Pages

Subscribe:

CEVŞEN DUASI

B

29 Mart 2012 Perşembe

AŞK KALEME DEĞİNCE - X



Ömrümün ortası yok benim. Yalın yürek yaşıyorum hayatı, tıpkı yazdığım gibi.. Kuralsız, plansız.. Ama asla hedefsiz, amaçsız değil. Kendi doğrularım içerisinde kalmaya özen gösteriyorum hep.


Gecenin bir vakti, nereden estiyse birkaç günlüğüne İstanbul’ dan uzak kalmaya karar veriyorum. İyi bir fikir gibi geliyor. Dinlenirim, kendimden uzaklaşırım belki biraz diye düşünüyorum.

Sabah erken çıkacağım yola. Belki de bilinçaltımda yer eden bu fikir yüzünden, en militan uykular dadanıyor gözlerime. Ve ben teslim oluyorum.

Sabah “Rüzgar” ın sesiyle uyanıyorum. Rüzgar kim mi? Yeni misafirimiz. Bir Alman Kurdu.. Henüz çok küçük. Belki de o yüzden hiç uslu durmuyor. Afacan bir çocuk gibi..

Bahardan kalma bir hava var yine. Güneş olanca sıcaklığıyla gülümsüyor. Uyku mahmurluğundan sıyrılamamışım henüz. Yumuk yumuk gözlerim.. Bana nazire edercesine uçuşuyor bir kelebek.. Kuşlar cıvıldaşıyor.

Yüreğimdeki karakıştan bihaber ağaçlar çoktan çiçek açmış.

Atıyorum dışarı kendimi.. “Bismillah !..”

Beni götürecek otobüse biniyorum, çıkıyoruz yola.. Sefer tasına benzeyen binalar sıra sıra kayboluyor gözden. Sanki duran benim, ilerleyen onlar.. Zihnimden düşünceler, altımdan yol akıyor… İstanbul’ dan uzaklaştıkça, binalar azalıyor, gürültü azalıyor. Sessizliğin gümbürtüsü kaplıyor ortalığı ve derin bir sükût alıyor beni kollarına..

İşte o an hasret denen kor ateş, bir yıldırım gibi düşüveriyor yüreğime. Oysa ben sılama gidiyorum. Öyle ise niye bu yangın?

Bundan sonrası tufan..

Anlıyorum ki; insanın kendinden kaçışı yok. Nereye gidersen git.. Kendini de götürüyorsun. Tek çare, alıp karşına kendini konuşmak. Ve üstelik deli diyenlere aldırmadan sıkça yapmak bunu.

Yol bir yılan gibi kıvrılıp uzuyor. Şu kesik şeritler takılıyor gözüme. Nasıl da hızla görünüp kayboluyorlar.. İşaret fişeği gibi.. Bir tesbih gibi renk renk sıralanmış araçlar. Ve içlerinden insan manzaraları..

Efkarı yükünden ağır bir kamyoncu, öyle bir içiyor ki sigarasını. Dumanını ciğerlerine değil, iliklerine çekiyor belli. Kara, kuru bir adam. Avurtları çökmüş içine. Yüzü çizgi çizgi.. Kim bilir kimi düşünüyor? Kim bilir kaçıncı geçişi bu yoldan?

Gurbete mi, sılaya mı yolculuk kim bilir?

Ve bu yolda artık aşina olduğumuz gurbetçiler. Bir lokma ekmeği el kapısında aramak zorunda kalan, ömürlerini nakış nakış yollara işleyen çilekeşler. Almanya plakalı üç minibüs, görmeye alışkın olmadığımız o uzun telsiz antenleri ve tıka basa doldurdukları eşyalar ile hemen fark ediliyor.

Gülümsüyorlar. Mutlu olmalılar sılaya döndükleri için..

Ya kendi vatanında gurbeti yaşayanlar ?

Ya gurbeti yüreğinde taşıyanlar ?

Düşüncelerin anaforunda kayboluyorum. Yollar akıyor.. ben akıyorum..

Tüneldeyiz. Neredeyse üç kilometrelik uzunca bir yol. Işığı gördüğümde, bir daha asla bu tüneli kullanmamaya söz veriyorum kendime.

Öyle ya; o göğü değen çamları görmeden, sisler arasından vadiye serpilmiş köylere merhaba demeden, Bolu Dağı’ nın o ihtişamını soluklamadan seyahatin ne anlamı kalır ki?

Yollar.. İnsanlar.. Sıla… Gurbet…

Ayrılığı aklımda tutmamaya çalışıyorum. Ama beceremediğim aşikar. Karma karışığım..

Senden kaçış var belki ama…

Sensizlikten asla…

Yüreğim okyanusa düşmüş bir ceviz kabuğu, savruluyorum..

Ve uzadıkça yollar, hasretinin narında ben kavruluyorum..

Yüreğimdeki taşkın bent tanımıyor.



 Ağlıyorum doyasıya..

İnadına ağlıyorum...

Ki damlaya damlaya "GÜL" olsun...



0 yorum: