Pages

Subscribe:

CEVŞEN DUASI

B

15 Mayıs 2014 Perşembe

Bir Değirmendir Bu Dünya ...




Serîr-i bezmgâh-ı fakrı her bir câna vermezler
Değil her cânâ yâhû, belki cânâna vermezler
Efendi, umma sen âb-ı hayat-ı bâdeden hisse,
Anı insana tahsis ettiler, hayvana vermezler
Kadem rencîde kılma, zahmet etme zâhidâ, zîrâ,
Sımat-ı bezm-i irfânı kuru unvâna vermezler
Gidip beyhûde bâr olma miyân-ı cur’a-nûşâna,
Bu işretgâh-ı mânâda sana peymâne vermezler
Vücudun hâk-ı hırmen etmeyince seng-i ğam, Fahrî!
Hakîkat hırmeninden kimseye bir dâne vermezler
 
kabe_kadim
Meâlen izah edersek: Fakr meclisinde, baş köşeyi sıradan insana vermezler, her insana değil, belki sevgiliye bile vermezler. Ey efendi! sonsuz hayatın kapısı olan fakr bâdesinden bir hisse bekleme, çünkü o kâmil insanların hakkıdır. Onu, nefs-i emmâre seviyesinde, hayvan gibi yaşayanlara vermezler. Ey zahîd! sen ayağını yorma ve zahmet edip o meclise gitme! Zira, irfan sofrasına oturmayı, kuru unvana vermezler. O mânâ şarabından içenlerin yanına gidip boş yere onlara yük olma, o mânâ meclisinde, sana bir yudum bir şey vermezler. Ey Fahrî! gam değirmenin taşı, senin benliğini öğütüp yok etmeyince hakîkat harmanından kimseye bir dane vermezler.
Hadi ey âb-ı hayat, bir nağmeye başla da döndür değirmen gibi beni… Şu varlık buğdayı tezce un olsaydı, halkın varlık metâsı şu değirmenden dışarıda kalırdı. [Hz. Pir Mevlana]
Bir değirmen metaforudur gidiyoruz günlerdir, sadece başımız değil ömrümüz dönüyor andıkça değirmen misalini… Önce Cahit Zarifoğlu’nun bir denemesini koyalım sofraya:
Adaşım Cahidî Ahmet Efendi’nin bir beyti var, şöyle:
Akil isen can gözün aç, tut kulak bu sözüme
Bir değirmendir bu dünya öğütür bir gün bizi
Elbistanlı Muzaffer Hoca’yla konuşuyoruz.
-Dünya bir evcik’tir. Esas ev ötede, diyor.
Bir ağabeyimiz, kendisine servetini çoğaltmasını ve saklamasını telkin eden bir rüya görüyor. Ve kendi kendine:
-Herhalde bir kıtlık, bir afet, bir yokluk meydana gelecek. Zor günler gelecek. Bunun için de böyle bir rüya gördüm. Bari bundan böyle hesabımı bileyim, israfta bulunmayayım, malıma sahip olayım da zor günlerde zorluk çekmeyeyim, diyor.
Ancak rüyasını ulu bir zata tabir ettirmenin daha isabetli olacağını düşünerek, böyle bir zata gidiyor ve rüyasını anlatıyor. O mübarek zat şöyle diyor:
-Güzel bir rüya görmüşsün. Elbette servete sahip olmak, onu çoğaltmak gereklidir. Serveti çoğaltmak demek ise onu tasadduk etmek, muhtaçları arayıp onlara dağıtmak ve sevdiklerine hediyeler vermektir…
Bu mübarek sözlerden de anlaşılmalı ki servet, insanı bir değirmen gibi öğüten bu evcik için değil, ötedeki esas ev için. Selef-i salihîn Allah’a yalan olmakta birbirleriyle yarış ederlerdi. Cennet ve cehenneme ve bunların el’an yaratılmış olduğuna inanır ve ayet gereğince “cennete girmek için yarışırlar”dı. Kalbinde “zerre miktar iman” olan kişi, Peygamber Efendimiz’in müjdesi ile, cehennemde kalmayacağım, öte dünyada, o büyük ve esas evde cennete dahil olacağını umabilir. Evcik’te nasıl yaşanması gerektiğinin binlerce tarifinden bir tarif, bir yol, tek başına bir ışık, bir kurtarıcı olan hadisi şerif şöyle:
Buyuruyor Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
-Kalbinde zerre miktarı iman olanın cennete gireceği umulur.
Bu müjdeyi duyan sahabe sorar:
-Ya Resulallah, zerre miktar iman nedir?
-Bir Müslüman vakit namazlarından birini elinde olmadan kaçırır, bir sonraki namazın vakti girdikten sonra hatırlar da, bundan dolayı kalbine şiş saplanmış gibi olursa, onda zerre miktar iman vardır.
Evcik, güzel, doyumsuz, ama meşakkat ve görevler dolu.
Evcik sevimli bir kelime. Muzaffer hoca bu küçültme takısı ile onu sevimli gösteriyor, onun lanetlenmemesi konusundaki, gereği gibi sevilip değerlendirilmesi konusundaki görevleri hatırlatıyor. Ancak bir yandan da her şeyin iyisini ve büyüğünü isteyen insana (bize), evin de, malın da, sevabın da en çoğunu isteyeceğimizi düşünerek, evcik’le büyük ev’den söz etmeye bir yol açıyor, bize asıl menfaatin büyüğünü işaret ediyor. Gönlünüzü, enerjinizi, dikkatinizi, bu küçük kulübe ile bu evcik’le fazla eğleştirmeyin demek istiyor. Zira bu evcik, bu sevimli ve tadı şey insanları dişlileri arasına alıyor ve bağırıp çağırmalarına aldırmadan kanını kemiğine katarak öğütüp bir gün toprağa atıveriyor.
Dünya var olduğundan bu yana değirmen misali dönmekte, insanlar da iki taşın arasında öğütülen buğday tâneleri misali hayatın acı tatlı olaylarıyla ömrünü geçirmekte…
Gerçek âşık Dost yolunda ün eyler
Darb-ı tevhid ile bağrın hûn eyler
Değirmen daneyi döner un eyler
Derviş hu der döner kâfir mi olur?

 

Değirmen taneyi döne döne un eylerken tavaftaki müslüman her bir devirle özünde olmayan kirleri atıp aslına dönüyor; Lebbeyk, lebbeyk ey kerem sahibi, başımda senin sevdan var, senin suyunla değirmen taşı gibi dönüp durmadayım…
 
yurukdegirmen
Sultânü’l-âşikîn Yûnus Emre [v. 1320] (kuddise sırruhu) hazretleri bir nutk-ı şerîfinde haremdeki tavaf manzarasını anadolu insanı gözünden ne de güzel resmediyordu… Sözcükleriyle sanki kalbime doğru sızıyor, içinden kavrayarak yüreğimi avucunun içine alıyor, beş asır sonrasından İsmail Dedemin Hicaz’daki şehnaz bestesini de alarak el ele verip devrana kalkıyoruz:

 
Yürük değirmenler gibi dönerler
El ele vermişler Hakk’a giderler
Gönül Kabesini tavaf ederler
Muhammed’in kösü çalınır bunda
Ol serverin demi sürülür bunda
Semâda melekler kanat açarlar
Önde bir kılavuz Hakk’a uçarlar
Müminler üstüne rahmet saçarlar
Muhammed’in kösü çalınır bunda
Ol serverin demi sürülür bunda
Hep turnalar gibi yüksek uçarlar
Kanadıyla halka rahmet saçarlar
Ab-ı kevser şarabından içerler
Muhammed’in kösü çalınır bunda
Ol serverin demi sürülür bunda
Derviş Yunus ider görün n’oldu bana
Aşkın muhabbeti dokunur cana
Aklını başına devşir divane
Muhammed’in kösü çalınır bunda
Ol serverin demi sürülür bunda


 
Buradan sonra sus yol almaya bak, bunu da iyiden iyiye bil ki su garibin başını değirmen gibi döndürür ha döndürür…


Bir teferrüç eyleyip baktım cihânın yüzüne
Her neye baktım ise ibret göründü gözüme
Âkil isen cân kulağın aç nazar kıl sözüme
Bir değirmendir bu dünyâ öğütür bir gün seni
Alt taşı değirmenin yeryüzün tutmuş karâr
Göklere kılsam nazar nicedir leyl ü nehâr
Nice yüz bin enbiyâ toprağa kıldı karâr
Bir değirmendir bu dünyâ öğütür bir gün seni
Âline aldanma sakın mekr ile hîle kılar
Verdiğini geri alır sanma kim bâkî kalır
İki taşın arasında dânenin hâli n’olur
Bir değirmendir bu dünyâ öğütür bir gün seni
Halk edipdir kudretinden kâr-âgâh ol Hudâ
Çark içinde dânesin ömrü ona oldu gıdâ
Bulmadı iflâh ecelden enbiyâ şâh u gedâ
İki cihânın güneşi fahr-i âlem Mustafâ
Bir değirmendir bu dünyâ un ider bir gün bizi
Câhidî geç bu hayâlden bakma dünyâ malına
Zehr olur her kim ki yerse sunma onun balına
Âkil isen kıl seyâhat, gir Rasûlün yoluna
Bir değirmendir bu dünyâ öğütür bir gün seni



Rûhu’l-Beyân’da; “Beyt’in Rabbine kulluk etsinler” ifadesindeki “Beyt”den maksat kalptir ki o, Kabe-i Hakiki’dir. Vâridât ve ilhâmâtın metafıdır (tavaf alanıdır)” buyrulur. Şimdi Kabe-ı Muazzama’ya ziyaret farz-ı ilahidir. Nedir O? Taştan yapılmış bir binadır, O’nun şerefi yerindedir. Bina olmasa da orada yine de yeri tavaf olunur. Asıl o yerdedir mukaddeslik ama yeryüzü topraktır. Cenab-ı Hak efdal-i mahluk olarak insanı yaratmıştır. Mü’minin kamili, meleklerden de üstündür. Asıl kabe, kabe-i hakiki insan-ı kamildir… Burada gidip dönüyoruz o dönmek zahiridir. Asıl düşünen insanlara lazım olan insan-ı kamili bulup da etrafında dönmesi, hizmetinde bulunmasıdır. Bir taş binanın etrafında dönmek kolaydır, imkanı olan herkes yapar onu. Fakat kamil mümini bulup da O’nun etrafında dönmek, sohbetine nail olup sözünü dinlemek, hizmetinde bulunmak, insanı kemale o ulaştırır işte.
Peygamber efendimiz’in asr-ı saadetinde müslüman olmuş, O’nu tanımış, O’nun çevresinde dönen müslümanlara sahabe diyoruz. Sahabe-i kiram Peygamber SAS Efendimiz’i nasıl dinlermiş? Tasvir, anlatım, ta’rif şöyle: “Sanki başlarının üzerine ürkek bir kuş konmuş gibi… Sanki kıpırdandıkları zaman bu kuş ürküp kaçacakmış gibi… O kuş kaçmasın diye, hiç kıpırdamadan, nefesini bile dikkatle alıp vererek, Peygamber Efendimiz’i öyle dinlerlerdi.” Evladını gömen insanlardan asr-ı saadet içre ashab-ı kiram yapan işte Hazreti Peygambere olan tabiyetin, hizmetin, muhabbetin mükafatıdır. Nitekim Resuli Kibriya hazretleri bir gün ashabına: “Kalkınız ve savaşınız” buyurduğunda Sa’d bin Ubâde’nin “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki atlarımızla birlikte denize dalmayı emretsen hiç tereddütsüz denize dalarız” demesinde bu adanmışlık duygusu, bu hizmet aşkı vardır.
Peygamber-i ahir zamana varis olanlar kıyamete kadar eksik olmayacaktır. Kabe-i hakiki olan O varisleri bulup onların etrafında belki peyklerin döndüğü gibi dönmek, O’nun hizmetinde bulunmak, sözünü dinlemek, gösterdiği yoldan dışarı çıkmamak gerektir. Hal böyle olunca Kabe-i hakikiye götürecek olan yolları aramak her mü’min-i muvahhidin boynunun borcu olsa gerektir.

Ümit Akdemir.