyım arınıp siyahımdan ay beyazı

ve dedi ki:

ey âdemin nesli
süzül aşk sarnıcından talipsen esrarına
ister ateş, ister kül,sen yine “gel“ MEVLÂ’na

Ya hay! Ya hay! Ya hay!

Esra Kaya