Pages

Subscribe:

CEVŞEN DUASI

B

28 Aralık 2012 Cuma

♥ Hayırlı,nurlu Cumalar olsun inşAllah....Âmin ecmain...♥




Ladesim lades olsun mu?

Ladesi bilir misiniz? Küçükken oynardık hep..Sizler de hayatınızın bir diliminde oynamışsınızdır sanırım, hatırlarsınız bu oyunu..

Hani genellikle sofrada tavuk yendiğinde, lades kemiği-tavukların göğsündeki köprücük kemiği- iki kişi tarafından tutularak ayrılır ve diğerinin “aradaki söz”ü unutturup, gafletine denk getirerek, eline bir şey vermesiyle son bulur oyun..

Kaybeden, lades yapana, başta anlaştıkları şeyi verir-öder. Ama taraflardan birisi, diğerinden bir şey alırken “aklımda” derse lades olmaz, oyun devam eder..

Ta ki “söz” aklından çıksın ve “aklımda” demeden bir şey alsın ondan..


En büyük ladesci, lades ustası kimdir biliyor musunuz?

Şeytan! Evet O!
Uğraşıyor yüzyıllardır.
Bıkmadan usanmadan, hergün yeni taktikler geliştirerek.

Bakın Kur’an’a:"...Andolsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım.
Sonra önlerinden, artlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım, çoğunu sana şükreder bulamayacaksın" dedi.” *

Çok da deneyimli, tam bir lades ustası..
Adem aleyhisselam’dan beri tecrübe sahibi olmuş..

Hem insanı, zaaf noktalarını, giriş yapacağı kapıları çok iyi biliyor.

Kimini siyasetle, kimini riyasetle,
Kimini malla, şan-şöhretle,
Kimini de şehvetle aldatıyor, avlıyor.

Önden, arkadan, sağlardan, sollardan, 4 yönden gelerek, sürekli kandırmaya çalışıyor. "Sinsice göğüslere ve kalplere vesvese vererek"**

Elest bezminde Rablerine verdikleri sözü, unutturmaya çalışıyor insanlara..

Çünkü lades yaparsa, bir ebediyet yolcusu daha yitirecek cennetlerini!
Lades yaparsa, bir kul daha gözden düşecek!

Ödül de, kayıp da büyük.
Ebedi hayat ve O’nun rızası.

Bir oyun bu lades, kıyamete dek sürecek.

Ey nefsim, sen de aldanma ona!
Sana gelişlerini, en süslü, en cazibedar, en albenili duruşlarını görmezden gel!
Hep “Aklımda” de!..
Nerde ve hangi işle meşgul olursan ol, Rabbin hep aklında olsun.
“Aklımdasın ya Rab! Benlesin”de. Sendeyim bak, hiç unutmadım seni..

Ve sen ey okuyucu, üstüne alın!

“Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, Allah’ı anarlar ve hemen gerçeği görürler.” ***

Çok sıkıştırdığında bile seni, pes etme sakın!
Dua ve çok secdeyle Rabbine sığın.


Zorlandığında hemen 11 kez Felak, 11 kez de Nas suresini oku.
İksir gibidir, hemen keser içten ve dıştan gelen şeytani hücumları.


Aklımızda-saklımızdasın!

Şeytanın lades yapma taktikleri çoktur, hazırlıklı olmalı.
“Aklımda” demeli hep..Sobelemeli nefsi ve şeytanı.
Aklı, fikri, yüreği Allah’da sabitlemeli ki lades yapamasın!


Bendesin..

Öğretmenim, elimde tebeşir kara tahtada, ama aklımdasın ya Rab!.
Doktorum, ameliyatta, ama aklımdasın ya Rab!
Öğrenciyim dersde, aklımdasın..
Anneyim çocuk sallıyorum, aklımdasın.
Ev hanımıyım yemek yapıyorum, aklımdasın, sendeyim.
Caddelerde kalabalıktayım aklımdasın, benlesin.
...
...
-Ladesim lades olsun mu?
-Aklımızdasın ya Rab!

-Ladesim lades olsun mu?
-Elimiz işte ama yüreğimiz sende, aklımızda-saklımızdasın!

-Ladesim lades olsun mu?

-Aklımda!
....

Ayşe Reşad

18 Aralık 2012 Salı

______________/' SECCADE '\________________




• • •
________Sevenin,
____________Sevilenin,
________________Sevdirenin,
___________________Sevildiğine Sevinenin, ______________________Sevindirdiğine Sevinenin,


Sevildikçe Sevilenin Buluştuğu Gizli Saklı Kuytulara Serilidir

______________/' SECCADE '\________________

- Senai Demirci -

14 Aralık 2012 Cuma



2012 ARALIK 13/14 PERŞEMBEYİ CUMAYA BAĞLAYAN GECE SAFER 1-DİR..
320,000 BELA BU AYDA İNER !!!
SAFER AYI...
Soru: Safer ayına girmiş bulunuyoruz. Safer ayı, bazı felâketlerin sıklaştığı bir zaman dilimi, binaenaleyh uğursuz bir ay olduğu söyleniyor. Bu hususta bir açıklama yapar mısınız?
Cevap: Bismillâhirrahmânirrahîm.
Safer, kameri ayların ikincisinin adıdır. Resmi vesikalarla hususî mektuplarda ve takvimlerde “Saferu’l-hayr” şeklinde yazılır ve (s) rumuzuyla gösterilirdi. Bilindiği gibi kamer (ay)ın doğuş ve batışına tabi olan ay hesabına “kamerî aylar” denilmektedir ki şunlardır: Muharrem, Safer, Rebîu’l-evvel, Rebîu’l-ahir, Cemaziye’l-evvel, Cemaziye’l-ahir, Receb, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce. Bu hususta Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Hakikatte ayların sayısı ALLAH katında, ALLAH’ın kitabında -ta gökler ve yeri yarattığı günden beri- on iki aydır. Onlardan dördü haram olanlardır. İşte bu, en doğru hesaptır. O halde bilhassa bunlarda, o haram aylarda nefislerinize zulmetmeyin. Bununla beraber müşrikler sizinle nasıl topyekûn harb ederlerse, siz de onlarla topyekûn harb ediniz. Bilin ki ALLAH, haramlardan, fenalıklardan sakınanlarla beraberdir.”

Ebû Bekre (R.A.)den rivayete göre, Veda haccında okuduğu hutbesinde: Takvim düzeni açısından zaman, ALLAH’ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki ilk durumuna dönmüştür. Artık sene on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Ve üçü peşi peşinedir ki, Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir. Bir de Cemaziye’l-âhir ile Şaban arasında yer alan Müdar’in Receb’idir.” buyuran Hz. Peygamber (S.A.V) efendimiz haram ayların: “Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb” ayları olduğunu belirtmiştir. Araplar daha İslâmiyetden öncede bu aylara riayet ederlerdi.
Çünkü müşrik de olsalar, inanç ve yaşantılarında “Hak Din”den kalıntılar vardı. Haram aylara hürmet, Kâbe’yi tavaf etmek ve hac yapmak gibi. Tabii bütün bunlar da tahrif edilerek, aslından uzaklaştırarak yapıyorlardı. Aslında bütün batıl dinler, hep “Hak Din”den uzaklaşma neticesinde oluşmuşlardır. Hiçbir batıl din, birileri tarafından kurulmamıştır. Bu bakımdan dinimizi, olduğu gibi dosdoğru öğrenmek ve yaşamak mecburiyetindeyiz.
Araplar her yıl kendi adetlerine göre gelip hacceder, ALLAH’a iman ile putlara tapmayı birbirine karıştırıp içinden çıkılmaz garip bir inanç sistemi meydana getirirlerdi. Ama her şeye rağmen mal ve can güvenliği yoktu.
Mekke’ye hac mevsiminde gelebilmek bile başlı başına bir problem idi. O yüzden kabile reisleri hac aylarından olan Zilkade ile Zilhicce’de bir de onu izleyen Muharrem’de savaşmayı kaldırırlar ve bu ayları hürmetli sayıp kesinlikle uyulmasında ısrarla dururlardı. Böylece uzak yerlerden hac için gelenler bu üç ayda hem ibadetlerini yerine getirirler, hem de güven içinde evlerine dönme imkanı bulurlardı. gelmeden önce Haram ay denilen bu ayları kutsal tanır ve bu aylarda savaştan, yağmacılıktan kaçınırlardı.

Belalarin 1. Kat semaya indiği ay"safer ayi" (Efendimiz SAV bu ayda ölüm hastalığına tutulmuştur)

Safer ayında Levhi Mahfuz'dan birinci kat semaya 320.000 bela inmektedir. Bu belalar ve kazalar sene içine yayılmaktadır. Bir dahaki safer ayına kadar bu 320.000 beladan birinin size isabet etmesinden korunmak isterseniz, aşağıda tarif edilen namazları kılınız, tesbihatları yapınız. Aile efradınıza ve çevrenize de tavsiye ediniz. Bu namazları kılanların, bir dahaki sene aynı güne kadar (üzerine kat'i yazılmış yani ALLAH'ın Teâlâ'nın C.C., senin üzerinde gerçekleşmesine kesin hüküm verdiği kazalar müstesna) kazalardan korunacağı rivayeti vardır.
Safer ayının ilk ve son çarşamba gününün gecesinde, yani salı gecesi kılınacak namazdır;
(İSLÂM'da gece günden önce gelir. Yani Çarşamba günü, Salı Günü akşam ezanı okunduğunda giriyor)

1 Rekât : Fatiha'dan Sonra ; 17 Kevser Sûresi
2 Rekât : Fatiha'dan Sonda; 5 İhlâs Sûresi
3 Rekât : Fatiha'dan Sonra ; 1 Felâk Sûresi
4 Rekât : Fatiha'dan Sonra ; 1 Nâs Sûresi

Safer ayının ilk ve son çarşamba günü, öğlen ve ikindi namazı arasında kılınacak namazdır;
1 Rekât : Fatiha'dan Sonra ; 11 İhlâs Sûresi
2 Rekât : Fatiha'dan Sonda; 11 İhlâs Sûresi
Bu namazdan sonra 100 kere "Yâ dâfia'l-belâyâ, idfâ anna'l-belâyâ, fallâhü hayrun hâfizan ve hüve Erhâmü'r-Râhimin, inneke alâ külli şey'in kadir" okunmalı ve dua edilmelidir.

Yine Korunmak için; Ayet-el Kûrsi:
Evden çıkarken ve eve girerken Ayet-el Kûrsi okunmalıdır: Evden çıkarken okuyan her işinde muvaffak olur ve hayırlı işleri başarır. Evine gelince okursan iki Ayet-el Kûrsi arasındaki işlerin hayırlı olur ve fakirliğin önlenir. Bir kimse evinden çıkarken Ayet-el Kûrsi'yi okursa, Hakk Teâlâ yetmiş Meleğe emreder, o kimse evine gelinceye kadar ona dua ile istiğfar ederler.
Evden çıkarken üç kere: "BİSMİLLAHİ HASBİYALLAHİ LAİLAHE İLLA HÛ ALEYHİ TEVEKKELTÜ VE HÜVE RABBİL ARŞİL AZİYM" söylenmelidir.
Safer ayında her gün mutlaka 100 kere "LA HÂVLE VELÂ KUVVETE İLLA BİLLAHİL ALİYYİL AZİYM" denilmelidir. Günde 100 kere söyleyenden, en hafifi fakirlik olmak üzere 70 çeşit bela, musibet kaldırılır.
Ayrıca yine safer ayında (ve her zaman) her gün mutlaka günde 100 kere salâvat getirmek lazımdır. salâvat çok bela ve musibetleri çevirir, dünya ve Ahirette kurtuluşuna sebep olur. En EFDÂL Salâvat'ı Şerife: "ELLAHÜMME sâlli âla seyyidina Muhammedin ve âla âlihi ve sahbihi efdâle salevatike ve adade me'lumatike ve bârik ve sellim (bi adedi ilmike.)"
ALLAH'u Teâlâ'yı devamlı zikretmek lazımdır. Zira ALLAH'u Teâlâ'yı zikretmek en büyük ibadettir, belaları musibetleri çevirir. En efdal zikir "LA İLAHE İLLALLAH" dır.

Enes bin Mâlik'e RA Peygamberimizin SAV öğrettiği çok tesirli bir dua:
Bu duayı sabah (mümkünse güneş doğmadan) 3 kere ve akşam güneş battıktan hemen sonra okuyan, korkmaya tek layık olan yalnız ALLAH'tan C.C. korksun . Başta zalim devlet başkanı , şeytan, cin ve insanların şerrinden, büyü ve efsunlardan hiçbiri ALLAH'ın C.C. izniyle hiçbir şekilde zarar veremez. Hz Osman'dan RA bildirildiğine göre ani belalardanda korunur. Ayrıca Zehir verilse tesir etmez ALLAH'ın izniyle(hergün okumak lazımdır):

"Bismillahillezi Lâ Yedurrü meâs mihi şey-ün fil-erdi ve lâ fissemai ve hüves semiül âliym"

Kuşluk Namazı Ve Korunma; (iki,dört,altı,sekiz yada oniki rekât kılınabilir):
-"Her gün, sizin her bir mafsalınız için bir sadaka terettüp etmektedir. Her tesbih bir sadakadır. Her tahmîd bir sadakadır, her bir tehlîl bir sadakadır. Emr-i bi'l-ma'ruf bir sadakadır. Nehy-i ani'l-münker de bir sadakadır. Bütün bunlara, kişinin kuşlukta kılacağı iki rek'at namaz kâfi gelir." Hadis-i Şerif / Müslim, Müsâfirîn 84, (720); Ebu Dâvud, Salât 301, (1286).
-"İnsanda üçyüz küsur mafsal vardır. Her bir maf sal için bir sadakada bulunması gerekir. Mescidde toprağa gömeceği bir balgam, yoldan bertaraf edeceği, bir engel... Bunları bulamazsa, kuşluk vakti kılacağı iki rek'at namaz!" Hadis-i Şerif / Ebu Dâvud, Edeb 172; (5242).
-ALLAH Teâlâ hazretleri buyurdu ki: "Ey Ademoğlu! Günün evvelinde benim için dört rek'at namaz kıl, ben de sana günün sonunu garantileyeyim. '' Hadis-i Şerif / Tirmizî, Salât 346, (475).
-"Kim kuşluğun bir çift (namaz)ına devam ederse, deniz köpüğü kadar çok da olsa, ALLAH günahlarını affeder." Hadis-i Şerif / Tirmizî, Salât 346, (476). (Sadaka Cehennem ateşine perdedir.)

Safer ayı, Hicrî ayların ikincisidir. Hicrî ayların birincisi, bilindiği gibi Muharrem ayı idi ve içinde aşûre günü vardı. Üçüncüsü ise Rebî’ül-Evvel ayıdır ve bu ayın 12. Gecesinde Kâinatın Efendisi Sevgili Peygamberimiz (asm) arzımıza, aramıza ve gönlümüze teşrif etti.

Hicrî takvimde bazı ayların ve günlerin; gerek içinde farz kılınan ibadetler, gerekse bir kudsî tarihin unvanı olmaları hasebiyle mukaddes tanındığı biliniyor. Meselâ Recep, Şaban ve Ramazan ayları, nafile ve farz ibadetlerin içerisinde teşrî kılındığı üç ibâdet ayı olarak bilinir; bu aylardan bilhassa Ramazan ayı ve bu ay içindeki Kadir Gecesi Kur’ân’da da ifâdesini bulur; diğer ikisi de muhtelif nafile ibâdetler için münbit birer zemin teşkil ettiği sahih hadislerde beyan edilir. İslâmiyet öncesi Araplar arasında da Muharrem, Recep, Zi’l-Kâde ve Zi’l-Hicce aylarının hürmet duyulan aylardan olduğu ve bu aylarda Arapların savaş yapmaktan çekindikleri biliniyor. Sahih kaynaklarda mübarek olduğu bildirilen diğer gün ve geceleri de burada zikretmek lâzım: Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı, Arefe gün ve geceleri, Kandil geceleri, Cuma günleri, Aşûre günü vs. gibi. Bu günlerde de gerek nafile, gerek vacip, gerekse farz olmak üzere değişik eda şekilleriyle muhtelif ibadetler yapılır.

Görüldüğü gibi İslâmiyet’te hürmet duyulan ve belli ibadetler için tahsis edilen aylar, günler ve geceler bulunmakla beraber; âfetler, musibetler ve semavî belâlar için tahsis edilen muayyen her hangi bir zaman diliminden söz etmek mümkün değildir. Böyle bir tahsisat, İslâm’ın ruhuna uygun değildir. Belli ayları İlâhî musibet ayı olarak ilân etmek doğru da değildir. Allah’ın irâdesini aylarla veya günlerle sınırlamak mümkün olmadığı gibi; böyle bir sınırlama çabası kulluk terbiyesine de yakışmaz.

İlâhî îkâz ve felâketler başka aylarda olmuyor mu? Kaldı ki, belli aylarda İlâhî ikazların yoğunlaştığını farz etsek bile, o ayların musibet ve uğursuzluk ayı olarak ilân edilmesi Resûlullah (asm) tarafından nehy edilmiştir.

Safer ayı cahiliye Arapları tarafından uğursuz ay olarak tanınıyor ve bu ayda umre yapmak büyük günahlardan sayılıyordu. Resûlullah (asm) ise “Umre her zaman helâldir!” buyurarak bu aya atfedilen uğursuzluk inancını kırmıştı1. Ama ne yazık ki; bu ayda akdedilen nikâhların uzun ömürlü olmayacağı, bu ayda yapılan faaliyetlerin sonuçsuz kalacağı, bu ayda başlanılan işlerin uğursuzlukla biteceği tarzındaki inançların, cahiliye Araplarından beri halk arasında yer yer varlığını sürdüre gelen hurafelerden olduğunu görüyoruz.
Ebû Hüreyre’nin (ra) rivâyetiyle Resûlullah (asm) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Hastalığın kendiliğinden sirâyeti yoktur; uğursuzluk ve baykuş ötüşünün olumsuz etkisi yoktur; Safer ayının hayır ve şerle bir alâkası yoktur; bunlar cahiliye hurafeleridir. Cüzzamlıdan, aslandan kaçtığınız gibi kaçınız!” Safer ayının normal aylardan olduğunu tespit ettikten sonra; her ne kadar güvenilir kaynaklarla teyit edilmese de, burada, Safer ayında yapılması uygun bulunan şu duâyı zikredebiliriz:

“Bismillâhirrahmânirrahîm: Allah’ım; hamd ve şükür Sana mahsustur! Minnetim Sana’dır! Ben Senin kulunum; ve ben bundan dolayı huzurluyum! Nefsimi, dînimi, dünyamı, âhiretimi, işlerimin sonunu ve amelimi Sana emânet ediyorum. Bütün Muhammed (asm) ümmetini Senin gücünün, havlinin, kudretinin ve kuvvetinin şiddetinden, Sana emânet ediyorum! Muhakkak Sen, emâneti koruyansın; hükmü nâfiz olansın; kazâsı gâlib olansın!

Yâ Ahkeme’l-Hâkimîn ve yâ Esrae’l-Hâsibîn ve yâ Ekrame me’mûlin ve ecvede mes’ûlin yâ Hayyu yâ Kayyûmu yâ Kadîmü yâ Ferdu yâ Vitru yâ Ehadu yâ Samedu yâ men lem yelid ve lem yûled ve lem yekun lehû küfüven ehad! Yâ Azîzu Yâ Vehhâbu Salla’llâhu alâ hayr-i halkıhî Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecma’în! Âmin!”

Bu ayın son Çarşamba gününde de iki rek’at namaz kılınması; bu namazda her rek’atte bir Fatiha ve on bir İhlâs-ı Şerif okunması; namazdan sonra da on bir istiğfar ile, on bir salavât-ı şerîfe okunması tavsiye edilmiştir.
Sadakanın bu aya özel bir konumu yoktur. Diğer aylarda olduğu gibi, bu ayda da sadaka vermeye devam etmelidir.
Dipnotlar:
1- Buhârî, Kitâbu’l-Hac, H. No:777
2- Buhârî, Kitâbu’t-Tıp, H. No: 1927
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM...
RABBİ, RABBİ, YA RABBİ, YA RABBİ, CELLE CELALEHU; Sana, Bütün hamd, şükür, zikir, fikir, tefekkür, ibadet, dua ve niyazda bulunanların ve senin ilimin adedince ve zaatın ile sürüp ebedi devam edecek kadar sana şükürler hamdu senalar olsun. Ve o kadar da Peygember efendimiz Hz.Muhammed Mustafa (Sallallahu Teala Aleyhi Alihi ve Sellem)'e, Ehl-i Beyt'ine, Evladlarına, Ashabına, Ezvacına, Ehline, Yolundan gidenlere ve Bütün ehli İmana Salat ve Selam eyle. Ya MALİKEL MÜLK, Şeyhim Sultanul Evliya GavsulAzam Seyyid Abdulkadir Geylani ve yolundan gidenleri; Anne babalarımızı, akrabalarımızı, eş, dost ve Tüm sevdiklerimizi ve bizi sevenleri, bizi bu ay ve diğer ay ve günlerde gecelerde ve anlarda hertürlü kaza, musibet, bela ve şerlerden Emin ve muhafaza eyle. Def eyle. ve Ya RABBİ bize hertürlü dünya ve ahiret, hayır, kısmet ve rızıkları hesapsız bereketli olarak koşarak bize gönder. İLAHİ, İLAHEL ALEMİN,Ya RABBİ! Yuvalarımıza saadet ver, ömrümüze Hayır, bereket ver, dünya ve ahiret kazançlarımızı helalinden, hesapsız bol ve bereketli eyle! Ebedi, Rızana uygun yaşayıp yaşatmayı nasip eyle. DiLimize Düşen, KaLbimizden Geçen, Bizim Bildiğimiz ve BiLemediğimiz, Ama Bizim İçin Hayırlı OLan Ne Varsa Dünya ve Ahiret için, ver Ya RABBİ. Ya RAHMAN; bu duaya amin diyen, işiten, okuyan, paylaşan, göz ucuylada olsa gören, her kim ise onlarıda kat kat nasiplendir ve, ne murad, istek ve hayırlarına sebep olacak şeyler var ise ver ALLAHIM. Ya HAYYU Ya KAYYUM Biz bu kadar isteyebildik sen bize nurun Ala nur ile en az 700.000 katı ile lutfeyle. RAHMAN ve RAHİM olan ALLAH'IM Sen çok cömert ve Kerim olan Tek RABBİ'mizsin, sen dilemeseydin, biz senden isteyemezdik. Ve Sen bize söz verdiğin gibi Dualarımızı kabul ve makbul eyle. Bu duaLarımızı; Sevgilim, Peygamberimiz Hz.Muhammed Mustafa Sallallahu Teala Aleyhi Alihi ve Sellem'in dualarının arasında, Şeyh Seyyid Abdulkadir Geylani (ks.) duaLarı arasında ve sevgili kullarının duası arasında ve duaları kabul olan kulların duası arasında ve Her dua edenin duası arasında, Muhakkak, illaki, acilen Kabul eyle. Amin, Amin, Amin Ecmain. Velhamdulillahi RABBİL Alemin. EL-FATİHA TAMA SALAVAT

7 Aralık 2012 Cuma

♥ Kırk Kapılı Saray ♥HAYIRLI,NURLU CUMALAR♥

 




♥ Kırk Kapılı Saray
Gel!
Nil yeşili dualar dökülür dudaklarımdan
Gel ve topla eteklerine beyaz karanfil /

____________________________bu dâvet ki
_______________________(mührü perva/neyi aşktır)

ah! izbe kuyularda şair
ve şuur ki sefâleti derinde
mukâyesedeyim ey! şiir telâşımı mâzur gör
zâyiât var şu ömrün seferinde.

öksüzüm şairini kaybetmiş bir şiir kadar
ve yetimliğimdir vefâ
nasıl da âcizim kimlik/siz hatta cisim/siz
değil midir ki imge deryalarına meydan okur da koca şair
iki dizelik şiirin neminde boğulur; nefessiz…

M-âdem ki adı aşk
ve M-âdem ki oturur kırk kapının ardında
gitmeliyim.

yürü be hey derman, yürü; tan vakti peşrevince!
yürü; hırçın rüzgârların ardınca!
yürü; usulü-adabınca, ne yolundan ne sözünden cay!
Ya hay! Ya hay! Ya hay!

ve keza
şimdi bir veda salkımından ayrılmış taneyim
takvim, güzün yapraklarını döküyor
gazel üstüne gazel atarken adımlarım
üç, beş, dokuz derken anbean ve de kazâran
ah nasıl kırılgan yürüyor!
daha onuncu kapıda kuşkular kuşatmada
yüz misli yere düştü yüz, kurudu dil
o da ne’ydi ansızın tutu bakışlarımı
ellerime kapandı bir hercâi karanfil
El- insaffff!

ve dedi ki:
ey! vuslatın kırmızı rengi,
ey! puslu camların tenhasında giz,
riyâ kadar rüya mı bu?
fikrin kisvesinden sıyrılan aklım
az sonra üşüyecek akılsızlığımın çıplağında
beynimde gürleyen çalkantı isli kan/dil
merhametime “aptal “ diye leke düşürecek.
horlayacak göz uçlarıma sığınan saf yağmuru
umarsız el/ve/dağlar ipek kanatlı men/dil
cismin yanında külün hükmü ne’ydi?
hava ney/di, su ney/di, toprak ne?
aşk ateşin, körüğünde kül döndüm pervâne.

sus, dedi “merhametim“ kâfi,
kum beyazı mantık dökülür dudaklarından
kaldır ellerini, savrul rüzgârınla beyaz karanfil
evren; döndüğünce aşk, nefes; aldığınca hava…
gerisin geri zehri cefâ / sade sevgi, ne hoş sefâ
hoşsak / bu hoşlukta sarhoşsak /
candan öte cihan feda / ya da / diyordum ki:
lütufkâr gülümsedi o hercâi karanfil
gökyüzünde yıldız oldu yaldız yaldız karanfil

şaş/kınım
oysa ki hançeri, sinemi kesen sorular dayanmıştı cana
şiir şifresinden soyundu ve karşımda çırılçıplaktı mânâ

kanıtlı ama tanıksız yürüdüm
hiç de yün/gül değil yüküm
tadı, varla yok arası alışmışlıkların pençesinde
en/gebeler yegâne hüzün
yollar yadırgamışlıklarla dolu, yabansı…
uç sokaklar bahşiş gibi gelir, ya dinlence
soluksuz çiseleyen kan tere karşı gücüm küstü
burkuldum yirminci kapıda tek ayaküstü
bileğime sarıldı sanki balçık rengi kil
o da ne’ydi ansızın çekiyordu içine
üzerime sıçradı çamurlu bir karanfil
El-sineeee!

ve dedi ki:
itirafım sessizliğim kadar vermez ezâ
kafamı yerine oturtacak lâyıkıyla bir cevap belki
ben ey! soylu yüzümde
tek bir şeytana yer vermeyen melek
iz sürdüğüm günahın
prangalarında mı çürüttüm mâsumiyeti,
nasıl bir kötülüğe karşı verilir ki bu ceza,
uykumda ben mi işledim, faili ben mi?
evhamı şirke koşmuş ezip geçen cinayeti
kalpsizlik bu ki izahı zaafsa eğer
namertlere mertliğimi kurban vereli
indim aşağılara kadar
daha ne kadar küçülebilirim ki
güneş küskünü yerde
üç kuruşluk t-ahtım
t-acımın uğultusu ayrı kıyâmet
daha ne kadar direnebilirim ki! ..
cismin yanında ruhun hükmü ne’ydi
ar ney/di, har ney/di, karar ne?
aşk ateşin, çamurunda hiçe döndüm pervâne.

sus dedi “sabrım“ mâzi…
kevser beyazı umut dökülür dudaklarından
kaldır ellerini yıka durulmuşluğunda beyaz karanfil
gönül, kıblen döndüğünce har / tevâzu, baş eğdiğince yar.
kar/ar zaten ar / alnından öpüyor o aşk-ı nurun secdesi
eğer aşksak / aşıksak /aşk elinde maşuksak /ne hoş!
loş çilehanende aşk olsun, koş diyordum koş!
ferah ferah gülümsedi o çamurlu karanfil
gök çatıda gün/eş açtı pırıl pırıl karanfil

hay/retteydim
hallacında savrulan şiir, cezbesinden serpildi zamana
ihtirası sözlerin ki kıyâmet ve sûrundan üflüyordu mânâ

ilerledim ezilmiş yüreğimde söz çırpınıyorken
yel/kovanın kanatları olmamıştı hiç
zamanı kıskacında zehirliyordu akrepler
ve zembereğine su doluyordu saatlerin
tarihin ceviz sandukasında âlem-î dünya
tekerrür içinde sararmaya yüz tutmuş ruh
otuzuncu kapının sapağına dönerken
ötelenmişti gücüm mesafeden kaç mil
ne zamandı sezmedim izimden iz sürmüştü
yaslanmıştı omzuma o solmuş bir karanfil
El-amannn!

Ve dedi ki:
terk-i diyardayım içlendiğim muamma
nasıl bir çelik paslanıp da kırılmayan çark
yıl aldıkça kocamayan dünya
ah! nasıl da anlımın terini,
gözümün ferini kuruttu
şimdi bağışlayabilir miyim cüretini?
hiçbir kış düşerken izin almadı saçlarımdan
görmedim dalımdan yaprağımı semiren hazanı,
görmedim bana danışmadan bir hevesle giden baharı
daha kaç kulaç, kaç çukur, kaç adım gerek?
biliyorum bu son tipi beni bin parçaya bölecek!
cismin yanında aşkın hükmü ney/di?
kor ney/di, ateş ney/di, har ne?
aşk alevin, dumanında üfler durur pervâne.

sus, dedi “ şefkatim “ bâki…
kır beyazı zaman dökülür dudaklarından
kaldır ellerini ömre bedel günde yıka beyaz karanfil
yolcusundur dibi delik şu dünya san/dalında
elbet çakar bir çıtırtı, bir çıngı aşk
elbet senin de yanar gönül mangalında
unutma / aşk, ıstırâbın suyu / yeri bir bilinmez kuyu
ister dal düşünmeden / ister düşünde uyu /
ben demedim, şiir dedi.
ser/incecik gülümsedi solmuş, bitmiş karanfil
gök kubbede dolunaydı on dördünde karanfil

ey/vahtaydım
alelâde bir söz değildi şiir, ruhun orta yerinden sızma
aleni celsede iki büklüm ıtrî ve mey kızılı postunda sekiz asırlık mânâ

en nihayet vardım otuz dokuz ardından
o da ne’ydi, sarstı beni, titredim
kırkıncı son kapıda devâsa bir sır ayna
“huzur hangi çağ/layıkların yatağında uyur“
soru, ünlemden çıkmadan gırtlağımda boğulur.
bu nasıl bir yansıma, beni bölmüşler kaça?
görmedeyim kendimi bin katrede bin parça!

aksi/gibi
ah kaderin zulasında şair sus-kulu ve heder
aynalardan dökülür bir gamlı keder
ah eder bu dertli konak başı
başında bir kül-ah kadar yakın mezar taşı
üzerinde ak kefeni tennure
kara toprak cilvesine kapılmış naaşı
hırkasında sükût otuz dokuz karanfil
nasıl da uysal uyuyor,
dokunmayın, belli ki can sarhoşu!

çığlığım ve yüzüm
gözümdeki savaştı vuslatın perdesi hüzün
karanlığı yokluyordum
yıkılmıştı kâinat-ı cümle arştan başıma
o yol boyu rastlantı bendim bütün karanfil
bilmezdim ki benliğimde ben “ben”i topluyordum
kaç bakalım suret, kaç nereye kaçabilirsen!
seyyah olmuş tüm evren beynimde dönüyordum.

Dur, dedi, kırk kapının ardından…
“ dön beyaz karanfil dön,
al bildiğin cevabı, merakında sön“

_______________________huzura giden yol
“ ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol “

buraya kadardı
sus, sancımdan sızan sorgu
artık hükmün kalmadı bende
mutluyum şiirini bitirmiş bir şair kadar
huzurluyum; bir anahtar, bir kapılık umudum var.
bu son zemheri, şimdi dönmeliyim ayın on dördüne
ve parlamalıyım arınıp siyahımdan ay beyazı

ve dedi ki:

ey âdemin nesli
süzül aşk sarnıcından talipsen esrarına
ister ateş, ister kül,sen yine “gel“ MEVLÂ’na

Ya hay! Ya hay! Ya hay!

Esra Kaya