Pages

Subscribe:

CEVŞEN DUASI

B

18 Nisan 2014 Cuma

Ey ırmağımız, ey bizi arayan dost! İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Çünkü Allah, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez. [Lokman, 18]

 

 Ey ırmağımız, ey bizi arayan dost!
İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Çünkü Allah, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez. [Lokman, 18]


Ne ki mevcûd ise âlemde, güzel, doğru iyi;
Arayan fikri, bulan rûhu, seven sevgiliyi
Bize bahşetmiş olan Hazret-i Rahman'a şükür

Arş-ı Âlâ'da Ezel kasrına çıkmış yedi kat,
Geriyor hüsn-i ilâhîsine atlas perde…
En güzel vuslatı tattırmak için mahşerde
Bize, gündüz gece, zehrettiği hicrâna şükür.

Senin hayranın olarak, seni övmek, benim aklımı, fikrimi başımdan aldı. Konuşamaz oldum. Bir âh etme gücüm kaldı. Niçin âh ettiğimi, âh derdimi anlatacak bir mahrem, samîmi, yakın bir dost bulamıyorum? Ben de Hz. Ali (kv) gibi kuyuya ah ediyorum.***

Kuyu, benim âhımdan coşar da, ağzında kamış biter. O kamış da ney olur feryada başlar. Benim gönül sırlarımı etrafa yayar. Ey ney! Feryad etme, sus! Çünkü biz sana mahrem değiliz. Bu yüzdendir ki, kamıştaki şeker, bizden özür dilemede, kamıştan da özür dilemede… Beri gel, daha beri gel, daha beri. Nereye kadar aşktan uzak duracaksın, hele bir kulak ver dinle: http://www.dinleneyden.com/

*** Bir rivayete göre Peygamber Efendimiz(sav) Hz. Ali'ye bazı sırlar söylemiş. Hz. Ali (kv) emanetin ağırlığına dayanamamış, bu sırları kör bir kuyuya söylemiş. O kuyunun ağzında bulunan bir kamış bu sırları duymuş. Onu kesip ney yaptıkları zaman o gizli sırları feryad ederek etrafa yaymış.


[Nev-Niyâz ve Dedesi]

- Birkaç haftadır hizmet râhın güderken aynadaki aslanda neyin nesi dedem?

- İnsanların hizmet anlayışı, kaygı ve niyetleriyle alakalıdır. Himmeti dünya ve dünyalıklar olan insanın hizmeti de dünyadır ve dünyalıklardır. Bu yüzden himmet ve niyeti arındırmak lazım. Böyle olmazsa canlar hizmetinde Allah rızâsını düşünse bile çoğu zaman insanlar tarafından övülmeyi ve görülmeyi de ister. Böyle bir zaaf, karşılaştığı zorluklar karşısında insanı kolayca hizmetten alıkoyabilir. Ya da böyle biri hizmetin gerektirdiği edebi göremeyebilir. Hatta zamanla böyleleri nefsânî arzularının esiri oluverir. Nefsânî arzular frenlenmeyip salıverildikçe de, bunlar içinde en güçlüsü olan "hubb-i riyâset" yâni "baş olma sevdâsı" öne çıkar ve kişiyi yönlendirmeye başlar. Hatta bu duygu kişinin hizmet adına yaptıklarını da kendi tarafına yontarak damgasını vurur. Ardından hizmeti, nefsinin izzetine basamak yapmaya başlar.


- Hepsi bir ufacık övgüden mi?
- Ne sandın erenlerim… Gerçi dünyada övülmek ona aldananlar için lezzetli bir lokma gibidir amma bu lokmanın önce zevki sonra ateşi belli olur, dumanı sonradan çıkar. Sen o lokmayı yeme. Bu mevzuda sakın kendine güvenme! O istediği kadar beni övsün, bana
dalkavukluk etsin, ben inanmadıktan, aldanmadıktan sonra ne çıkar deme! Ben böyle sözlerle mağrur olmam diye böbürlenme! Olursun. Hem de farkına varmadan bir gurur ve büyüklenme hastalığı içinde seni kandıranlara zebûn olursun. Bunu daha iyi anlamak istersen meselenin zıddını düşün.

-Zıddı derken?
- Düşün ki onlar seni methedecekleri yerde aleyhinde söyleseler, sende olmayan, senin yapmadığın ağır kötülükleri sende varmış ve yapmışın diye yaysalar için nasıl üzülür, bu yüzden nasıl günlerce kendini yersin! İşte tıpkı bu haksız eleştiriler gibi övgülerin de insan içinde izleri kalır. Hakikatte ikisinin de aslı yok ya... İçinde, gönlünün derinliklerinde övgülerin izi kaldı mı, bir kere ruhun bir gıda gibi methedilmeye alıştı mı, canın böyle sözler çekmeye başladı mı artık düştün demektir, zor kurtulursun.


- Hani "Sağolun, varolun, beni siz büyüttünüz, alkışlarınızla yaşıyorum" derler ya…

İnsanı iki şey helak eder: Biri nefsinin arzusuna uymak, öteki meth û senâ edilmeyi, övülmeyi sevmek.[Hz. Ali keremallahu vechehu]

- Ziyâde medihten, firavunlaşan nefsini kurtarmanın tek çaresi tevâzudur, haddini bilmektir, hamd etmektir.


- Medihten hamde nasıl geçtik dedem, kaçırdık ipin ucunu!
- Medih ne demek?
Övmek demek; Türkçedeki övmenin Arapçadaki karşılığı. Bunun zıddı övmemek veya kötülemek mânâsına zem kelimesi var. İşte medih haklı veya haksız övmek demek. Bazen hayalî, bazen gerçek. Bazen yalan, yağcılılık, dalkavukluk için; bazen gerçek, doğru... Karşı tarafı övmek demek. O halde bu tam övmenin karşılığı medih. Ama hamd o değil. Hamd, medihten biraz daha dar anlamlı, yâni daha özel demek. O ne demek? Bir kemal ve hüsne, yâni bir olgunluğa, bir güzelliğe karşı, bir ikram veya ihsan etsin veya etmesin tâzim ve takdir ile yapılan övgüye hamd denir.


- Karışık bir mevzu gâliba…
- Şimdi bunu biraz daha ufalayalım: Bir kere hamd edilen kimse "kemal ve hüsn" sahibi olacak, yâni olgun, eksiksiz ve güzel olacak. Hamd eden kişi de ona karşı tâzim, yâni onu gözünde büyütme, takdir hissiyatında olacak. İsterse o hamdettiği kendisine bir ihsanda, ikramda bulunmuş olsun, isterse bulunmamış olsun... Bulunmasa da, bulunsa da onu övmeye, tazim ve takdir ile övmeye, ama haklı bir güzellik, haklı bir kemalden dolayı övmeye hamd denir.


- Yani hamdin, medh û senâdan daha özel, daha asil, daha yüksek bir mânâsı var.
- Evet, çünkü medih, dalkavukluk için de olabildiğinden bazen doğru, bazen yanlış olur ama hamd gerçek bir durum karşısında yapılan gerçek bir namuslu, dürüst, güzel bir övgü demek oluyor. Medih haksız olursa, Peygamber Efendimiz onu takdir etmiyor, yasaklıyor. Hattâ birisi size karşı sizi överse, siz ona yüz vermeyin mânâsına: (Uhsüt-turâbe fî vücûhil-meddâhîn) "Böyle meddahların, dalkavukların, medih yapıcıların yüzlerine toprak saçın!" buyuruyor.


- "Aaa, teşekkür ederim" filân demeyin. Koltuklarınız kabarmasın, şımarmayın, aldanmayın mı demek?
- Eyvallah.. Hem de "onların yalancı olduğunu bilin, yüzüne toprak saçın!" buyuruyor. Ters bir davranış, yapmasın bu kötülüğü, dalkavukluğu diye engelleyin demek istiyor.

- Hep deriz ya "elhamdulillah" diye…
- Lugatte (El-hamdü lillâh) "Hamd Allah içindir" demek olduğu kadar "Hamd Allah'ındır. O güzel, haklı övgü Allah'ın hakkıdır. Her hamdin hakîkî sahibi, hakîkî muhatabı Allah'tır." mânâsına da gelir. (Küllü senâin yeûdü ileyhi) "Her meth ü senâ döner dolaşır, işte onu yaratan, o şeyi yaratan hâlıka, yâni Allah'a gider." demek.


- Şimdi anladık; madem bütün övgüler O'na dönüyor. Bizi övdüklerinde de o övgü hakiki sahibini buluyor… E bu iyi bir şey değil mi?
- İşte şimdi meselenin irfan vechine geldik, onu da burada izaha gayret edelim. Malumaliniz ümmetin kıyamete dek yaşayacağı bütün haller, hadiseler asr-ı saadette bir çekirdek, nüve halinde mevcuttur.


Habibi Kibriya Efendimizin ve Ashabın hayatını can gözüyle takip ettiğimizde ne onulmaz yaralarımızın ilacının orada saklı olduğuna şahid oluruz. Bedevînin biri, kasîdeler ve şiirler söyleyerek Resûlullah'ı methedermiş. Efendimiz de hoşlanarak dinlermiş. Adamın biri bu nasıl olur? Resûlullah, hem, "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim" diyor hem de kendi meth edilişini hoşlanarak dinliyor demiş.


Efendimiz de buyurmuşlar ki: "Benim o sözlerden hissettiğim memnûniyet kendi hesabıma değildir. Ben Allah'ın Resûlüyüm. O'nun için metholunmam Allah'ıma, sahibime âittir. Sahibimin methedilmesinden dolayı memnun oluyorum. Esâsen, o kimsenin beni meth eylemesi, bende gördüğü ilahi nura, Hakkın tecellisine övgüdür. "Ne güzel bir görüşü var" diye ben o kimsenin hesâbına da memnun oluyorum. Onun mânevi kazancından dolayı da ayrıca seviniyorum.


İtiraz eden kimse işte bu noktayı bilememiş. Bize bir övgüde bulunulduğunda "Bunu sahibim nâmına kabul ediyorum. övgü sözlerini Hazret-i Pir'e ve müteselsilen Habibi Kibriya Efendimize taalluku dolayısıyla kabul ediyorum. Şüphesiz bu medh bana ait değil!" kıvamında bulunmak gerek...


Sâlikte (aşk yolcusu) şu üç hicap(perde) kalkmayınca ona devlet (saadet) kapısı açılmaz. Biri, kendisine dünya ve ahiret verilse şâd olmamak. Çünkü bunlarla sevinmek beşeri duyguların icâbıdır. İkincisi, dünya ve ahiret devletleri kendinden alınsa, bu iflastan dolayı zerre kadar gam ve telaşta bulunmamak, Hakk'ın muhabbetine zerre kadar noksan getirmemek. Üçüncüsü insanların meth ve senâsına aldanıp kapılmamak. Çünkü bu hal himmet azlığından gelir. Himmetin yüceliği ise imandandır. [Hz. İbrahim Ethem(ks)]

- Hak Teala'nın mütevazı, has kulları ne bahtiyar insanlardır. Onların nazarlarında övülmek ve yerilmek bir olmuştur. Bu güzelim insanlar Hakka aynadır. Sıkıntı ve genişilik, noksanlık ve kemâl, meth ve kötülemek, sevinç ve gam onların yanında birdir. Çünkü birlik makâmına kavuşmuş olana, zâtın kemâlini inkâr ve ikrardan zerre kadar kalbine üzüntü gelmez, mir'ât‐ı Hakk olmuştur. Meth ve zemmi, konuşanın kendi sıfatı bilir. Kemâl sahibinin kemâli ve nakısın noksanı gördüğünü bilir. Bundan dolayı, meth ve âlemin kötülemesinin onun yanında zerre kadar değeri kalmamıştır, ayn-ı Hakk olmuştur.


- Övülmeyi istemezler ama insanları da övmezler mi?
- Kendileri övülmeyi istemedikleri gibi, hiç bir şahsı yüzüne karşı övmezler, meth etmezlerdi. Hallerine göre iltifatta bulunurlar ve bazen hürmete şâyan kimselerin manevî kıymetleri bilinsin diye gıyaben methettikleri olurdu. Bilhassa zamanımızın bazı kişileri, muhataplarını lüzumundan fazla yerli yersiz methetmekle, onları gurura, ucûba kendini beğenme illetine sevk etmiş oluyorlar. Hâlbuki bu gibi hareket ve iltifatlar çok hatalıdır. Nefis daima pusudadır. Onların bilmeyerek büyüklenmelerine sebep oluyorlar. Güzel insanlar, methetmenin afetlerine bihakkın vakıf oldukları için manevi evlatlarını ne yüzlerine karşı ne de arkalarından överlerdi. Ahlak hal ve hareketlerini takdir ettikleri evlatlarına güler yüz gösterirler ve onlara daha nazikâne muamele ederlerdi.


Mürşidi kâmillerin bütün gayret ve himmetleri, salikleri şımartmadan, ucûb ve kibre düşürmeden, güzel ahlak üzere Halik Teala ve tekaddes hazretlerine vâsıl etmektir. Kibir ve ucûba düşenleri, düşmüş oldukları vartadan yani o kötü görüşlerinden kurtarmak pek zordur.




- Medih ve hamd, övüldüğünde övmek…
- İnsanlar sende bulunduğunu zannettikleri iyi huylardan dolayı seni methederler. Buna karşılık sen de nefsî huylarının gerçeğini bildiğin için onu kınayıcı, Hakkı övücü ol. Mümin methedilince, kendisinde bulunmayan vasıflarla övüldüğü için Allah'tan hayâ ederek nefsine der ki: Hak etmediğin halde övüldüğünde sen de hemen hak ettiği ve lâyık olduğu şekilde O'nu öv...


Şiir perdesinden hangi gazelle seni övmeye, senâ etmeye başlasam, aciz kalırım da gönlüm seni binlerce defa daha fazla övmeye başlar. Zaten gönlüm kim oluyor? Ben kimim? Övmek ne? Aslında ben zavallı, seni överek canımı, senin güzel kokulu reyhanlarla dolu gül bahçene çevirmek istiyorum. [Hz. Pir Mevlana]



Ey Allah'ım! Senin gazabından senin rızana sığınırım, cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Sana (layık olduğun) senâyı saymaya, seni övmeye gücüm yetmez. Sen, kendini senâ ettiğin gibisin.

Ey Allah'ım, Hak dostlarının tevâzû, yokluk ve hiçlikle yücelmiş gönül iklîminden kalplerimize hisseler ihsân eyle. Kulluğumuzu ve haddimizi bilip vazîfe ve mes'ûliyetlerimizi kemâl-i edeple îfâ edebilmemizi müyesser kıl!

Ey Allah'ım! En alt kademeden en üst kademeye kadar vazîfe üstlenen bütün mü'minleri, nefsin servet, şehvet, şöhret ve makam sevgisi gibi şerlerinden muhâfaza buyur. Cümlemizi, elinden, dilinden ve gönlünden ümmet-i Muhammed'in istifâde ettiği kullarından eyle! Âmin Ecmain ♥

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim